Son 20 yıl içerisinde Türkiye büyük bir keşmekeş içerisinde. Gidişat bir korku filmi gibi. Toplum sanki bitmeyen tükenmeyen bataklıklar içerisinde ve bir bataklığın içerisinden diğerine düşüyor. Şiddet ve silahlanma, hiç kuşkusuz, bu bataklıklardan biri. Türkiye, olağan “milli güvenlik” söylemine eklenen “milli ve yerli” yalanlarıyla silahlanma girdabında gittikçe daha derine batıyor.

Silahlanma birbiriyle ilişkili iki düzeyde ilerliyor. Birincisi, savaş odaklı silahlanma, yani büyük çaplı silahların üretimi, alımı ve satımı. Her yıl açıklanan küresel silahlanma raporlarında Türkiye üst sıralara doğru ilerlemekte. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) raporlarında bulunan listelerde her zaman en üstte ABD var. ABD gibi silah satışı, yani ihracat listesinde her zaman en üstte yer alanları (Rusya, Fransa, Çin gibi) bir yana bırakırsak, Türkiye neredeyse ilk 10 içerisine girecek denli yukarıda.

Türkiye’de üretilen ölüm araçları başta Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere satılıyor. Tek adam rejimi ve propaganda makinesi bu satışları yere göğe sığdıramıyor. Bu propaganda içerisine yerleştirilen “milli ve yerli” yalanları gayet bol ama konumuz bu uydurmalar değil. Mesele, silah üretiminin bir övünç kaynağı olarak gösterilmesi. Bu da rejimin ölüm siyasetinin bir parçası.

Silah satışı yapanlar listesini bir yana bırakıp, silah alımı yapanlar listesine bakalım. Bu listenin başlarında Suudi Arabistan gibi petrol zengini ülkeler yanında Hindistan da var. Bu da silahlanma ile ilgili temel sorunu açık olarak ortaya koyuyor. Hindistan vb. ülkelerde insanların beslenme gibi en temel gereksinimleri karşılanmazken, kaynaklar silahlanmaya ve ölüme harcanıyor. Türkiye silah alımında ilk 10 içerisinde yer almıyor ama 19. sırada bulunması bile toplumdan çalınan kaynakların büyük olduğunun göstergesi. Silahlanma bütçesinde her zaman en önde giden ABD’de aynı durum var. Savaş bütçesi her yıl büyürken, bu bütçeye ayrılan para aslında sağlık, barınma ve eğitim bütçelerinden çalınıyor.

Silahlanmanın diğer düzeyi ise bireysel silahlanma. Silahlanmaya ve militarizme sarılan rejimlerin toplumsal barışı gözetmeleri beklenemez. Tam tersine, bu rejimler silahların toplum içerisinde yayılması, yani benimsenmesi ve kullanılmasını da sağlarlar. Bunun en bilinen örneği, elbette ABD.

Emniyet Genel Müdürlüğü Türkiye’de bireysel silahlanmanın arttığını kabul etmiyor. Silahlı şiddette artış olduğunu da yadsıyor. Daha inanılır kaynaklara göre Türkiye’de silah sayısı çok daha yüksek. Bir tahmine göre bu sayı 25 milyon kadar ve bu silahların yalnızca yüzde 10 kadarı kayıtlı.

Toplum içerisinde silahların yaygınlaşması kaçınılmaz olarak çocukların zarar görmesi demek. Çocuklar, doğrudan veya dolaylı olarak silahların hedefi oluyorlar. Silah bulunan her ev ya da hane, orada bulunan çocuk veya çocukların tehlikede olması demek.

Silahlanmanın bir diğer boyutu, büyüyen polis devletinin eline silah tutuşturduğu polislerin sayısının artması ve bu silahlar kullanılarak çocukların öldürülmesi. Son 20 yıl içerisinde polisler tarafından öldürülen çocukların listesinin uzun olması ısrarla sürdürülen bir ölüm ve zulüm siyasetinin sonucu.

2007’de yeniden düzenlenen Polis Vazife ve Salahiyat Kanunu (PVSK) ile polislerin çocukların bulunduğu ortamlara girmesi kolaylaştırıldı. Bu, çocukların okulda, sınıfta, hatta evde bellerinde silah olan polislerle burun buruna gelmesini kolaylaştırdı. Çocuklar daha anaokulu çağında polisler ve silahları ile karşılaşıyor.

Özetle, silahlar öncelikli olursa, çocuklar zarar görür. Bu dünyanın her yerinde böyle. Barış, silahsızlanmadan geçer. Türkiye’de toplumsal barışın kurulabilmesi için polis devletinin ortadan kaldırılması ve silahlanmanın durdurulması gerekiyor. Çocukları önemseyen, onların yararını öncelikli tutanlar için bu çok açık.

Evrensel'i Takip Et