Sansür kader planına dönüşmeden…
Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel
Daha depremin üzerinden 24 saat geçmeden RTÜK Başkanı Twitter’da parmak sallamaya başlamıştı. Yetmedi, Süleyman Soylu’nun Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Sevilay Esen’i daire başkan yardımcılığına atadılar. Bir yandan enkaz altından haber almaya çalışırken, “çadır yok, çadır!” sesleri yalnızca bazı kanallarda duyulurken, olağan bir durumu bekler gibi RTÜK’ün ne zaman ceza yağdıracağı merak edilir oldu. Perşembe günü toplanan RTÜK, TİP Milletvekili Ahmet Şık’ın sözleri nedeniyle Halk TV’ye, Merdan Yanardağ’ın imar affı eleştirileri nedeniyle Tele1’e beş program durdurma ve yüzde 5 para cezası, yani en üst sınırdan ceza verdi. Ahmet Şık’ın katıldığı hemen her yayın ceza alıyor. Kürsü dokunulmazlığı olduğu halde RTÜK kanallara Ahmet Şık’ı konuşturma cezası veriyor. Kanallar üzerinden seçilmiş bir milletvekiline sansür uyguluyor. Tele1 ise başka bir hedef. Bu cezaların yanı sıra daha önce verilen üç günlük yayın durdurma cezası da, yargı süreci tamamlanmadan, yürürlüğe kondu.
Peki, yargı bu cezanın hukuksuz olduğuna karar verirse ne olacak? Tele1’in uğradığı haksızlığın bedelini kim ödeyecek? Fox TV’ye verilen “özgürce kanaat oluşumunu engellemek”ten yüzde üç para cezası daha da ilginç. Ne yapmış Fox TV diğer kanalların frekanslarını mı ihlal etmiş, evimize gelip kumanda tuşlarını mı sabitlemiş? Eğer farklı görüşlere yer vermemenin cezası olacaksa sanırım iktidar kanalları burada birinciliği kimseye kaptırmazdı. Ve de devlet televizyonu TRT. Deprem bölgesinden gelen gazeteci arkadaşlarımın aktardığına göre toplumda TRT’ye çok ciddi bir öfke varmış. İnsanlar belki televizyon izleyemiyorlar ama radyodan TRT’yi dinleyebiliyorlar. İlk hafta bir depremzede Fuat Kozluklu’ya canlı yayın sırasında yaklaşıp “Sorar mısınız 50 saat boyunca burayı yapayalnız bıraktıkları için memnunlar mı? Sorar mısınız? Sorun onlara, söyleyin” demiş ve hemen yayın kesilmişti. Bir başkası Halk TV muhabirine “Bakın gerçekten yayınlayacaksanız konuşayım. Biraz önce TRT1'in yayınına da gittim kestiler yarı yolda. Sanki provokatörlük yapacağım” diye tepki göstermişti. İktidar medyası muhabirlerinin yalnızca korunaklı alanlarda, örneğin AFAD çadır kamplarında ya da güvenlik güçlerinin yanından haber yapabildiklerini kısa bir kanal turunda dahi görmek mümkün.
İktidarın depremle ilgili iletişim stratejisi inkâr, yeni bir hikâye anlatma ve susturma olarak üç aşamadan oluşuyor. İlk aşamada “devlet yoktu”, “yardımlar yetişmedi”, “insanlar gözümüzün önünde öldü” isyanını inkâra giriştiler. Enerjilerinin büyük kısmını hatta Twitter’ı engelleyip yardım çalışmalarını aksatma, insan canına mâl olma pahasına buna harcadılar. Toplumun isyanını “dezenformasyon” diyerek görmezden gelemeyecekleri belli oldu. Zaten RTÜK cezaları da bunu gösteriyor. İkinci aşamada ofislerinde oturan inkârcıları sahaya yolladılar. Fakat yukarıda da ifade ettiğim gibi işler pek iyi gitmedi. Çok takipçili hesaplar satın alıp “asrın felaketi” diye yeni bir hikâye anlatmaya giriştiler, ellerine yüzlerine bulaştı. Bulaşmaması imkansızdı. İletişimin buna çaresi yok. Tek yapmanız gereken mümkün olduğunca şeffaf olmak, halkı bilgilendirmek, medya aracılığıyla gelen seslere kulak vermek. Kriz iletişimi dediğimiz bu kadar basit aslında. Ama gerek yaklaşan seçimlerin yarattığı panik gerekse suçluluğun getirdiği ‘yavuz’ öfke bunlara mâni oldu, oluyor. Bundan sonra geri adım atmayacaklarını biliyoruz, artık son ve tek kalan tek çare sansür.
Şubat 1999’da kurulan ve başlangıçtaki popülaritesini tükettikten sonra sık sık tepki çeken, eleştirilen “post-modern” bir sanal sözlük olarak tanımlanan Ekşi Sözlük’e Türkiye’den erişimin engellenmesi izleyecekleri yol hakkında fikir veriyor. Yeni Akit sansürü “Lağım kapatıldı” diye verdi. Oysa kapatılmadı bir VPN’le erişmek mümkün, başlıksa kafayı kuma gömmenin Akitçesi. Hakkında ilk akademik makale 2001 yılında yazılmış, o zamandan bu zamana akademik ilgiyi hep üstünde tutmuş, son dönemde yazılanların çoğu Sözlük’ten yayılan nefret söylemi, ayrımcılık hatta ırkçılığı konu edinmiş. Bir taraftan dersini aldığı hocasına kızanın içini döktüğü, kadınların aşağılandığı, ırkçı ifadelerin rahatlıkla yandaş bulduğu bir ortam; ancak diğer taraftan özellikle gençler için alternatif bir haber kaynağı. Dijital okuryazarlar için halen ilginç bilgilerin bulunabildiği bir yer, dahası gazete arşivlerinin birer birer ortadan kalktığı bu dönemde toplumsal hafızayı diri tutuyor. Linkler kalkmış olsa da duygular orada duruyor. Üstelik iktidardan ya da sulh ceza hakimliklerinden gelen kararları sektirmeden uygulasalar bile.
Ekşi Sözlük’e gelen erişim engeli bundan sonraki sansür pratikleri açısından çok şey söylüyor. Önce erişim engeli geliyor ama ortada karar yok. Sitenin kurucuları günlerce BTK’ya ulaşmaya çalışıyorlar. Sonunda ulaşıyorlar Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü’nün (yani Cumhurbaşkanı’nın) talebiyle yapılan başvuruyu 4. Sulh Ceza Hakimliği jet hızıyla onaylamış. Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak’ın tespitlerine göre, hâkimin 24 saat içinde verdiği 96. erişim engeli kararı; hâkim 39 iş gününde 1532 karar almış. Saat başına beş karar, noterden bile hızlı. Hangi içerik ya da içeriklerin şikâyet konusu yapıldığı bile belli değil, “genel”. Uzun zamandır ihmal ediyordum erişim engeli kararından sonra merak edip biraz vakit geçirdim. İlk andaki öfkenin yerini biraz daha sükûnet aldı, trafiğin yavaşlamasının da etkisi elbette. Aynı zamanda ciddi özeleştiri içeren yorumlar da gördüm, erişim engeli neden yeterince ciddiye alınmadı diyen sitemler de. Kanıksanmış sansürün sonucu, çıta yükselse de tepkinin dozajı artmıyor. Cuma günü Ekşi Sözlük’le aynı gerekçeyle, yani milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması gerekçesiyle Rudaw, Avesta Kitap ve Evrensel gazetesinin YouTube kanalı erişime engellendi. Bir sonraki hedefin ne olacağını ben söylemeyeyim siz tahmin edin.
Böyle bir felaketin ortasında seçime nasıl bir medya ikliminde gireceğimiz seçimlerin ne zaman yapılacağı, muhalefetin aday ya da adaylarının kim olacağı kadar önemli. Grup toplantılarında, basın açıklamalarında, televizyon programlarında verilen tepkiler yeterli değil. O mecralar bir bir elden gidebilir; mesajlar için verdiğiniz randevulara kimse gelemeyebilir. Enkaz altında kalan, enkaz altındakilere koşan, bu sırada üniversite yurtlarından atılan, dersliklerden, arkadaşlarından koparılan genç kuşak kendisini ciddiye almayan, eyleyemeyen siyasetle ilgilenmiyor. Bunun sonuçları herkes açısından ağır olabilir. Fiili bir olağanüstü hâl rejiminin nasıl sonuçlar doğurabileceğini çok geç olmadan hatırlamalı, hatırlatmalıyız.
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50