26 Mart 2023

İç dökme ve Start

DİĞER YAZILARI

Siyasetin okulunu okumuşum, ekmeğimi iletişimden kazanıyorum.

İstiyorum ki şu haftada bir yeri gelen köşemde siyaset iletişimine dair makale alıntılarıyla, teorisiyle, verisiyle bir fikir vereyim. 

Dünyada ses getiren seçim kampanyalarından örnekler, tarihe geçen seçim hileleri anlatayım ki uyarıcı olsun. Ama kadınım, anneyim, geçim sıkıntısı çeken bir yurttaşım, içimdeki çığlığı bastıramıyorum.

İlk yazımı 2013’te bir pazar günü yazmıştım gazeteme, nadiren böyle günler geliyor iç dökmek dışında elim kaleme gitmiyor, dökülen hepimizindir diye umuyorum, affınıza sığınıyorum. Vaktiniz varsa şuraya biraz içimi açıyorum:

Milyonlarca insan gibi ben de işe odaklanamıyorum. Geleceği planlamayı geçtim, herkes gibi daha önümüzdeki haftayı öngöremiyorum. Akla gelen başa gelir diye bir deyimimiz vardı, akla gelmeyenler geliyor başımıza, nereye kadar dayanılır, insanın meşrebi ne kadar geniştir, sabır taşı ne kadar sert, dolu bardak kaç damla daha su alır bilemiyorum. Kaç kişi öldü bilmiyorum, insanlar öldü, insanlar çadırlarda, insanlar salgınla mücadele ediyor, insanlar aç, insanlar yalnız, kendi derdim var mı bilmiyorum, kendi kendimin umurunda değilim, kendimden geçmek nedir üzerine düşünmüyorum, her gün empatinin dayağını yiyorum, üzerimdeki çaresizlik ve yetersizlik duygusundan belim, boynum bükük.  Nasıl bir insandım hatırlamıyorum, ne severdim ben, ne dinlerdim, ne okurdum, ne izlerdim, sair bir gün nasıldı bir zamanlar? 

Depremzedelere acıyana kızıyorum, çok kızıyorum. Acınmak kimsenin talebi ve tercihi değil. Empati ve acıma duygusu arasında kalın bir çizgi var. Hak talebidir insanlarınki, bu bir hak mücadelesi. 

Bunu anlatabilmek için insanların ne kadar konforlu bir yaşamı kaybettiklerini anlatmak zorunda kalmak da ayrı ahlaksızlık geliyor. Acı da mı sınıfsal, empati de mi? Hak eşit değil mi?

Yoksulun ölüm acısına daha dayanıklı olduğunu hangi kirli zihniyet soktu bilinçaltlarına? 

Ne rahat konuşuyorlar yoksulun acısı üzerinden ve yoksul kalanın yoksunluklarına değinmeden?

Artık her şeye kızıyorum, tüm yaşadıklarımıza.

Bu iktidardan, söylemlerinden, icraatlarından, kürsülerde tek düze bağıran seslerinden, bize yaşattıklarından ne kadar bıktığımı, usandığımı, sıtkımın sıyrıldığını anlatacak bir kelime dilimizde yok gibi geliyor. 

Yanıyorum öfkeden, kederden, bıkkınlıktan, üzüntüden ve nice berbat histen

Munkarız, muzmahil, üzbe, mütehevvir, darsık, gaiz, kedernak, mağmum, erinçsiz, müteessir, demevi, mükedder... Var bir sürü kelime, hepsini toplayıp, harmanlayıp yakacaksın, alazı ancak anlatır sanki içimizi.

Suç, hata, ahlaksızlık, rant, yalan ifşası, yanar dönerlik, takiye anlatmak, bize neler ettiklerini maddeleyerek yazmak artık zül geliyor, yazmayı geçtim dinlerken bile başım dönüyor, gözlerim kararıyor. Ama işte sussan olmuyor, susmasan olmaz bir halde, tende can duramıyor. İnsan yerinde duramıyor.

Ne çok gözyaşımız varmış şaşıyorum her gün, nasıl tükenmedi bunca yıldır?

Toulouse’ta emeklilik yaşı yasasına ve Macron’a karşı köprüyü yürüyen binleri, Bastille Meydanı’nı, kaskını çıkarıp eylemcilere katılan Fransız polisini görünce akacak yaşım da mı varmış? Ona bile yerim mi kalmış?

Bana her şey bizi, kaybettiklerimizi, güzel olabilecekken kabusa dönen günlerimizi hatırlatıyor.

Şarkıları bir zamanlar bambaşka bir ruh haliyle dinleyebildiğimize inanamıyorum. Bana her şey ömürlerimizin ziyanını hatırlatıyor.

Yeniden Refah Cumhur İttifakına katılmış, 30 maddelik taleplerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine düzenlemelerden vazgeçin diyor, 6251’i gözden geçirin ve sapkınlıkları önleyin diyor, ne sapkınlığı? 6284’ü ayıklayın diyor, neyini ayıklıyorsun o bile yetmiyor? Kafaya göre süresiz nafakayı kaldırıyor, zinayı suç yapıyor, kadınları bitirmeye and içmişler gibi HÜDA PAR’la beraber başkan yardımcılığı, vekillik talepler çığ gibi, karşımızdaki ittifak kerhen bile demokrat rolü yapmıyor artık. Patlamaya hazır bir el bombasıyla yaşar gibiydik zaten senelerdir, şu an pim dişlerinin arasında.

Düzgün nefes alamıyorum gün içinde, kalbimde sürekli bir at koşturuyor. Bir anda soğuk terler döküyorum.

Panik tüm kılcal damarlarımda elektrik akımı gibi geziyor, hissediyorum.

Kendimi sokağa atıp tribün amigosu gibi haykırasım var “Hadi arkadaşlar hadi hadi, moral, motivasyon, hırs, azim, koşun, bağırın, haykırın, uzatmalara gitmeden çakalım golü doksana, alalım şu maçı.”

2. Dünya Savaşı sırasında, Kiev Alman işgalindeyken, lig dağılmış, takımlar kapatılmış, futbolcular buldukları işlerde çalıştıkları ya da işsiz kaldıkları sırada Dinamo Kiev ve Dinamo Lokomotiv’in bazı oyuncuları bir araya gelerek Start diye bir takım kurarlar. FC Start’ın lige katılmasına Almanlar mesafelidir. Üstün Alman imajı sahada bir yenilgiye uğramamalıdır.  Kurulan futbol liginden sorumlu olan işgalci Nazi albayı takımı gözlemlemeye gelir. Ne düzgün ayakkabısı ne de forması olan, fiziksel olarak zayıf görünen bu takımın bir başarı yakalayamayacağına inanır ve takımı toparlayan Fırıncı Kordich’in başvurusu kabul edilir, FC Start lige alınır ve ilk maçta işgalcilerin iş birlikçilerinden oluşan Rukh Takımını 7-2 yener.  Sonrasında Alman Topçu Birlikleri Takımını, Alman ordusundaki Macar birliklerin takımını ve tüm rakiplerini.

Sıra gelir Alman Hava Kuvvetleri yani Nazi ordusunun takımı Flakelf’e. Maç 5-1 biter. İşgal altındaki bir ülkenin beş parasız takımı, Almanlara karşı bir direniş sembolü olmasın diye Nazilerin doğu ordusu komutanı yeni bir maç ayarlanmasını talep eder. Hezimetlerinden hemen 3 gün sonraya. Lig maçlarını ligde olmayan ülkelerden hakemler yönetirken bu maça Nazi askeri bir hakem atanır: Teğmen Erwin

Maç günü; Nazi komutanı FC Start’ın soyunma odasına girip maç öncesi Nazi selamı vermelerini, ilk yarı bir-iki gol atıp sonra Almanların kazanmalarını beklemelerini emreder. Odayı “Maçı kaybetmezseniz sonuçlarına katlanırsınız.” diyerek terk eder.

Kaptan Truseviç ise takımına der ki “Kazanırsak canımızı, yenilirsek ruhumuzu kaybedeceğiz, seçim sizin”

İlk yarı 3-1 biter. Rivayet olunur ki kaptan bu sırada “Bazı şeyler ölmeye değer” cümlesini kurar.

İkinci yarıda FC Start oyuncusu Klimenko kaleci dahil 4 kişiyi çalımlar, boş kalenin önünde topun önüne geçer ve kale yerine orta sahaya doğru vurur. Bu her şeyin ifşası, Almanların rezil olduğu andır.

Yine de maç 5-3 FC Start galibiyetiyle biter, Nazi hakeme rağmen.

Maçtan 9 gün sonra futbolculara çeşitli suçlamalar ile operasyon yapılır, kimi işkencede kimi toplama kampında kimi vurularak hayatını kaybeder. Geride kalan üç oyuncu savaş sonrası madalya ile ödüllendirilir ve halk kahramanı ilan edilir.

Bu yüzden tarihte “Ölüm Maçı” olarak adlandırılır.

İşte her gün bu maçın tribününde gibiyim.

Üstelik Truseviç’in denkleminde tersteyiz, daha ferahtayız; kazanırsak ruhumuza kavuşacak, yenilirsek canımızı kaybetmeye bir adım daha yaklaşacağız.

Sandıkları tutalım, tavrımızı net ortaya koyalım, hem taktik oynayalım hem bam bam bam, son gücümüzle.

Önümüzde sayılı gün, daha adaylar kendini tanıtacak, listeler geçmişe göre daha bir karışık hesap, pusulada kim nereye basacak diye kırk kere tekrarlanacak, kimsenin bu telaşta dikkatimizi dağıtmasına izin vermeyelim.

İçimde koşan at yüzünden nefesim kesildiğinde, bir pazar günü hayali kuruyorum. Düşünmem gereken hiçbir şeyin, yetişmem gereken hiçbir yerin olmadığı, alarmsız uyandığım, üç kuruşa bir tomar gazete, sıcak simit alıp geldiğim, tam yağlı bir Ezine peyniriyle, mis kokulu taze domatese sızma zeytinyağı döktüğüm soframı kuruyorum. Bu lezzetin kimseden esirgenmediğini, kimsenin üzerine yağmurun sel olup inmediğini, güneşin kavurmadığını, herkesin başını sokabildiği bir evi olduğunu bilmenin vicdan rahatlığıyla. Demli çayımı koyup açıyorum televizyonu, TRT’de kitap kulübü var, yeni çıkan eserler tanıtılıyor, diğer kanalda yaşadıklarımızı dosya dosya anlatan belgesel, bir diğerinde ödüllü yerli filmler başlayacak ama ben Adalet TV’de kaçırdığım duruşmaları izlemeyi seçiyorum. Artık bu kanaldan hafta içi canlı, hafta sonu tekrar yayımlanıyorlar. Zira bağımsız, adil, hukuki ve şeffaftır yargı. Kamu davaları halkın takibine açık. Tüm dizilerden daha iyi, çay damağımı yaksın varsın, ben içimi böyle soğutuyorum.

Emekliliğimi bekleyebilmenin, emekli maaşıyla geçinebileceğimi bilmenin, çocukların geleceğine endişelenmemenin, sağlık kontrollerimi ücretsiz yaptırabilmemin, sonunda sağlam ve hayalimdeki gibi kocaman camlı aydınlık bir eve taşınabilmenin, artık sadece roman yazmakla uğraşıyor olabilmenin, tadı buluta benzer bir hafifliğiyle dingin bir pazar hayal ediyorum.

Bunu yapmazsam nefes alamıyorum. Yaparken gözlerim doluyor. Ne de küçüktü bizim şu hayatta mutluluk çemberimiz, onu bile bırakmadılar. Canımız bitiyor paniğindeyim.

FC Start biziz, maç öncesi yeterince tehdit aldık, hakem de onlardan, imkanları, bütçeleri var, işgalciler, çökmüşler ömrümüze, bizim ayağımızda paralanmış pabuçlar, sırtımızda lime forma, sağlığımız yerinde değil, beslenmemiz iyi değil ama işte yüreğimiz var. Fark atacağız. Üstelik bizim kaybımız sadece yenilgide olur, kazanınca kaybettik diyecek hiçbir şeyimiz yok.

Şu son maçı firesiz, hatasız tam bir takım ruhuyla oynayalım.

Haydi arkadaşlar, haydi kale arkası, haydi açık tribün, basın locası, haydi tüm tribün hep birlikte...

Uzatmalara gitmeden, canımız bitmeden.

Evrensel'i Takip Et