Normalleşme

Fotoğraf: Hakan Burak Altunöz/AA)
“Göz göre göre gelen katliam” şeklinde nitelenebilecek korkunç yıkımın ardından artık normale dönmek gerektiğinden söz ediliyor. Bizim normale dönme anlayışımız oldukça tuhaf. Felaketle birlikte yükselen vicdan, merhamet, empati gibi duygularımızın yanı sıra dehşet tablosunun yaratıcılarına yönelik öfkemizin sönümlenmesini normalleşme olarak algılıyoruz. Toplum olarak unutmaya meyilliyiz. En azından gerekli dersleri alarak unutsak, o bile önemli. Bizi, unutmak kadar etkisizleştiren ikinci şey de yaşananlardan ders çıkarmamak.
Kısa süre içinde, bütün olup bitenlerin unutulduğu ve güncel bireysel sıkıntıların, dertlerin ön plana çıktığı normalleşmeyle birlikte eski işleyişin önemsizliklerle dolu ortamına dönüveriyoruz. Oysaki, yıkımların, felaketlerin ardından dönülecek normalleşme, tüm canlılar için en elverişli yaşam ortamını sağlama ve sürekli kılma mücadelesi üzerinden tanımlandığı zaman anlam kazanır. Hayatı; sağlıkla, esenlikle, iyilikle dokumayı başardığımız ölçüde normalleşmeden söz edebiliriz. Bu da kuşkusuz yaşanan acıları asla unutmamakla ve bunlardan ders çıkarmakla mümkün. Felaketlerin kahredici manzaralarını, yürekleri parçalayan hikayelerini unutmadığımız ölçüde normalleşebileceğimizi artık öğrenmeliyiz. Bu, elbette yeni bir normal…
Sık sık benzer acılarla, yıkımlarla karşılaşmamızın temel sebeplerinden birisi de, normale dönmek adına her şeyi unutmanın, kendimizi çok daha iyi hissetmemize yol açacağını sanma yanılgısına düşmemiz. Unutunca, belki bir süreliğine kendimizi iyi hissediyor olabiliriz. Ama bunun aynı zamanda pasiflik pozisyonunda sabitlenip yapılması gerekenlerden uzak durmak ve dolayısıyla bir sonraki felakete davetiye çıkarmak anlamına geldiğini fark edemiyoruz…
Ders çıkarmak ve önlem almak gibi edimlerin yaşam kültürümüzdeki ağırlığı neredeyse yok gibi. Cezai yaptırımlar olmasa, kargaşayla hemhal hayat akışı içinde çeşitli durumlar için zorunlu kılınmış pek çok önlemi dahi umursamayacağımız açık...
Her şey bir yana, bu kez yaşadığımız yıkım tüm boyutlarıyla o kadar derin bir iz açtı ki, kolay kolay unutulacağa benzemiyor. Bu süreçte, acıların üstesinden gelebilme konusunda insanın en büyük kozunun dayanışma ve yardımlaşma olduğunu gördük bir kez daha.
Çeşitli branşlardan pek çok sporcunun hayatını kaybetmesi spor dünyasını onulmaz acılara ve derin hüzne sürüklerken, taraftar gruplarının kısa sürede organize olup ciddi boyutta yardım faaliyetinde bulunması, dostluğun sözde kalmayıp pratiğe döküldüğü yeni bir spor algısının yeşerebileceği konusunda umut verdi. Aslında her şey, hayattaki öncelikler sıralamasında yapılacak birkaç değişikliğe bakıyor. Büyük felaketler de böylesi bir değişikliğin gerçekleştirilmesi için güçlü bir motivasyon kaynağı. Evet, her kesimin olduğu gibi spor dünyasının da yeni bir normale ihtiyacı var.
Bu bağlamda umarız ki, sporun tüm bileşenleri de önceliklerini değiştirir ve nefret, düşmanlık saçmanın, kışkırtmanın, hırgürün, itiş kakışın, kazanma yolunda gözü karartmanın anlamsızlığını fark ederek saygı ve empati temelli bir normale döner. Öyle ya, bir süre sonra fanatizm yine baskın çıkar ve taraftarlar takımlarının puan kaybettiği maçların ardından paranoyakça komplo kurguları eşliğinde birbirlerini suçlamaya, hakemleri hedef göstermeye, rakip takım oyuncularına ve taraftarlarına küfretmeye, tribünlerde takımlarına avantaj sağladığına inandıkları taşkınlıkları sergilemeye devam ederse zor zamanlardaki bütün bu dayanışmanın, yardımlaşmanın ne anlamı kalır ki?
Felaketlerin ardından normalleşmeye dönmenin yolu, unutmaktan değil, ders çıkarmaktan ve çıkarılan dersler doğrultusunda hayata, değiştirilen önceliklerle birlikte yeni bir işleyiş kazandırmaktan geçiyor…
Evrensel'i Takip Et