6 Şubat, Gezi, betondan “kader” ve kadrolar
Fotoğraf: DHA
Depremden hemen sonra gayet tehlikeli bir ruh hali ilerici ve demokrat kamuoyuna hakim oldu. Bu kadar korkunç bir yıkımın, hükümeti ve biriktirdiği pisliği ilk seçimde götüreceği beklentisinden bahsediyorum. Benzer bir umut, Gezi ayaklanması sırasında da bizi ele geçirmişti. İki yıl yakamızı bırakmadı.
Elbette AKP, Gezi’den hemen sonra ayaklanma, mahkeme ya da seçim yoluyla hemen düşse iyi olurdu. Ancak... Öyle hayırlı bir vakadan sonra bile Türkiye Özalcılığın ve AKP’nin yerleştirdiği ekonomi ve kültürden kurtulamazdı.
Bunu bugün de aynı rahatlıkla söyleyebiliriz. AKP’nin hegemonyası o kadar derin ki, üç gün başımıza beton yağsa bu partiye ve ortağına oy verecek milyonlar yine de bulunur.
Daha önce de anlattığım gibi... Bu destek aptallıktan, kandırılmaktan filan verilmiyor. Desteğin temelinde, arzu ve suç (ya da “kader”) ortaklığı var.
Belki yeterince anlamadığımız, yıllardır tuğla tuğla örülmüş bu arzunun ve kader ortaklığının AKP ve MHP’yi de aştığı. Bütün topluma sirayet ettiği. 6 Şubat’ta canlarımızı alan asıl “kader planı”, Dünya Bankası ve Türk burjuvazisi tarafından hazırlanıp devlet ve müteahhitleri tarafından yürürlüğe kondu, toplum tarafından da çoğunlukla benimsendi.
İşte tam da bu yüzden, bir kazayla AKP’den kurtulacak olsak, yerine geçecek partiler de aynı politikalara devam edecek.
AFAD’ın başına liyakatli birini getirmez mi bu partiler? Getirir. Peki, aynı partiler, ekonomi ve beton konusunda AKP ile aşağı yukarı aynı hattı sürdürür mü? Sürdürür.
Diyelim gerçekten de AFAD’ı en iyi yönetecek şahıs arandı, tarandı, bulundu. Bir İstanbul depreminde, böyle bir şahsın korkunç bir yıkımın önünü alacağını mı düşünüyoruz gerçekten? Depremlerde bu kadar çok kişinin ölmesi ne sadece coğrafyadan, ne de sadece likayakatsizlikten kaynaklanıyor. Muhalefetteki düzen partileri, sınıfsal dengeler değişmedikçe, oy alabilmek ve iktidara gelebilirlerse orada kalabilmek için, yıkımların temelindeki büyüme modelini sürdürmek zorundalar.
Akşener gibi tescilli bir faşistin uzun bir süredir kilit rol oynaması, birçok ilericinin ve demokratın bile umutlarını Akşener’in iki dudağı arasından çıkacak lafa bağlaması, aynı hastalığın sonucu.
Bu kadar derin bir hegemonyanın varolduğu bir ülkede, Gezi ve 6 Şubat gibi patlamalar, hükümeti devirmenin değil, siyaseti yeni eksenler etrafında şekillendirmenin fırsatı olabilir ancak. Bu yeniden şekillendirme de bir iki ayda olacak bir şey değil. Ancak 12 Eylül’ün, Özallı yılların, betonun, Gezi’nin dinamiklerini çok iyi anlamış kadroların -elbette büyük patlamaların yarattığı geçici duygu sellerinin içinde de yüzerek- seneler içinde gerçekleştirebileceği bir dönüşüm.
Gezi’de kaçan fırsat işte buydu: Varolan kadrolar önderliğinde taze bir siyasi yarılma başlatmak, ve aynı zamanda yeni kuşaklar arasında varolandan çok daha geniş bir kadrolaşmaya girişmek. Gezi ayaklanmasından gerekli dersleri çıkarmayan bir toplum, aynı hataları tekrarlamaya devam eder. Deprem sonrası denklem ve seçimlere de benzer boş umutlar bağlanır. Bu umutları elbette anlamak, bunlarla duygusal etkileşimde kalmak ama, bunlara teslim olmamak gerekiyor.
On sene önce olduğu gibi bugün de asli görev, gerekli kadroları yetiştirmek. İkinci asli görev: Eğer geçici öfkeler Gezi’de olduğu gibi öz-örgütlenme odakları yaratırsa, bunları sahiplenip yaşatmak. Ancak unutmayalım, Gezi sırasında forumların daha da çok yayılıp kurumsallaşamaması, yine kadro eksikliğinden kaynaklanıyordu. Öz-örgütlenmelerin kendi ayakları üzerinde durabilmesi için bile ciddi kadrolar gereklidir her zaman.
Bir hatırlatma daha... Dünya tarihinde forum, şûra ya da komün benzeri yapılanmalar birkaç defa geniş coğrafyalara yayılma şansı buldu... Fakat bu tarz yapılanmaların takriben on sene boyunca iktidar ortağı olarak kalabilmesi sadece bir kez yaşandı... Bu da kısmen kadrolar sayesinde oldu. Eğer kadrolar gerekli müdahaleleri gerçekleştirmeseydi, şûralar 1917 sonrasında da aynen 1905-1906’da olduğu gibi sönümlenip giderdi. Doğru... Öfke, acı, umut, isyan, neşe, arzu, hüzün ve çaresizlik gibi çelişik duygulanımların birbirinin içine geçtiği tarihsel patlamalar öz-örgütlenme odakları yaratabilir... Ama ancak kadrolar bu odakları sürekli ve etkili kılabilirler.
(Elbette büyük toplumsal dönüşümlerin, kadrolar ve öz-örgütlenmeler dışında başka ayakları da var. Bu yazıyı çok dallandırıp budaklandırmamak için, o ayakları da başka yazılarda tartışmayı düşünüyorum.)
Kısacası... Anın büyüsüne çok kapılmayalım. Bir faşist liderin bir iki salınımından dolayı da umut yitirmeyelim (Ya da durduğu yer tekrar değişince fazla heyecanlanmayalım). Bir taraftan şu andaki fırtınanın içinde ilerler ve örgütlenirken, diğer taraftan önümüzdeki senelere bakalım.
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51
- Irkçılık, sembollerin dili ve masumiyet 06 Temmuz 2024 04:34
- Hindu sağı: Bir adım geri 22 Haziran 2024 04:20
- Amerikan öğrenci hareketi dönüm noktasında 08 Haziran 2024 04:59
- Aranjuez ve Deniz 25 Mayıs 2024 04:45