03 Mart 2023 04:00

Genç bir foto muhabirinin deprem tanıklığı

Antakya'daki kurtarma çalışmalarında yorgun düşmüş kurtarma ekibi.

Fotoğraf: Mert Can Bükülmez

Paylaş

Deklanşöre vicdan ve duygu ile basmalı fotoğrafçı. Hayatın gerçekliği fotoğrafçının karelerine ancak böyle yansır. Parmağımızı deklanşöre götüren hayatın zihnimizdeki hakikiliği olmalı. Geçen haftaki yazımın başlığına “Deprem bölgesinde görev yapan fotoğrafçılara öneriler” demiştim. Yazıyla ilgili genç bir Foto Muhabiri Gazeteci Adayı Mert Can Bükülmez mesaj attı ve uzun bir konuşma yaptık. Evet, fotoğraf çekmek kadar hissetmek de önemliydi. Duygularını paylaşmasını istedim o da bana üç sayfa yazdı yolladı. Hepsini yayımlamak isterdim ama köşenin sınırlarına uygun olmadığından kısaltarak yayımlamak zorunda kaldım. İşte bir fotoğrafçının depremle imtihanı:

Mert Can Bükülmez (Serbest Foto Muhabiri)

Tarih 6 Şubat 2023. Sabaha doğru haberlere düşen depremi uyanık karşılamıştım. Sosyal medyadaki haberleri tek tek yenilerken önce deprem bölgesindeki akrabalarımı aradım ve iyi olduklarını öğrendim. Haberlere depremzede yurttaşların çektiği fotoğraflar ve videolar düşmeye başladığında felaketin boyutu, tahmin ettiğimden daha fazlaydı. Fotoğrafçılığa yakın zamanda adım atmış biri olarak bir karar anındaydım. Deprem bölgesine hemen gitmeli miyim yoksa beklemeli miyim? Bölgeden gelen haberler çok kötü, iletişim kanalları kapalı, yardımlar yok, hastaneler yıkılmış, yollar çökmüş ve karar vermek zorundasınız. Bağımsız bir foto muhabirsiniz, arkanızda büyük bir ajans yok ve öğlen saatlerinde 7.6’lık ikinci bir deprem meydana gelmiş… Karar vermiştim, atmosferi tahmin ediyordum desem belki de pek doğru olmayacaktır. Daha önce böyle büyük bir deprem yaşamış biri değilim veya böyle bir felaketin olduğu coğrafyayı fotoğraflamaya da gitmiş değildim. Velhasıl teknik anlamda hazırlığımı yapıp, İstanbul’dan gönüllü insanların ayarladığı bir araçla depremin olduğu ilk gün yola koyuldum. Uzun bir yolculuğun ardından 7 Şubat günü 16.00 civarı Hatay/İskenderun’a vardım. Bu tarihten 3 ay önce ekoloji örgütlerinin Mileyha Sulak Alanı bölgesinin kirletilmesine yönelik yaptıkları eylemleri fotoğraflamak için gelmiştim bu şehre. Antakya’nın güzel sokaklarında dolaşmıştım, halklar mozaiği diye bahsedilen, yerelden insanların “halkların kardeşliği memleketi” diye tariflediği Antakya’ya yeniden gelmiştim. Yeniden geldim ama Antakya nerede?Antakya/Armutlu Mahallesi’ndeyim. Buraları az çok biliyorum ama bir yerleri bulma gibi şansım hiç yok. Hava kararmıştı, elektrik yok ve fotoğraf makinem boynumda, Armutlu Gündüz Caddesi’ne giriş yapmıştım. Yıkılan binalar, enkaz başında bekleyen ve enkazın altında ses verenler insanlar... Caddede yürümeye başladım, etrafımda “Yardım, yardım” diye bana bakan insanların arasında ne kadar yürümeyi başarabilirseniz. Fotoğraf makinemi görenler kolumdan tutup kendi ailesinin kaldığı enkazın başına götürüyor. “Burayı çekin, buraya acil yardım gerekiyor, içerdekilerin hepsi yaşıyor.” 5 gün boyunca ve ilk 3 gün Antakya’da hiçbir yardımın olmadığı bir durumda fotoğraf makinemi ve beni “kurtarıcı” olarak görüyordu insanlar sanki. Ben ise fotoğraf makinem değil de keşke bir “hilti” olsaydı elimde dedim kendi kendime. Gözüm vizöre gitmiyor, vizöre gitse deklanşöre basmaktan çekiniyorum. Soluklanmak için bir yere oturmak istiyorum ama güvenli bir alan yok... Bu çaresizliğin içinde önce telefonumu çıkarıp çeşitli videolar çektim. Daha yolda giderken Twitter’da insanların “Bu adrese acil yardım gerekiyor, enkazın altından mesaj attılar” gibi paylaşımlarını görünce bunlar gerçek mi, nasıl yardım yok diye düşünüyordum ama gerçek buydu, devlet yok!Fotoğrafçılıkta yolun başındayım ve böyle bir çaresizlik içinde tek başına bunu icra etmek sanırım başka bir soğukkanlılık veya profesyonellik gerektiriyordur.  Zaten ben de dahil birçok fotoğrafçı arkadaşın da buraya gelip sadece fotoğraf çektiğini düşünmüyorum. Gönüllü arkadaşlara yardımcı olmaya çalıştık, yeri geldi yardım kolilerini taşıdık, yeri geldi bölgede hiç arama kurtarma ekibinin uğramadığı yerlerin bilgilerini duyurmaya çalıştık. Nihayetinde bu acıları fotoğraflamak zorundaydım, bu acının altında yatan haklı öfkeyi de göstermek zorundaydım. John Berger, “Bir Fotoğrafı Anlamak” adlı eserinde şöyle diyor: “Elimdeki fotoğraf makinesi bana bir işlev kazandırdı, bir yerde bulunma nedeni, bir tanık ama fail değil.”

Öyle bir ortamdasınız ki, insanları fotoğraflamak her an size karşı bir öfke yönelimine dönüşebilir, bu yüzden çoğunlukla izin alarak çekmeye çalıştım. Kimseden fotoğraf çekiyorum diye bir azar işitmedim, tam tersine insanların “Lütfen burayı çekin, bizi çekin ve yayımlayın” yalvarışları hâlâ kulağımda yankılanıyor. Bu yalvarış okurken çok basit gibi gelebilir ama bunu birebir yaşarken benim için sanki dünya duruyordu. Armutlu Mahallesi’nde Arap-Alevi yurttaşlar çoğunlukta. Sohbet ederken “Buraya devlet yardım göndermiyor çünkü biz Arap-Aleviyiz, Gezi direnişinde bu mahallenin adı var” diyor yurttaşlar. İlk 3 gün İBB’nin küçük bir itfaiye grubu ve gönüllüler dışında hiç kimse bulunmuyordu bu mahallede. Enkaz altındaki insanlar için en kritik olan saatler ve enkaz başında bekleyenler için de en umutlu vakitler yani. Kimisi artık umut yok dedi ve kendini sessizliğe gömdü, kimisi eliyle o ağır taşları kaldırmaya çalışırken kendini harap etti, kimisi ağlamaktan başka yapabileceği bir şey olmadığı için gözyaşlarıyla baş başa kaldı.3. günden sonra Hollandalı bir kurtarma ekibi ve ufak ufak belediyelerin arama-kurtarma ekipleri, madenciler yavaş yavaş gelmeye başladı. 5 gün geçirdim bu bölgede ama sanki 5 yıl boyunca bir acının ve çaresizliğin içinde kalmışım gibi geldi. Çektiğim fotoğraflarda neyi ne kadar gösterebildim bilmiyorum fakat bazı acılara sadece şahitlik etmek istedim. Her anı fotoğraflayabilecek bir gücüm olmadı. Bu benim gibi yolun başında olan birisi için zor bir süreçti.

Bir gün büyük değişimi fotoğraflama hayaliyle...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa