13 Mart 2023 03:00

"Doyduk derde, elhamdülillah"

Beşir Vakfı'nın çadırı

Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel 

Paylaş

Maraş merkezli depremin ardından Antep’ten Sakarya’ya getirilen dokuz yetim çocuğun Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olan ancak işletmesi İsmailağa Cemaatine yakın Sakarya Erenler İlme Hizmet Vakfı tarafından yürütülen Mekke Mescidi-Hanife Akın Kur’an Kursuna yatılı olarak verildiği, DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberi ile ortaya çıkmıştı.

Depremden önce de, Timur Soykan’ın haberiyle  İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı Onursal Başkanı Yusuf Ziya Gümüşel’in çocuk istismarı ülkenin önemli gündem konularından biri haline gelmişti. 

Buraya nasıl gelindiğine dair kısa bir özet yapalım. AKP iktidarının Fethullah Gülen Cemaati ile devleti birlikte yönetmeleri ve dönemin kritik davalarını birlikte çekip çevirmelerine tanıklık etmiştik. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu cemaatle yollar ayrılınca, İsmailağa Cemaati ve Menzil Tarikatı öne çıktı.

70 yıl öncesinde tarikatlar, yine siyasetin koruması altında ama çevrelerinde topladıkları müridlerle daha içe dönük, dünyevi olanla ilişkilerini görece daha geri zeminde kurarlardı. Devletin bakanlarından, semtin karakolundaki amire kadar tarikatlarla gündelik mesainin sürdüğü türlü ilişkiler döneme dair romanların konusu olmuştur. Cumhuriyetin laiklik anlayışı yine türlü gündelik ilişkiler içinde maniple edilirdi ama herkes nizami dengeler içindeki sınırını da bilirdi.

Uğur Mumcu’nun 1987 yılında yayımlanan Rabıta adlı kitabı Suudi Arabistan’ın liderliğinde kurulan Rabıta’nın (Dünya İslam Birliği) Türkiye’de İslamcılık üzerindeki etkisini, bu ilişkinin dini, siyasal ve akçeli yapısını ayrıntılı biçimde ortaya koymuştu.

Meydanlarda ayet okuyan 12 Eylül 1980 Darbesinin Lideri Kenan Evren açısından, din toplumsal uyanışın önünün kesilmesindeki başlıca araçlardandı. Bu, Türkiye’de neoliberal yapısal dönüşüm politikaları içinde kritik öneme sahip 24 Ocak (1980) kararları açısından ihtiyaç duyulan ideolojik harç bakımından dine biçilen rolü tarif eder. Ardından Turgut Özal’lı yıllar, bu zeminden güç alan ve onu güçlendiren yıllar olmuştur. Yani bugün yaşadıklarımız, tarikatların kendi başlarına katettikleri yolun hikayesi değildir.

Bir ucu devletin eğitim kurumlarına, bir ucu holdinglere, bir ucu türlü siyasal ilişkilerle varlığını sürdüren aquapark işletmeciliğine ve bir ucu da deprem bölgelerine yayılan bir yapı. Sosyal medya paylaşımlarına yansıdığı gibi, devletin kurumlarının, AFAD’ın ulaşmadığı illerde, çeşitli sol, sosyalist örgüt ve yapıların sınırlı imkanlarla ve büyük bir enerjiyle ortaya koydukları dayanışmanın yanında bir de tarikat mensuplarını gördük.

İsmailağa Cemaati mensuplarının deprem alanlarında kısa bir süre içinde bitmesi öyle kendiliğinden olmadı. Cemaatin resmi web sitesinden aktaralım: “İsmailağa Derneği olarak, deprem haberini aldığımız ilk andan itibaren, en çabuk şekilde nasıl müdahale edebileceğimiz hususunu değerlendirmek üzere kriz masası oluşturduk ve plânlamamızı yaptık. Depremden etkilenen şehirlerde ve komşu şehirlerde faaliyet göstermekte olan derneklerimizle irtibat kurarak, halkımızın durumu hakkında bilgi aldık. Hesaplarına nakdî aktarımda bulunarak görevli hocalarımızın koordinasyonuyla yardım faaliyetlerini ivedilikle başlattık. Hocalarımız, ihvân ve muhibbânımızdan oluşturdukları gönüllü kadrosuyla pazartesi sabahı erken saatlerden itibaren sıcak çorba, ekmek, su, battaniye ve kışlık giyecek yardımlarını dağıtmaya başladılar.”

Etkileri devlete uzanan diğer tarikatlar da sahadaydı. BirGün’ün Menzil Cemaatinin enkaz üzerinde depremzedelere tövbe seansı düzenlemesini ortaya çıkarması ve ardından deprem bölgesinde bir valinin Menzil şeyhinden yardım istediği ortaya çıktı. Sonrasında da, tartışmaların odağındaki Adıyaman Valisi Mahmut Çuhadar’ın dönemin popüler istifa biçimiyle affını istediğine tanıklık ettik.

Muhalefet belediyelerinin yardım tırlarının önüne AFAD amblemi yapıştıran, yüzlerce sivil kurumun yardımlarına el koyarak AFAD bünyesinde merkezileştiren iktidar, depremin bir ‘kader planı’ olduğunu anlatmaları ve iktidara, devlete isyan etmek değil, yaşananı mukadderat olarak kabullenmek gerektiğini vazetmeleri için tarikat yapılarının önünü açtı, teşvik etti.

Bir yanda tarikatlar bir yanda Diyanet görevlileri... Evrensel’de bugün yer alan, arkadaşımız Mahsun Kılıç’ın İskenderun’dan yaptığı haber bu açıdan çok çarpıcı. Gönüllü öğretmenler tarafından depremzede çocuklar için kurulan oyun çadırına askerler eşliğinde giden Diyanet Vakfı görevlileri, 4-6 yaş arasındaki çocuklara dini eğitim vermek için ısrarcı oluyor. Oyun çadırını kuran öğretmenlerden birinin itiraz etmesi üzerine ise tepki şu oluyor: “Biz Diyanetin görevlendirdiği insanlarız ve 4-6 yaş arası çocuklara dini eğitim vermek için geldik. Devletin adamıyım ben, devletin eğitimini vereceğim. Sen kim oluyorsun!” Şu ana kadar, devletin kurumları tarafından acaba hangi deprem bölgesinde bu yaştaki çocuklara süt ve oyuncak dağıtıldı? Dağıtılanlar parmak kaldırsın desek kaç çocuk kaldırır?

Neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarının yaygın olarak sorgulandığı bir dönemde, onun üzerindeki dini örtülerin de sorgulanması doğal bir fizik kuralıdır. Böyle bir dönemdeyiz.

Bu faslı, bir aşk şarkısı olan, ancak daha fazlasını anlatan, bugün söz yazarının (Orhan Gencebay) başka bir yerde durduğu bir şarkı sözü ile bağlayalım:

‘Biz de canız, insanız billah

Doyduk derde, Elhamdülillah’

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa