Toplumcu kentleşme ve dünyada Yakın Kent tartışmaları

Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel
Meral Akşener masayı devirince dönen onca tartışmanın içinde bir de, durumu anlamak için uzman bilgisine gerek var mı tartışması oldu. Uzmanın bilgisinin, düşünme yönteminin yönlendirmesini siyasi seçkinlerin davranışlarını izlerken de gördük, depremde de. Afetle mücadele konusunda siyaset bilimciler, kentsel politikacılar bilgilerini paylaştılar, özellikle karşılaştırmalı olanlar ufuk açıcı oldu. Bugün, deprem sonrası ve afet önleyici bir kentleşme nasıl olabilir sorusuna yanıt bulabilmek için Türkiye’de ve dünyada 15 dakikalık ‘yakın kent’ tartışmalarına bakmak istiyorum.
Tarık Şengül, başka bir kentleşmeyi düşünmemiz gerekiyor, yoksa kentlerde ölmeye devam edeceğiz diyor. Kent, neoliberal dönemde üretimin yapıldığı ve tüketildiği yer olmaktan çıkıp inşaat sektörünün elinde ekonomik değerin kendisi haline geldi. Tarık Hoca’nın önerisi, Hatay’ı ve diğer kentleri yeniden kurarken ve İstanbul’u depreme karşı korurken sınıfsal dışlanmayı önleyici, toplumcu bir kentleşme anlayışıyla hareket etmek.
Yeni bir kentleşme nasıl olmalı diye düşünürken, karşılaştırmalı analizler önemli demiştik. Kamuoyunda son günlerde ABD’de orta sınıfın banliyölere dağılmış olması şehir merkezine ağırlık yapmayan ve afetlere karşı güvenli bir model olarak önerildi. Şehir plancısı Ceren Gamze Yaşar, Amerikan banliyö sisteminin aslında ekolojik ve sınıfsal olarak hiç de düşünüldüğü gibi işlevsel olmadığını açıkladı.
Biz bu tartışmaları yaparken, Avrupa’da yakın kent olarak da bilinen, 15 dakikalık kent tartışmaları, hatta protestoları sürüyordu. 15 dakikalık kent, rant kaygısıyla kenti çevreleyen (ve besleyen) tarımsal topraklara doğru kaymamış, kara yolu ulaşımına ve AVM gibi kapalı mekanlarda sosyalleşmeye muhtaç kalmamış, mahalle odaklı bir kentleşme pratiği. Kentlilerin yaşadıkları yere 15 dakika (20 dakika ve yarım saatlik versiyonları da var) yürüme ya da bisiklete binme uzaklığında işyeri, okul, hastane, tiyatro/sinema, park gibi hayattan keyif alma mekanları, dernek/toplantı salonları gibi sivil örgütlülük mekanlarına erişebileceği bir kent planı öngörüyor. Yani, yürünerek yaşanabilecek bir kent tasavvuru.
15 dakikalık kent fikrini bir Fransız akademisyen 2020’de dünyanın neredeyse bütün kentleri pandemi nedeniyle karantina altındayken ortaya atmış. Ana fikir, eğer yürünebilir, ve dolayısıyla tek ya da az merkezlerde yoğunlaşmamış kentlerde yaşıyor olsaydık, birbirimizden uzak durmak için karantinaya girmemize gerek kalmazdı. Paris belediye başkanı, bu fikri ikinci dönem tekrar seçilebilmek için kampanyasında kullanıp başarılı olunca kavram popülerleşmiş. Barselona, Amsterdam, Kopenhag gibi kentlerin tamamında olmasa da kimi bölümlerinde yakın kent uygulamalarını görmek mümkün. Kentin tümü değil, bir kısmı 15 dakikalık olarak planlanınca, bu kısımların kentin geri kalanına eklemlenmesi için ulaşım planlaması bu denemelerin önemli bir kısmını oluşturuyor. Ulaşım planlamasında akıllı kent uygulamaları, yani dijital teknolojiler sıklıkla kullanılıyor.
Ankara’nın yerel gazetelerinden Ayrancım gazetesi, 15 dakikalık kent kavramı hakkında bir dosya hazırlamış. Ulaşım planlamacısı Erhan Öncü, Ayrancı’nın 15 dakikalık kente dönüştürülme ihtimalini ulaşım ve barınma planlaması açılarından değerlendirmiş. Ortaya çıkan sonuç, tek mahallede yakın kentin gerçekleştirilmesinin neoliberal kentleşmenin emlak piyasasına ve ulaşım ağlarına yaptığı baskı çözülmeden zor olduğu. Çünkü emlak değeri artan bir mahalle kısa sürede kara yolu ulaşımının arteri haline getiriliyor. Artan emlak değeri, 15 dakikalık kentlerin en büyük açmazını da gözler önüne seriyor: Yakın kent ayrıcalıkları orada yaşayacak sosyoekonomik konuma sahip olanların elinde kalıyor ve sınıfsal ayrışmayı körüklüyor.
Biz deprem sonrası bölgeye yapılacak TOKİ’lerle, kentlerin tarım alanlarına ‘kaydırılması’ gibi önü arkası düşünülmemiş fikirlerle uğraşırken, İngiltere’nin üniversiteleriyle bilinen kenti Oxford’da 15 dakikalık kent aleyhine 2 bin kişinin katıldığı bir protesto vardı. Oxford belediyesinin kent merkezindeki kronik trafik sıkışıklığını azaltmak için dijital teknolojilerle takibini yapacağı randevu sistemi, insanları iklim takıntılı otokrasiler tarafından evlerine hapsedecek “büyük sıfırlama” diye bir plan olduğunu düşünenlerin hedefi oldu. Bu komplo teorisine inananlar, aynı zamanda pandeminin ve iklim değişikliğinin gerçek olmadığına da inanıyor; aşı olmak, maske takmak gibi kamu sağlığı kurallarının dünyayı kontrol altına almak için adımlar olduğunu düşünüyor.
İklim ve aşı karşıtlarının 15 dakikalık kentte gördükleri gözetleyici devlet ihtimaline gösterdikleri örnek Çin’in kovid uygulamaları. 15 dakikalık kenti de sosyalist bir distopya olarak görüyorlar. Gerçekten Çin’de 15 dakikalık kent çalışmaları var. Ama, 15 dakikalık kentler varolan kentleri yeniden düzenlemek yerine yoktan kentler yaratmak, yani inşaat ve finans sektörüne yeni yatırım alanları yaratmak için bir araç haline getirilmiş. Bunun için Chengdu ve Şanghay örnekleri öne çıkıyor. Bunun örneklerini daha önce “yaratıcı kentler” gibi kentlerin yatırımcılar nezdinde değerinin artmasını amaçlayan markalaştırmalarda görmüştük. Çin’de 15 dakikalık kentlerin en başından beri neoliberal ideolojiye eklemlenmiş olması bu yeni kavramın toplumcu bir kentleşme anlayışının parçası olmasını engelliyor.
Yani, 15 dakikalık kentlere itiraz etmek için komplo teorisine gerek yok. Nasıl kamu hizmetlerinin sağlandığı bir ‘yakın’ mahallede yaşamak üst-orta sınıfın elde edebileceği bir ayrıcalıksa, ulaşım, sağlık, eğitim, sosyalleşme gibi kamu hizmetlerinde bütçe kısıtlamasına gidilen alt-orta sınıf mahallede yürünebilirlik adına hareket kısıtlaması getirilmesi sınıfsal bir mesele. Büyük sıfırlama komplo teorisi, Tarık Şengül’ün toplumsal öfkenin faşist dışa vurumu öngörüsünün bir başka coğrafyada gerçeğe dönüşmesi aslında. Akıllı, yakın, yaratıcı kentlerden önce toplumcu kentleşmeye ihtiyacımız var.
Evrensel'i Takip Et