Deprem ekonomisi

Ekonomi bilimi tercihlerle uğraşır. Tercihler ise, farklı faydalar ve maliyetlerin hesaplanması ile yapılır. Hani bir güzel reklam var ya, bir ürün almaya karar veren bir birey, ürünü almaktan vazgeçiyor ve şöyle diyor: “Olmasa da olur”. Alacağı üründen vazgeçen birey, tercihini başka bir ürüne koymuş, gençlerin eğitimine koymuş demektir. İşte tercih böyle bir şeydir, yani anlık mukayese değil, çoğu zamanlar arası mukayeseyi gündeme taşır. Eğitime tercihini koyan bir birey, anlık tüketiminden ileri dönemde oluşacak faydaya yönelmiş demektir.

Devlet bütçesi de gerek harcamalarda gerek harcamaların maliyetinin toplumun hangi kesimine yıkılacağı konusunda tercihler cetvelidir. Tercih konusu bireysel alandan kamusal alana çıkınca tercihler de zamanlar arası ve nesiller arası olmaya başlar. Bunun sebebi kamu yatırımlarının uzun vadeli olması ve toplumun bir bölümünde yaratılan değerlerin başka bir bölümünde kullanıma sunulabiliyor olmasıdır.

Şimdi bu kısa açıklamaların ışığında deprem ekonomisi konusunu böyle bir yazı boyutunda tartışalım. Tartışma konumuzu, deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde kamusal tercihlerin nasıl yapılması gereği oluşturmaktadır. Böyle bir tercih, belirsizlik koşulunda karar almayı gerektirir. Şöyle ki, depremin olacağı kesin olmakla beraber, yeri, zamanı ve şiddeti hakkında kesin bilgi sahibi olamıyoruz. Ekonomi alanında en zor karar alma süreci belirsizlik ortamıdır. Birincisi, belirsizlik hesaplamayı güçleştirir, çünkü bazı faraziyelerden hareket etmek durumunda kalınır. İkincisi, belirsizlik koşulları karşısında anlık harcamalar öncelik kazanır. Bu iki temel sorunun yanında başka sorunlar da belirsizlik durumunda kararı güçleştirir.

Söz konusu zorluklara rağmen, özellikle deprem konusunda bazı kararların alınması hiç de zor değildi. Şöyle ki, jeofizik hocalarımız kesin tarih vermemekle beraber, yakın tarihler vermişler, hatta deprem bölgesi üzerinde ısrarla durmuşlardır. Mesele bu denli açık iken, kamusal tercihler, maalesef sermaye etkisiyle çok daha farklı gelişti. Oysa halkçı tercihlerde deprem açısından bölgeler tercih sırasına koyulup, önceliklere göre bir tür konut ve okul, hastane vb. gibi her türlü bina yenileme faaliyetlerine girişilmeli idi. Bu bağlamda tercih meselesine gelince, Çanakkale köprüsü mü acil dir, yoksa depremin bağıra bağıra geldiği bölgede bina yenileme işleri mi önceliklidir? Benzer şekilde, anlamsızca diretilen İstanbul Kanalı mı acildir, hatta gereklidir, yoksa doğu ve güneydoğu bölgesinde okul, hastane sorunlarının çözülmesi mi önemlidir?

Bu soruların çözülmesi, sorulması kadar kolay değildir. Çünkü kullandığım örneklerde salt akılcı bir tartışma yürüttüm. Oysa kamusal kararlar böyle akılcı mantıkla değil, sermayenin ve güçlü çevrelerin siyasete dayatmaları ile alınır. Konulara ve kararlara, akılcı toplumsal tercihler yerine çıkarcı sermaye tercihleri hakim olmaya başlayınca, en temel ihtiyaçlar dahi ticari kurallar çerçevesinde görülmeye ve çözülmeye terk edilir. Konuların çözümü kamusal kurallardan ticari kurallara terk edilince, aklıselimin yerini parasal güç, kazanç ve rant hırsı alır. Bu durumda, “Bunu almasak da olur” muhakemesinin yerini, “Ne kadar çok kazanırız” hırsı alır. Kamusal kararlarda muhakeme ve aklıselimle düşünüp karar verme sisteminin yerini anlık kazanç hırsının alması, devlet aygıtının yapısının organik değişime uğradığının ve ticari yapıya büründüğünün göstergesidir. Devlet ticarileştiğinde, Kızılay da fiyatları kollayarak elindeki çadırları ticari meta olarak değerlendirmeye yöneldiğinde, tüm haklı eleştirilere ve kamu vicdanı rahatsızlığına rağmen otoriteler sessizliğini bozmaz, çünkü olayı ve olay karşısında kamunun rahatsızlığını algılayamaz, anlayamaz. İşte bu durum, kamu otoritelerinin halkından uzaklaşıp, yerli sermaye ve güçlü emperyalist çevrelerin halkasına girmiş olduğunun göstergesidir. İşte halkımızın derinden algılaması ve siyasi tercihini buna göre yapması gereken olgu budur. Siyasi kadronun giderek koyulaştırdığı ve toplumda yaygınlaştırdığı, samimi ve gerçek kutsallıkla ilgisi olmayan gericilik ve dincilik cambazlığının işlevi, siyasal yapının giderek halktan uzaklaşarak, sermaye ve emperyalist çevrelerin eteğinde konuşlanmasının perdelenmesidir.

Kamu otoritesinin ne denli halktan koptuğu, sermaye ve güçlü çevrelere yüzünü döndüğü meselesini deprem sonrası politikalarla da kontrol edebiliriz. Bilindiği üzere, bir zamanlar deprem zararlarına karşılık vergi salındı ve oldukça önemli gelirler sağlandı. Şimdilerde bu gelirlerle ilgili hesap sorulduğunda siyasi otorite, bunların genel giderlerde kullanıldığını söylemekle yetinmektedir. Son depremle ilgili TV şovu ile para toplandığında Merkez Bankası başkanı, usullere aykırı yapılan yardımı, bütçeye girip genel harcamaya gitmeyip, deprem amacına yönelik harcanması mantığı ile savundu. Bu savunma, Merkez Bankasının yardım ayıbını bertaraf etmez, fakat deprem paralarının nerelere harcandığı sorusuna karşı hükümetin savunmasını haklı kılar. Şöyle ki, tüm bütçe varidatı özel kalemlere tahsis edilemez, genel tercihlere göre harcamalara yönlendirilir. Herhangi bir kaynağın belirli harcama kalemine yönlendirilebilmesi için fon hesabına alınması gerekir. İşin genel çatısı budur. Bu durumda, sorulacak soru, paranın nereye harcandığı şeklinde değil, neden bir fon hesabına alınıp, amacına uygun harcanmadığıdır. Siyasi otoritenin buna da vereceği bir yanıt vardır, zira siyasette her yol ve her yanıt mübahtır. Gerçekte ise yanıt şudur: Vergi hangi adla ve hangi amaçla toplanmış olursa olsun, harcamanın sermaye tercihine göre yapılıyor olması esastır. Toplanan vergi sermaye tercihine göre harcanır, halk için harcamalar bütçe açığı ile yapılarak, enflasyon yolu ile yük yine halkın üzerine salınır. İşte deprem vergisini, bütçe açığı ve enflasyonu bu açıdan irdelemek gereklidir. Şimdi yine kurumlar vergisi uzantısı şeklinde ek vergi yolda. Sağlanacak gelir yine fona değil, bütçeye kaydedilecek ve siyasi tercihe, yani sermaye tercihine göre harcanacak demektir. 

Siyasi otorite halkı hiçbir konuda uyarmaz, çünkü her uyarış ve uyanış hizmet, her hizmet de gelir gereksinimi demektir. Onun için bütçeler küçük tutulmaya çalışılır ve bu da halka mazhariyet olarak yansıtılır. Halkımız çarşı ve pazara olduğu kadar bütçe açığına da bakarsa, siyasetin kime hizmet ettiğini çok daha net algılar ve siyasi tercihini ona göre yapabilir.    

Evrensel'i Takip Et