06 Mart 2023 03:30

Sporda ‘siyaset yasağı’ kimin silahı?

Bursasporlu oyuncular Amedsporlular saldırıyor.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

“Spora siyaset sokma” şeklindeki klişe suçlamanın ne kadar yersiz olduğunu bu köşede sık sık tartışıyoruz. 20. yüzyılın başlarında Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) bu kalkanı yani “sporun siyasetten bağımsız olduğu” yönündeki sanrıyı burjuva politik akımlar içindeki çekişmelerden kendini korumak için icat etti. 1920’lerle birlikte bu, komünizm ve işçi sporları hareketine karşı burjuva düzenin bizzat kendisini savunma aracına dönüştü. Komünistlerin ve Avrupa’da kendine sosyalist diyen kesimlerin “farklı bir spor” iddiasını büyük oranda kaybedip, kapitalizmle spor aracılığıyla rekabete giriştiği 1950’lerle birlikteyse bu düsturun, IOC’nin 2 kutup arasında kurduğu hassas dengenin “olmazsa olmazı” olarak meşruiyet kazandığına tanıklık edildi. Bu dönemde IOC’nin başkanı olan Avery Brundage, pek çok olimpik ilke ve bağnazlık konusunda modern olimpiyatların kurucusu Pierre de Coubertin’le benzeşiyordu. 1930’larda faşizme ve Nazizme hayranlığı bilinen, azılı kapitalist Brundage, siyaseten nefret ettiği bir kutup olsa da SSCB ile bir kazan-kazan ilişkisi geliştirmişti. SSCB’yi IOC’ye alarak IOC’yi dünya sporunun tek merkezi hâline getirdi. Yanlış anlaşılmasın, ne kendisi ne kurumu son tahlilde politik olarak tarafsızdı ama hem IOC’nin bir burjuva odak olarak güçlenmesini sağladı hem de zaman zaman SSCB’ye de ayrıcalıklar tanıyarak (1960-1980 arasında SSCB’nin olimpik sahnede kayırıldığına ilişkin birçok isyan mevcuttur) kurumunu birleşik ve güçlü tuttu. Bu dönemde sporun politik bir araç olarak kullanıldığını gündeme taşıyanlar, bu yolla yerleşik nizama karşı güç arayışında olan kesimler daha çok ikili denklemin dışında kalan Çin ve Bağlantısızlar Hareketi’ne mensup ülkelerdi. (1962-1966 arası hayat bulan “alternatif olimpiyat” GANEFO’dan daha önce bahsetmiştik) Çin ve diğerlerinin “olimpik aile”ye katılması ve SSCB’nin yıkılmasını takip eden dönem, “spora siyaset sokmama”nın artık hür, liberal, demokrat, otoriter, milliyetçi, içe kapanık vs. tüm yönetimler için halka, ilerici düşüncelere karşı kullanılan “ortak bir kaide”ye dönüşmesi dönemiydi. Yani tarih boyunca güçlünün zayıfa karşı kullandığı riyakar bir sopa olan “spora siyaset karıştırmayın” tembihi artık tamamen sporculara, yurttaşlara yönelikti. Devletler, kendi aralarında farklı rekabetleri sürdürerek uluslararası arenada bu ilkenin tam aksini hayata geçirseler de söz konusu tezatı “ulusal çıkar” kisvesiyle örttüler, iç politikada ise spor aracılığıyla dile gelmeye çalışan her türlü muhalif düşünce ve eylemi bu yolla bastırdılar.

Fenerbahçe tribünlerinin başlattığı tartışma tüm bu çelişkiyi, tezatı ve riyayı yeniden gözler önüne serdi. Halk, “haddini aşarak” politik öfkesini “kutsal otorite”yi, sözde siyaset üstü bir alandan sarsarak gösterdi. Bu “isyan” siyasi iktidar tarafından hızla bastırılmak istendi ve fedailer sahaya sürüldü. Buna karşılık tamamen siyasi olarak örgütlenmiş bir burjuva hattın parçası olan federasyon, kulüp yönetimleri ve Kulüpler Birliği hangi safta durduklarını bir biat bildirisiyle ilan ettiler. Aynı zamanda Kulüpler Birliği başkanı olan Ali Koç’un taraftarların evlerine tebligatlar gitmeye başladıktan sonra yaptığı, fazlasıyla gecikmiş tekil çıkış, “gaz alma” çabasının dışında tek bir anlama sahip: Taraftar (halk), yönetimin bu süreci idare ediş biçiminden hoşnut değil ve öfkesini de koruyor.

Dedik ya, spor sahalarında muhalif politik düşünceye yasak koymak sadece hakim siyasi düzeni pekiştirmekle ilgilidir yani tamamen politik bir saldırıdır. Bu saldırının etkili olabilmesi çoğu zaman spora içkin sahalarda eyleme dökülmesini de gerektirir. Amedspor’a karşı yıllardır devam eden abluka, tamamen bununla ilgili. Bu yüzden kimse Bursa’da otel önüne taşınan ırkçı nümayişi (bu yazı yazıldığında maç henüz oynanmamıştı) bu gündemden azade sanmasın. Hepsi aynı şeye, aynı siyasi ufka hizmet ediyor.

Not: Şunu da eklemeden geçmeyelim. Sporun, deprem gündemini 2. plana atacağı, halkı siyasetten uzaklaştıracağı endişesi taşınıyordu. Ancak depremi politik bir şekilde gündemde tutanlar tribünler oldu. Gündemi, depremden uzaklaştıran şeyse bizzat muhalif kesim içindeki iktidar yanlısı u-dönüşünü yapanlardı. Mücadele hâlindeki kesimlere siyasetin gerçek aktörlerinin, seslenilmesi gerekenlerin burjuva liderler değil halk olduğunu hatırlatan güzel bir örnek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa