Irak işgalinin yirminci yılı ve emperyalist rekabet

Fotoğraf: USMC
Şunun altını çizerek başlayalım: Amerikan-İngiliz işgali “yirmi yıl önce” değildi. Geçmişten değil bugünden bahsediyoruz. Bir milyondan fazla insanın yaşamına mal olan ve milyonları yerinden eden, yirmi yıldır utanmazca süren bir vahşetin ortasındayız hâlâ.
Artık “Irak” diye bir ülke olmadığı gibi, yerine konulan bir coğrafi alternatif de yok. Eskiden adı Irak olan topraklar, işgal kuvvetlerinin ve milislerin oyun tahtası artık. Yoksulluk, şiddet ve yolsuzluğun yanında, korkunç bir ekolojik yıkım yaşanıyor. Su, toprak ve hava zehirlenmiş durumda. Hem 1991 Körfez Savaşı’nda hem de 2000’lerde işgal sırasında kullanılan uranyum, bölge halkını nesillerce etkileyecek.
Irak işgalinin yirminci yılı çok açık bir gerçeği hatırlamak için iyi bir fırsat. Amerikan emperyalizminin saldırganlığı törpülenmemiş biçimde devam ediyor. Putin 2022’de girdiği rotaya girmeseydi bile, durum bu olacaktı. Bunun en net göstergesi, Biden’ın Blinken’ı Dışişleri Bakanlığına atamasıydı. Söz konusu atama, halihazırdaki militarizmin bahanesi olma işlevini gören Ukrayna işgalinden önce gerçekleşti. “Blinken” ismi dış işlerinde devamlılığı temsil eden, bilinçli şekilde saldırgan bir tercihin dışa vurumuydu.
Yakın gelecekte, Amerika’da ciddi bir antikapitalist dönüşüm ihtimali yok elbette. Fakat, son on yılın gelişmelerinden dolayı, bu ülke ciddi bir sosyal demokrat momentum yakalamıştı. “Wall Street’i İşgal Et” ve “Siyah Hayatlar Önemlidir” hareketleri, Trump’a ve aşırı sağa tepki ve yükselen grevler, giderek güçlenen toplumsal bir uyanışın ifadesiydi. Biden yönetimi de bu zemine göz kırpıyordu ilk aylarında. Ancak, askeriyenin Amerikan ekonomisindeki rolü o kadar belirleyici ki, bununla hesaplaşılmadan ülkenin sosyal demokrat bir yöne girmesi imkansız. Dolayısıyla, ekonomiyle alakasızmış gibi görünen Blinken ataması, aslında en baştan sosyal demokrat potansiyelleri dinamitleyen bir nitelik taşıyordu.
Tekrarlayalım. Biden dış siyasette devamlılık ilkesine bağlı kaldı. Bunun anlamı, Amerika’nın aslında (süregitmekte olan) Irak işgaliyle hesaplaşmadığı. Bu da dünyayı kaçınılmaz olarak daha çok şiddete sürükleyecek.
Tablonun daha az dikkat çeken tarafı, Amerikan emperyalizmindeki devamlılığın, Amerika’nın emperyalist rakipleri arasında artan saldırganlığın önünü nasıl açtığı. Irak işgali sayesinde, liberal Rus oligarşisinin emperyal iştahı kabardı. Fakat, zayıf emperyalist konumunda olan Rusya, Amerika’nın yaptığı gibi liberalizm ve emperyalizmi el ele götüremedi. 2010’lar boyunca – henüz tam anlamıyla faşist olmasa da– faşizan bir rotaya girdi. Liberal oligarkların ciddi bir kısmı tasfiye oldu, gerisi de rejime eklemlendi. Bu trend Ukrayna işgalinden sonra iyice güçlendi.
Amerika ve Rusya arasındaki rekabet, Ukrayna’yı cehenneme çevirmeden önce, bildiğimiz haliyle Suriye’yi tarihe gömdü. Son haftalarda yaşadıklarımız, şimdiye kadar ağırlığını sadece diplomatik olarak koymakta olan Çin’in de askeri çatışmaya katılması tehlikesini arttırıyor. Bu yönde atılacak her ciddi adım, dünya halkları açısından bir felaket olacaktır. Irak, Afganistan, Suriye ve Ukrayna’nın durumları bunu açık seçik göstermiyor mu? Maalesef, Biden-Blinken idaresi, Çin’in elini askeri hamlelere zorlamakta ısrarcı.
Çerçeveyi bu şekilde çizmek, Türkiye’de de dünyada da genel kabul gören iki hattan farklılaşmayı beraberinde getiriyor. Sol kamuoyunun zaten bildiği gibi ne Suriye’nin ne Ukrayna’nın hali kendi başına Rusya’ya yıkılabilecek suçlar. Ana akım medya ve akademide, bu iki ülkedeki yıkımın Amerikan emperyalizminden bağımsız şekilde ele alınması, baş emperyalistin zihinlerde baki kalan tahakkümünden. Fakat, Rusya’nın açıktan açığa kapitalist ve emperyalist emelleri –ve bunların sebep olduğu yıkımın büyüklüğü– solun ciddi bir kesimine hakim olan “Baş emperyalisti zayıflatan her saldırı benim yararımadır” tavrını da gayet sorunlu ve zararlı kılıyor. Konuya “Rusya’yı çok sıkıştırdılar, ondan Ukrayna’yı işgal etti” cümlesiyle girmek, dev askeriyelerin (genel olarak) savunma değil saldırı için kurulduğu gerçeğini görmezden gelmektir.
Yukarıda zikrettiğim tüm örneklerde, durumu karmaşıklaştıran azınlık grupların varlığı da bir vakıa. Hatta yer yer Amerikan emperyalizminin, yer yer de Rus emperyalizminin bu azınlıklara alan açtığı da doğru. Azınlıkların ve tüm ezilen ulusların, bu tür alanları kullanma hakkı var elbette. Mesele, bunun emperyalizmi meşrulaştırmadan ya da perçinlemeden yapılıp yapılamayacağı.
Ama tartışmayı derinleştirmeden temel ilkeler üzerinde anlaşmakta fayda var. Emperyalist işgalin iyisi, kötüsü olmaz. Devrimcilere düşen, oyunu kuranın Amerika olduğunu bir an bile unutmadan, büyük küçük bütün emperyalistlerin karşısında, işgal altındaki tüm halkların da yanında durmaktır.
Evrensel'i Takip Et