Bahçeli neden HÜDA PAR'ın avukatlığına soyunuyor?

MHP lideri Bahçeli’nin Hizbullah’ın siyasi devamcısı HÜDA PAR’ı savunması, Cumhur İttifakının bir tarafında "Talibancılık" ve öte tarafında "Türkçü faşizm" olan bir ittifaka dönüştüğünü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Ancak Bahçeli’nin HÜDA PAR’ı sahiplenmesi, asıl olarak bu güçlerin hangi politik hedefler etrafında birleştiği sorusunun yanıtını bulmak bakımından önem taşıyor.

Öncelikle Bahçeli’nin, HÜDA PAR ile Hizbullah arasında ilişki olmadığını ispatlamak için söylediklerinin bu ilişkinin bir itirafı olarak da okunabileceğine işaret etmek gerekiyor. Hizbullah’ın 1990’lı yıllarda Kürt ulusal mücadelesini bastırmak için devlet tarafından kullanıldığı, dönemin askeri ve siyasi yöneticileri tarafından itiraf edilmiş ve o döneme dair hazırlanan "Meclis Araştırma Komisyonu" raporlarında da yer almıştı.

Bahçeli, Hizbullah ve HÜDA PAR arasında ilişki olmadığını göstermek için başbakan yardımcılığı görevini yürüttüğü dönemde Hizbullah’a yapılan operasyonları hatırlatıyor. Doğrudur, PKK Lideri Öcalan’ın 1999’da uluslararası bir operasyonla Türkiye’ye teslim edilmesi sonrasında 2000’de Hizbullah’a karşı operasyonlar yapılmış; örgütün lideri Hüseyin Velioğlu öldürülüp Hizbullah’ın birçok yönetici ve üyesi de tutuklanmıştı. Ancak Bahçeli gerçeğin bu tarafını söylerken bu Hizbullahçıların Erdoğan yönetimi tarafından 2011’de yapılan yasal düzenleme sonucu salıverildiği ve HÜDA PAR’ın da bu Hizbullahçılar tarafından 2012’de kurulduğu gerçeğini de gizlemeye çalışıyor. Zaten Bahçeli’nin açıklama yapmaya çağırdığı Hizbullah operasyonları döneminin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan da “HÜDA PAR’la Hizbullah arasında tabii ki bağ vardır” yanıtını veriyor.

Zamanında “reformcu”, “demokrat” gibi görünmeye çalışan Erdoğan ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva güçler, bugün kendi çıkarlarını korumak ve iktidarlarını sürdürmek için en gerici, en şoven ve en saldırgan güçleri kendi ittifakları etrafında birleştirmeye çalışıyor. Tam da bu noktada MHP ve HÜDA PAR’ı hangi politik hedeflerin birleştirdiğini anlamak bakımından bu güçlerin hangi dönemlerde ve ne için “devlete hizmet ettikleri”ne dönüp bakmak gerekiyor.

Öncelikle bugün halkın desteğini kazanmak için emperyalizm karşıtı söylemler kullansalar da bu güçlerin yakın tarihi emperyalizm ve iş birlikçi burjuva gericiliğe hizmette kusur etmediklerini gösteriyor.

Türkiye, 1952’de NATO’ya girip ABD emperyalizminin bir üssü haline gelince “komünizm tehdidi”ne karşı “devletin yardımı”na koşan güçlerin başında yine Türkçü faşistler ve siyasal İslamcılar yer alıyordu.

MHP’nin kurucusu Türkeş’in ilk akıl hocası ve Türkçü faşizmin kurucusu Nihal Atsız, “Komünizm en tehlikeli düşmanımız” diyordu. Kendisi de NATO’da "özel harp" (kontrgerilla) eğitimi alan Türkeş’in siyasi yaşamındaki ilk faaliyetlerinden biri ülkede yükselişe geçen işçi sınıfı ve devrimci halk hareketine karşı 1968’de "komando kampları"nı kurmak ve eğittikleri militanları bu harekete karşı kullanmak olmuştu.

O dönemde siyasal İslamcıların en önemli isimlerinden biri olan Mehmet Şevket Eygi de “Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekun savaş kaçınılmaz hale gelmiştir (...) Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam’da askerlik ve cihad ihtiyari değildir, mecburidir. Allah ve ona kulluk borcunun içinde cihad farizasının da bulunduğunu bir an bile unutma” diyerek 1969’da ABD’nin 6. Filo’sunun ülkeye gelişini protesto eden devrimci gençlere karşı “cihat” çağrısı yapıyordu. Bu çağrı yanıtsız kalmıyor ve "Kanlı Pazar" olarak tarihe geçen olayda iki devrimci, dinci-şeriatçı güruh tarafından katlediliyordu.

MHP, 1969’daki kuruluş kongresinde “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” sloganıyla “komünist tehdide karşı mücadele”de İslamcılığı Türkçülüğün yanına ikame etmişti. Erdoğan’ın her fırsatta görüşlerini rehber edinmekle övündüğü ve Türk İslamcı faşizmin ideoloğu olan Necip Fazıl Kısakürek de 1977’de MHP’yi “kurtarıcı” ilan ederek ona desteğini sunmaktan geri durmamıştı.

Sovyetlerin dağılmasından sonra bu kez 1990’lı yıllarda yükselişe geçen Kürt ulusal mücadelesi “en tehlikeli düşman” olmuştu. MHP asker cenazelerini şoven gösterilere dönüştürerek güç topluyordu. Bahçeli’nin avukatlığına soyunduğu HÜDA PAR’ın önceli olan Hizbullah, “PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar” denilerek devlet tarafından kullanılıyordu. 1969’da Müslüman gençlere “komünizme karşı cihat” çağrısı yapan Eygi de bu kez ulusal-demokratik hakları için mücadele eden Kürtleri “Ermeni ve Yahudi emellerine hizmet etmek”le suçluyordu.

Erdoğan, 2011’de Hizbullah’ın bütün yöneticilerini salıvererek bu kez HÜDA PAR olarak seküler-demokratik Kürt ulusal hareketinin karşısına dikiyordu. MHP de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra “Devleti korumak” adına Erdoğan’ın yanında saf tutuyor ve tek adam rejiminin en önemli dayanaklarından biri haline geliyordu.

Uzun lafın kısası Türkiye’de demokrasi, insanca yaşam ve özgürlük mücadelesinin yükselişe geçtiği her dönem; en gerici, en şoven ve en saldırgan güçler de “Devletin yardımına koşmak” adına bu mücadelenin karşısına dikilmeyi kendilerine görev bildiler. Bu yüzden bu güçler bugün de halkın geniş kesimlerinin demokrasi ve değişim yönünde ortaya koydukları iradenin karşısında Erdoğan iktidarı ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva güçlerin etrafında birleşmekte bir beis görmüyorlar. Bahçeli’nin HÜDA PAR’a kucak açmasının kerametini de burada aramak gerekiyor!

Evrensel'i Takip Et