İktisatlılar günü üzerine notlar
Fotoğraf: Evrensel
Kapattığımız haftanın ilk günlerinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyetinin tertiplediği geleneksel İktisatlılar Günü gerçekleştirildi. Gazetemizin izlediği ve okuyucularına muntazam bilgi verdiği toplantılara ait kapsayıcı bilgi vermek istemiyorum. Bugün burada sadece toplantının bence ilginç yanlarına ait birkaç noktaya, bu vesile ile de bilgilerin yorumlanması konularına değinmek istiyorum.
Sözünü etmek istediğim bir konu, iktisadi olayların kapsama ve işleyiş alanı giderek küresel boyuta genişlerken, iktisatçılarımızın salt ülke içi bakış açısı ile meselelere yaklaşım yapmaları ile ilgilidir. İlginçtir, ders kitaplarında ve derslerde küreselleşme ve finansallaşma konuları ele alınır ve anlatılır, fakat nedense ekonominin genel durumu ya da kamu maliyesi meseleleri tartışılırken salt iç politika irdelenerek, tüm veriler iç politika kararları ya da iç ekonomideki gelişmeler bağlamında gündeme taşınır. Örneğin, TÜİK ulusal gelir verileri ele alınırken hangi sektörün büyümeye ne oranda katkı yaptığı gibi, zaten grafik ve tablo değerlerinde görülenler anlatılır. Evet, ilk bakışta böyle bir yaklaşımda bir yanlış söz konusu değildir. Bu bakış ve yorumlama acaba doğru mudur? Gelişme değerlerinde en büyük payı servis sektörü ve onun içinde de finans sektörü almışsa, ifade edilen rakamların tümü ulusal geliri temsil edemez. Çünkü yabancı ortaklı bankalar sağladıkları kârların yabancı ortaklara düşen bölümünü kendi merkez ülkesine transfer ederken, bu değer bizim ulusal zenginliğimizden çıkar ve kârın transfer edildiği ülkenin ulusal zenginliğine girer. Ulusal varsıllığı göstermesi açısından ulusal gelir hesaplamalarında önemli olan, ülke sınırları içinde ne kadar değer üretildiği değil, üretilen değerin ne kadarının üretildiği ülkede kalıyor olmasıdır. Hatırlanacağı üzere, geçmişte milli hasıla kavramı kullanılırdı. Küreselleşme sonrasında ise sermaye ideolojisine uygun olarak yurt içi hasıla deyimi kullanılır oldu. Teorik tartışmalarda uluslararası kabul görmüş kavramlara saygı göstermek gerekiyor olabilir, ancak bu kavramın kullanılıyor olması, aynı zamanda onun ne anlama geldiğinin açıklanarak anlamının netleştirilmesine engel değildir.
Aynı konu etrafında kamu maliyesi alanından da örnekler verebiliriz. Mega projeler olarak bilinen ve dövizle ödeme taahhüdü yapılan altyapı tesisleri salt iç politika ile mi anlatılmalıdır, yoksa küreselleşen sermayenin yeni piyasalar oluşturması olarak mı ele alınmalıdır, diye düşünülmesi gerekir. Eğer bu görüş kabul edilirse, söz konusu ödentileri ihtiyaca binaen yapılmış yatırımların olağan ödemesi olarak mı kabul etmek durumundayız, yoksa meseleyi örtülü emperyalizm ya da merkez ülkelere kaynak aktarma süreci olarak mı ele almalıyız konuları tartışmalıdır.
Batılılar bu konuları ders kitaplarında da açık yüreklilikle işlemektedir. Bu ders kitapları bizim gibi çevresel konumlu ülkeler ders kitaplarına adeta tercüme edilerek aktarılmaktadır. İlginç olan şu ki, Batılı kitaplardan yapılan aktarmalar Türkçeleştirilerek ders kitaplarına yansıtılırken işlenen konuların batılılar için ne anlama, bizler gibi çevresel konumlu ekonomiler için ne anlama geldiğinin anlaşılması ve üzerinde yorum yapılması konularında da oldukça hasis davranmaktayız. Faizlerin düşürülmesi acaba gerçekten bir nas meselesi midir, yoksa uluslararası örtülü emperyalist hareketlenmelerde bir araç mıdır? Demem o ki, bu ve benzeri konuların tartışılması, ekonomi bilgilerini aktarım olarak ders kitaplarına geçiren dostlarımız salt bilgi aktarmakla yetinmeyip, yorumlara da girerek ülkemize daha yararlı olabilirler.
Bu mantığa bazı dostlarımız bilim değil, siyaset yapılıyor gerekçesi ile karşı çıkıyor olabilirler. Peki, o zaman o dostlara bilim ile siyaset arasındaki farkı sormak gerekir: Kapitalist ideoloji başatlığında üniversite zannedildiği gibi sırça köşkte soyut ve yansız bilim yapma yeri midir, yoksa biraz abartı ile de olsa, başat sermaye ideolojisini bilimsel görüntüde genç dimağlara zerk işleviyle yükümlü bir üstyapı kurumu mudur? Bu konu enine boyuna düşünülmelidir; örneğin YÖK nedir, işlevi nedir, niçin hiçbir siyasi kadro, seçim öncesi vaatlere rağmen, bu kuruma dokun(a)mamaktadırlar?
Batı dünyası ürettiği kavramları kendi çıkarı doğrultusunda oluşturur ve yerküre literatürüne olduğu gibi giydirir. Bu kavramlardan en belirgin olanı ünlü küreselleşme kavramıdır. Küreselleşme ile sermayenin tüm yerküreyi dolaştığı ve bu dolaşımda çevreye teknoloji taşıdığı, o ülkelerin istihdam ve cari açık sorunlarına da çare üretildiği ileri sürülmüştür. Bu iddiaların doğru ve geçerli olmadığı bizzat uygulama örneklerinde de görüldü, anlaşıldı. Evet, güçlü sermaye yerküreyi dolaşabilmekte, bu anlamda küreselleşme kavramı yanlış değildir. Peki, neden sermaye kendi güvenli ülkesinden başka ülkelere gitmeye kalkmaktadır ki, hatta neden bu süreç neoliberalizm döneminde hızlandı ki, gibi sorularla yeni oluşumlar ve bu oluşumları kavramsallaştıran tanımlamaların irdelenmesi kaçınılmazdır. Küreselleşme süreci ile sermaye ya da ajanlarının çevreye yayılmaktaki amacı çevreye teknoloji taşımak, istihdam sorununa katkı yapmak ya da cari açık sorununu çözmek olmayıp, çevrede yaratılan katma değerlerin merkeze transferidir. Emperyalistler kavramı sermaye hareketliliği üzerinden oluşturmuşlar. Oysa sermaye hareketliliği kendi başına bir anlam ifade etmeyip, merkeze kaynak aktarma amacının ara aracıdır. Konuya böyle yaklaştığımızda, yani artık değeri ifade eden fon hareketliliği bağlamında meseleyi ele aldığımızda, anlamlı kavram küreselleşme değil, merkezileşme olmalıdır. Konuya merkezileşme olarak yaklaşım yapıldığında, neyin merkezileştiği sorgulanarak, emperyalizmin sömürücü yüzü ortaya çıkar.
Görülüyor ki, karşımızda çok geniş bir metot meselesi durmaktadır. Batı kaynaklı bilgilerin aktarılması ve yorumu ile ilgili metot konusu emperyalizmin çevresel konumlu ülkeler üzerinde oluşturduğu örtülü baskı aracı olarak görülmelidir. Zaman zaman anlatım ve yorum konularının emperyalizm ile ilişkisini anlatmaya devam edeceğiz.
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56