Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali!

Fotoğraf: Aytaç Ünal/AA

Depremin büyük yıkımını ve felaket yaşanırken bile bağış ve çadırlarını satabilen Kızılay örneğinde ifşa olduğu gibi, depremzede karşısında siyaseten ve ahlaken ikinci bir enkaza dönüşmüş iktidar gerçeğini tartışıyorken tam da... Altılı Masa’, Akşener fay hattındaki şiddetli sarsıntıyla yıkıldı.

Beklenen bir gelişme miydi? Olup bittikten sonra ‘hiç de sürpriz olmadı’ diyen çok bilmişlerden değiliz. İktidar mahfillerinden “bu masa yürümez, dağılır” diyenler vardı elbette. Ama onlarınki de bir öngörüden çok bir temenniyi ifade ediyordu aslında. Muhalefet saflarında son güne kadar bu dozda bir sert çıkışla bu ölçüde bir kırılma bekleyen sanırız ki yoktu.

Depremdeki büyük başarısızlığın da eklenmesiyle, en elverişsiz koşullarda seçime girme durumuyla karşı karşıya kalan Saray iktidarına sunulmuş bir ‘can suyu’ niteliğindeki bu sarsıntının, bütün bir muhalefeti ilgilendiren sonuçları da var elbette. ‘Altılı Masa’ ittifakına oy veren milyonlarca muhalifin ilk anda yaşadığı hayal kırıklığı ve moral bozukluğunun ötesinde, seçim sürecindeki siyasetin zemini, siyasal güçlerin dizilimi ve ilişkileri bakımından dar zamanda hızlı hareketliliklere yol açacak, kimsenin ilgisiz kalamayacağı bir kırılma bu.

Akşener, “ne bu şiddet, bu celal?​” dedirten keskinlikteki açıklamasına, “en sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim” diye başlamıştı. Biz de öyle yapalım: Yol açtığı depremin altında en başta Akşener ve partisi kalmıştır. Şimdilik görünen o ki, bir tür siyaseten intihar etmiş, gerçek nedeni ve hedefleri her neyse, ava giderken avlanmıştır. Esas olarak rejimin değişmesi gerektiğine dair oluşmuş nesnel muhalif zeminden edindiği ve anketlere de yansıyan oy oranından çok daha gerilere düşecektir. Nitekim ilk andan itibaren partisinden istifalar başladı. Şu söylenebilir; beslendiği muhalif enerjiyi böyle son düzlükte darbelemenin sonuçlarını hesap etmemek, ya biz fanilerin şimdilik ancak tahminden öteye geçemeyeceğimiz alengirli ilişkiler içinde olmakla ya da daha çok ikbal ve siyasal rant hırsıyla gözünü karartmış bir ihtiraslı siyasetçi olmakla mümkündür.

BİR ÇORBA İÇMİŞLİĞİNİZ DE Mİ YOKTU?!

Esasa dair olmasa da Akşener’in masayı devirme biçimi de bahsettiğimiz gözünü karartmışlıkla ilgili olsa gerek. Gerçekten de ibretliktir. Aylar boyunca süren ortak mesailer, yazılan yol haritaları, hükümet programları, saptanan ve uzlaşılan anayasal ilkeler, koordinasyonlar, komisyonlar, “esas olan güçlendirilmiş parlamenter rejimdir, aday ayrıntıdır” söylemleri, vs... hepsi çöpe! Yalandan ibaretmiş meğer Akşener için. Bütün bu mesainin harcandığı o ‘masa’ da bir ‘noter’ ya da ‘kumar’ masasıymış! 1 buçuk yıl sonra farkına varmış ki kendisine kurulmuş bir ‘kıskaç’ tezgahının içindeymiş! Hele partisini Meclis’e sokmak da dahil, bütün olanaklarını kendilerine sunan CHP liderine atfen söyledikleri; insana ‘o kadar birlikte çorba içmişliğiniz var o masalarda, bir çorbanın bile hatırı vardır’ dedirtecek hoyratlıkta. Ölüm ile sıtma arasında tercih yapmayız’ derken, Erdoğan rejimi ile Kılıçdaroğlu’nu aynı paranteze almakta. ‘Millet’ hamasetinin dibine vuran ve kendisi yoksa millet de yok babından bir ajitasyonla kendisine ‘milletin sözcülüğü’ misyonunu uygun gören Akşener, CHP’li iki belediye başkanını da partilerine karşı bir tür isyana çağırarak bitiriyor masayı yıkım nümayişini. Stratejiye bak hizaya gel! Enkazı böyle kaldırabileceğini zannediyor olmalı. Bu sabotaj çizgisine ise ‘kazanabilecek aday’ efsanesiyle masumiyet/meşruiyet kazandırabileceğini zannediyor. Millet bu iki ismi istiyormuş ve Akşener de milletin sözcülüğünü yapıyormuş! (Sırrı Süreyya’nın cuk oturan sözünü anmadan geçmeyelim: “Kazanacak aday varsa, sana, senin siyaset yapmana ne hacet babam?!”)

KILIÇDAROĞLU’NUN MUHALEFET DOZAJI ÇOK MU GELDİ?

Biz hiç yorum yapmayıp hatırlatalım: ‘Millet millet’ diye racon kesen Akşener’e daha çok kısa bir süre önce Sözcü gazetesine manşet olan şu sözleri şimdi ne anlatıyordur acaba: “Altılı masayı devirmem, millete ihanet etmem!”

Yine iki ay önce söylediklerinden: “iki buçuk yıldır geziyorum, birbirimize düşersek, masadan ayrılırsak bu millet saçımızı başımızı yolar!”

Örnekler çoğaltılabilir. Bunca zaman, bu ölçüde bir angajmandan sonra bu keskinlikte bir viraj “hayatın doğal akışına” uygun sayılmasa gerek. Kılıçdaroğlu’nun son dönemde düzenle/iktidarla nispi hesaplaşma içeren bir pozisyon tutturması mı ürkütücü geldi acaba? 5’lilere, mafyalaşmış odaklara dönük uzlaşmaz tavırları, deprem sürecinde (Akşener’in ilk anda Erdoğan’ı arayıp “yapıcı muhalif”(!) örneği sergilemesinin aksine) siyasetten imtina etmeyip vites yükseltmesi, vb... Akşener’in siyasal kodlarını çok mu zorladı? Kılıçdaroğlu’nun seyrini belirlediği muhalefet dozajıyla ortaklık ilişkisi katlanılamaz mı oldu?

Sorular çoğaltılabilir. Somut yanıtlarını belki çok sonraları öğrenebileceğimiz ve hatta Saray’ın labirentlerine kadar uzatılması muhtemel sorular... Ama bu süreci sürekli sağa açtığı geniş alanla yönettiği için ayrı bir tartışma konusu yapılabilecek Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi, “taşlar yerine oturacak(tır).”

REJİME ‘KENDİLİĞİNDEN’ DESTEK

Başta dediğimiz gibi, Akşener’in bu hamlesi hem bir siyasi intihar ve hem de Saray’a sunulmuş hayati bir imkândır. Ucu iktidara çıkan gizli saklı dolapları somutlayamamak da bu gerçeği değiştirmez, ‘kendiliğinden’ bir destektir. Toplam muhalefetin enerjisini kırarak, zaafa uğratarak verilmiş bir destek...  Ki daha ilk dakikadan itibaren bu görülmüş, Akşener’in hamlesi, Erdoğan destekçiliği olarak okunmuştur. Üstelik muhalefet saflarından Erdoğan ile öyle ya da böyle, dolaylı ya da dolaysız bir uzlaşmanın, ilişkilenmenin berbat bir işbirlikçilikle birlikte sıfırlanmaktan başka bir sonuç vermeyeceği de açıktır. Örnekleri çoktur.

‘AHLAKSIZ TEKLİF’ VE FOS STRATEJİ!

Akşener’in iki CHP’li belediye başkanı üzerinden kurguladığı plan da muhalefeti tamamen bozguna uğratmak esaslıydı aslında. Bir gün önce mutabakat metnine ıslak imza atıyorsun ve bir gün sonra o masanın nasıl bir şantaj ve kumpas pazarı olduğunu söylüyor ve hakaret ettiğin partinin belediye başkanlarına çıkın partinize isyan edin diye “ahlaksız teklif”te bulunuyorsun. Karşılık bulsa sonuçlarını varın tahmin edin. Ki karşılık bulmuyor ve Akşener planı bir fiskede tuzla buz oluyor. Bu kadar defolu, bu kadar fos bir siyasal hamlenin sonucunun kendisi ve partisi adına hüsran olacağını öngöremiyor ve daha ilk saatinde seçimde adaysız, en önemlisi de siyasetsiz, dımdızlak kalıyor... Olası uzlaştırma çabalarının ne sonuç vereceğini göreceğiz ama her durumda Akşener ve partisinin kendi yarattığı enkazın altında kaldığını şimdiden söyleyebiliriz.

KAYBEDERKEN KAYBETTİRMEK

Ama böyle diye bütün ittifak ve unsurlarıyla Saray rejimine muhalefet eden toplamın bu olup bitenden güçlenerek çıktığını da söyleyemeyiz herhalde. “İyi oldu, muhalefet arınıyor” demek, en iyimser ifadeyle yerçekimsizliktir. Tek adam rejimi karşısında ‘benzemezlerin etkileşimi ve  iktidar karşısında hizalanması’ diyebileceğimiz muhalefet bileşkesinden eksilen her kimse önce kendisine vurmuş olur ve maalesef kendisiyle birlikte o muhalif bileşkeyi de zaafa uğratmış olur. Kaybederken kaybettirme durumu yani. Akşener ve partisinin ittifakından kopması, orayı sabote edip darbelemesi, hayalkırıklığı ve moral bozukluğu yaratması, vs... rejimin işine geldiği gibi, genel muhalif toplam açısından da ilk elden bir irtifa kaybı yaratacak niteliktedir. Telafisi mümkün müdür peki? Elbette mümkündür.

DEĞİŞİM ENERJİSİNİ HAREKETE GEÇİRMEK

Akşener’e ve partisine yönelik kendiliğinden kopan tepki de gösteriyor ki çözüm yine o değişim enerjisindedir. O enerjinin bir başka hız ve düzeyde harekete geçirilmesindedir. Seçime çok kısa bir zaman kala, artık az çok belirlenmiş tek adayla, bütün muhalif güçlerin daha çok yüklenmesindedir. Bugüne kadar yapılan matematik hesapların değil de ancak dişe diş bir mücadelenin kazanabileceği gerçeğini kavramanın zemini daha bir belirginleşmiştir.

“Ya tarih yazacağız ya tarih olacağız” diyordu Akşener. Bir gün içinde görüldü ki onun bahtına tarih bile olamamak düştü. Tarihi yazmak işi ise ortada duruyor; depremde halkın yanına koşan, sergilediği büyük dayanışma örneğiyle asıl potansiyelini ve dinamizmini gösteren emek, özgürlük ve barış güçlerini bekliyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Vergide sahte sefer

Vergide sahte sefer

Maliye Bakanı Şimşek’in servet sahiplerinin vergi ödememesine tepkiler üzerine ilan ettiği “vergi denetimi seferberliği”nden koca bir hiç çıktı. Müfettiş yetersizliği nedeniyle şirketlerin sadece yüzde 2’si denetlendi. Sınırlı denetimde bile kaçırıldığı tespit edilen vergi tüm şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin yarısına erişti. Vergi yükü her zaman olduğu gibi bordro mahkumu emekçinin sırtında kaldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİSAM: Açlık sınırı 22 bin 886 TL, yoksulluk sınırı 79 bin 165 TL.

Evrensel'i Takip Et