Başkasının düğününde dans etmek
Fotoğraf: DHA
'Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı krizi hafta başında çözüldü. Hızına yetişilmesi zor müzakere ve pazarlıklar sonucunda üzerinde uzlaşılan formüle göre, İttifak bileşeni beş parti genel başkanı yanında, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş, uygun görülen bir tarihte cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanacak.
Yukarıda özetlenen süreç; Millet İttifakının gösterişli oluşum sürecinin kofluğunu, iç iletişim kanallarının zayıflığını ve mutfağı ile vitrini arasındaki farkı gözler önüne serdi. Bu kriz, yok saymakla yok olmayan Kürt meselesini, Türkiye’de kapitalist üretim ve bölüşüm sürecinde devletin baskın varlığını, meşruiyet dışı aktörlerin eksilmeyen gücünü, siyasal terbiye eksikliği ve etik değerlerdeki aşınmanın güncel siyasete etkisini bir defa daha görünür kıldı.
Krize ilişkin zihin açıcı yorumlar elbette düşünce dünyamızı besleyip, hızla gelişen süreci anlamlandırmamıza katkı sağladı. Ancak siyaset bilimi ve gazetecilik çerçevesinde yapıldığı iddia edilen birtakım değerlendirmeler, endişe verici boyutta sorumsuzluk içermekteydi. Olgusal süreç ve gelişmeleri siyasal kavram ve kuramların verimli anahtarları üzerinden çözümlemek yerine tahmin ve niyet okumaları üzerinden falcılık örnekleri veren “bilimciler”(!), bilimsel analize olan güveni sarstı. Üç gün gibi kısa bir süre içerisinde boşa çıkan haber ve yorumlar, acı gülümsemelerin nedeni oldu.
Bunlar yetmezmiş gibi, kendini Millet İttifakı dışında sayan çizgilerin konuya gösterdiği ilgi, sol ve sosyalist çevrelerin bir bölümündeki öz güven eksikliğini olduğu kadar, popüler gündeme kapılma alışkanlığını da bir kez daha gözler önüne serdi. Oysa yaşanan depremlerin sosyal ve siyasal sonuçlarından, Amedspor’un Bursa’da uğradığı vahim saldırıya kadar pek çok konu Millet İttifakı adaylık tartışmalarının gölgesinde bırakılmayacak kadar önemliydi.
* * *
Hayatın bilgiyi hızla yenilediği bir dönemden geçiyoruz. Geçtiğimiz ayın gündemi kamu otoritesinin deprem alanındaki arama-kurtarma ve destek faaliyetindeki eksiklikleriydi. Yurttaşlarından vergi, itaat ve anlayış bekleyen devletin, onlara hizmet verirken ortada olmaması eleştirilerin merkezine oturdu.
Devlet hükümet ayrımı üzerinde uzmanların yaptıklarına benzemeyen ve belki de bu yüzden daha ilgi çekici olan yurttaşlar arası tartışmalar, “Devlet deprem alanında yoktu” diyenlerle buna itiraz edenler arasında başladı. Depremzedelerin devlet tanımlarında, bildik ‘devlet baba’ algısının hâlâ geçerli olduğu ve Erdoğan rejimince kuvvetlendirilen ‘piyasa egemenliğindeki devlet’ algısının eleştirildiği gözlendi. Çok sayıda depremzede tarafından tekrarlanan “Devlet aslında biziz” cümlesi, bunun hemen arkasına eklenebilecek cümle olasılıklarıyla sol yürekleri ısıttı.
Eleştirilerin protestoya dönüştüğü durum ve ortamlarda ‘hükümet’ kavramı ‘devlet’in yerini aldı. Stadyumlardan “hükümet istifa” sloganları yükseldi. Eksiklikler ifade edilirken devlet diyen yurttaş, protesto ederken hükümet demeyi tercih etti. Aslında ‘hükümet’ derken sistemin ‘tek adam’ı ima edilmekteydi.
Bu sürecin not edilmesi gereken üç önemli boyutu; gündelik hayatın içindeki yurttaşın devlet-hükümet ayrımını konuşmaya başlaması, bu konuşmalar sırasında kurduğu cümlelerden korku duvarının iyice zayıfladığının belli olması ve eskiden kutsal kabul edilip uzak durulan konuların uzman masaları dışına açılması oldu. Deprem döneminde kırılanın sadece fay hatları olmayıp, ‘Devlet etrafında şekillenen tabular’da da bir dönüşümün yaygınlaştığı gözlendi. İster yanında, isterse karşısında ifade edilmiş olsun, ‘Devletin giderek ticarileştiği’ saptaması ile “Deprem alanında devlet yok değil, ama artık devlet bu” eleştirel kavrayışı, sosyalist bir gelecek tahayyül edenlere önemli sorular geride bıraktı. Müthiş bir siyasal fırsatı işaret etti.
Buna paralel olarak oraya çıkan bir başka durum bahsedilen önemli gelişmelerin bile önüne geçti. Bencillikten ve benmerkezcilikten yoğun bir biçimde yakınılan bir dönemde ortaya çıkan dayanışma örnekleri umutları tazeledi.
Bu durum, Gezi döneminde ilk kez karşılaştığımız ‘Toplumsal mücadele ve siyasete uzak durur gibi görünen ama kendi yöntemiyle çok değerli katkılar yapan’ kategoriyi bir kez daha öne çıkardı. Deprem sonrasında ortaya çıkan dayanışma, kriz anlarında yeni bir siyaset ve mücadele biçiminin filizlendiğini ‘Gezi’den daha da belirgin bir biçimde bize gösterdi. Daha da iyi olan, bu kez sosyalist parti ve örgütlerin daha etkili olmasıydı.
Başkalarının düğününde dans etmek yerine, Amedspor’a yönelik berbat saldırı üzerine birlikte düşünmek, halkın ülkenin dört bir yanında gösterdiği sıkı ve içten deprem dayanışmasını siyasal kalıcılığa kavuşturmak üzerine kafa yormak daha doğru olmaz mı?
- Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı? 15 Aralık 2024 04:03
- Suriye’deki gelişmeler ve çözüm sürecinin akıbeti 08 Aralık 2024 05:14
- Baskıların haritası bize ne söylüyor? 01 Aralık 2024 04:56
- 150. Yazı - Üçüncü Mektup 24 Kasım 2024 03:01
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45