"Türkiye yüzyılı"ndan yüzyılın felaketine!

Antakya | Fotoğraf: DHA
Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Ekim 2022’de ‘Türkiye yüzyılı’ vizyonunu açıklarken şöyle diyordu: “TOKİ'den veya müteahhitten aldığı evinde güvenle oturan, sahip olduğu otomobilini keyifle kullanan vatandaşımız için bunlar, standart hayat seviyesi haline gelmiştir. Yaptığımız bölünmüş yollarda ve otoyollarda güvenli seyahat eden, isterse hızlı trenle isterse uçakla gideceği yere çabucak ulaşan insanımız, kendine daha çok vakit ayırabilmektedir. İnsanımızı, gelişmiş ülkelerde ne varsa hepsine sahip olabileceği, üstelik bunlara güçlü bir sosyal devlet şemsiyesi altında kolayca ulaşabileceği bir altyapı kurduk.”
Erdoğan’ın, cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye’yi dünyanın en gelişmiş, en güçlü ülkelerinden biri yapma iddiasıyla açıkladığı ‘Türkiye yüzyılı’ vizyonundan yaklaşık 3 ay sonra 6 Şubat depremleri yaşandı. Depremin vurduğu kentlerden günlerce “Devlet nerede?” feryatları yükseldi. Çünkü Erdoğan’ın “güçlü sosyal devlet” ve “kolayca ulaşılabilir altyapı” iddiasının aksine, enkaz altındaki on binlerce insanın hayatı söz konusuyken bile ortada ne devlet ne de onun arama kurtarma çalışmalarından sorumlu kurumu AFAD yoktu.
Devletin depreme en hızlı “müdahale eden” kurumu, bütçesi AFAD’ın bütçesinin 4.5 katı olan (AFAD’ın bütçesi 8 milyar 75 milyon ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi 35 milyar 910 milyon lira) Diyanet oldu! Enkaz altındakilerin kurtarılması için sessizliğe ihtiyaç varken Diyanetin aldığı ‘Sela okutma’ kararı aslında iktidarın/devletin enkaz altındakileri ölüme terk edeceğinin de habercisi oluyordu.
Erdoğan’ın öve öve bitiremediği havaalanları, otoyollar depremde kullanılamaz hale geldi. Kendi çabalarıyla yakınlarını kurtarmak isteyenler bile depremin vurduğu kentlere günlerce giremedi.
TOKİ’nin yaptığı hastaneler, okullar, yurtlar, kamu binaları Erdoğan’ın vizyon belgesi gibi yerle bir oldu.
İletişimin hayati önem kazandığı bu süreçte GSM operatörlerinin yaşanan ciddi aksaklıklara seyirci kalması ve deprem bölgelerinin çok büyük bir kısmına günlerce elektrik verilememesi, özelleştirme politikasının halka faturasının ne kadar büyük olduğunu da gösterdi.
Depremin ikinci gününde daha deprem bölgelerinin çok büyük bir kısmına hiçbir yardım ulaştırılmamışken medyanın karşısına çıkan Erdoğan’ın tehditkar bir tonla 3 aylık OHAL ilan edip “Zamanı gelince tuttukları defterleri açmak”tan söz etmesi, “sosyal” maskesi düşmüş iktidarın gerçek yüzünü de gösteriyordu.
Yine ancak üçüncü günde depremin vurduğu kentlere giden Erdoğan, burada “asrın/yüzyılın felaketi”nden söz etmiş; iktidar sözcüleri ve medyası da bu söyleme sarılarak müdahale konusundaki başarısızlığın üstünü örtmeye çalışmıştı.
İktidarın üç ay önce açıkladığı ‘Türkiye yüzyılı’ vizyonu yerini ‘yüzyılın felaketi’ söylemine bırakmıştı.
Düşünün ki bu ülkede iktidar 20 yıldır TOKİ’ye ve yandaş inşaat tekellerine yaptırdığı havaalanı, yol, köprü, hastane, toplu konutlarla övünüyor. Ancak 6 Şubat depreminin yol açtığı yıkımın büyüklüğü, bu ülkenin başına gelmiş en büyük felaketin ne olduğu sorusunun da yanıtını veriyor: Eğer asrın/yüzyılın felaketinden söz edeceksek, bu felaket doğal kaynakları ve kentleri talan eden, rant ve yağma için insan yaşamını hiçe sayan bu iktidardan başkası değildir. Depremin üçüncü günü binlerce insan kurtarılmayı bekliyorken Erdoğan’ın TOKİ’yi ve müteahhit şirketlerini “hızla” devreye sokmaktan söz edip “Bunlar bizim bildiğimiz işler biz bunları yaparız. Biz bu konularda kendimizi ispatlamış bir hükümetiz” demesi zaten söylenecek başka söz de bırakmıyor!
Ancak Erdoğan yönetiminin inşaata dayalı, yağma ve rant üzerine kurulu ekonomik modelin en rafine temsilcisi olması, sorunun bu iktidarın kendisinden ibaret olduğu anlamına da gelmiyor. Depremde en büyük yıkımı yaşayan ve en fazla can kaybının yaşandığı Antakya’da 2009’da AKP’den belediye başkanı seçilen ve 2014’ten bugüne CHP’den Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Lütfü Savaş, bu yağma ve rant sorununun sadece bir parti değil, bir sistem sorunu olduğunun anlaşılması bakımından çarpıcı bir örnek olarak önümüzde duruyor.
Erdoğan, ‘Türkiye yüzyılı’ vizyonunu açıklarken MHP Lideri Bahçeli için “Cumhur İttifakı çatısı altında verdikleri samimi ve güçlü destek için hassaten şükranlarımı sunuyorum” demişti. Depremin ilk haftası suskun kalan Bahçeli, enkaz altındakilerin “Devlet nerede?” feryadına hızla koşan fedakarca yardım etmeye çalışan halkı ve gönüllü kuruluşları “Devleti aciz içinde göstermeye çalışmakla” suçlayarak Erdoğan’ın kendisine sunduğu şükranların sebepsiz olmadığını bize bir kez daha gösterdi!
Osmaniyeli Bahçeli, depremden iki hafta sonra Erdoğan’la birlikte deprem bölgelerini gezmeye başladı. Daha ilk günden halkı ve gönüllü kuruluşları tehdit eden Erdoğan ve Bahçeli’nin deprem bölgesine gerçekleştirdikleri bu ortak ziyaretin amacının halkın yaralarını sarmak olmadığı ortadadır. İlk işleri “yağmacılara karşı” OHAL ilan etmek olan yüzyılın felaketinin mimarlarının, bu felaketi kendi iktidarlarının devamı için nasıl kullanacaklarını etüt etmek için sahada olduklarını söylemek abartı olmayacaktır.
Sadece depremin vurduğu kentlerde değil, İstanbul başta birçok kenti ciddi risk altında olan Türkiye’de depremde ortaya çıkan dayanışma, iktidara ve bu rant ve yağma düzenine karşı güvenli konut ve insanca yaşam mücadelesine ilerletilemezse binlerce evladını enkaz altında bırakan halkın akbabalara yem olmaktan kurtulması da olanaklı değildir.
Evrensel'i Takip Et