Millet satılık mal değildir

Maliye yazınında “seçim bütçesi” diye özel bir fasıl vardır. Ne demektir seçim bütçesi? Siyaset biliminde öyle düşünülür ki, seçime gidilen dönemlerde, son görevlerin ifası ya da unutulmuş veya ihmal edilmişlerin telafisi anlamında kamu harcamalarında bir artış olur. Bu masum anlayış, kapitalizmin azgınlaştığı dönemlerde sapkın anlayışa dönüşerek, azgın siyasiler milletin parası ile millete mal pazarlamaya yeltenmeye başladılar. Kapitalizm neyin ahlakını bozmadı ki, siyasetinki masum namus sınırları içinde kalsın!

Aynı durum Keynes politikaları için de geçerlidir. Keynes’in söylediği şu idi: İşsizliğin olduğu bir ekonomide kamu harcamaları yükseltilip, sosyal devlet politikalarına geçilirse işsizlik önlenebilir. Bu masum iktisat-para politikası hükümetlerin elinde seçimi kazanma ve iktidarda kalma hevesine dönüşünce bütçe politikalarının ipi koptu ve bütçe açıkları ayyuka çıktı. Görülüyor ki, kapitalizmin her iki masum önlemi de sonunda hınzırlaşıyor ve soysuzlaşıyor.

GEÇMİŞİN SOSYAL DEVLETİNE ARTIK YER YOK

Peki, acaba her iki alandaki masum yaklaşım neden zamanla soysuzlaştı? Çünkü kapitalizm hırçınlaştı, artık önüne geleni ezip geçiyor. Geçmişin sosyal devlet politikalarının artık bugünkü kapitalizmde yeri yoktur. Çünkü kaynaklar tıkanıyor, oysa nüfus artıyor ve kaynağa ulaşmada rekabet çok keskinleşiyor. Örneğin, futbol maçlarına bakın, hakem görmediği sürece rakibe her şey mübahtır. O nedenle, geçmişin temiz ruhlu olimpiyat geleneğini yaşatmak harika bir duygu ve iyi bir öğretidir, ancak kör rekabet tüm insancıl dokuları silip götürüyor. Olimpiyatlarda doping yapan yok mu?

Türkiye de böylesi insanlık dışı bir sistemde aksak-topal ilerlemektedir. Son anda yaşadığımız deprem, kör rekabetin ülkeye ve insanımıza neye mal olduğunu çok net olarak göstermiştir. On şehirde milyonlarca insanı yutan acılar yaşadık. Asıl meseleye geçmeden önce işin insancıl boyutunu şöyle bir tartışsak, ne dersiniz! Arkadaşlar, böyle bir acıda toplumun kenetlendiğini, siyasetin insancıllaştığını mı gördünüz, yoksa özellikle de iktidar mensuplarının adeta ne yapacaklarını bilmez halde daha da sertleştiğini ve acımasızlaştığını mı gördünüz? Balık baştan kokar misali bu konuda olduğu gibi her konuda da kimse kimseye suç isnat etmeye kalkmasın. Her öncül davranış daima yetkili makamdakilerden beklenir.

Diyeceksiniz ki, bu meselenin seçimle ne ilgisi var. Var, hem de çok. Şöyle ki, devlet, deprem öncesi ve deprem sonrasında psikolojik olarak oluşumu ve etkilerini daima kendi dışında oluşmuş gibi algıladı ve topluma yansıttı. Deprem belli idi, olacağı kesin idi, zamanı yakın gözüküyordu, ama kesin değildi. Böylesi muğlaklık derecesi fevkalade düşük bir olayı hükümet seçime kadar döviz kurunu götürmeye benzercesine götürebileceğini nasıl düşünebilir?

Bunun anlamı, iktidar mensuplarının kendi dünyevi hırslarını milyonlarca vatandaşın somut yaşamları ile takas etmesi demektir. Böyle bir hesap ne ahlaka, ne vicdana, ne insanlığa sığar, hele de kutsal inanca hiç sığmaz, ama işte işin içine dünyevi hırs girince, insanlık ve ahlak öğreti ve söylemleri ibadethanelerin dışına taşırılamıyor, çünkü dışarıda para-zenginlik-hırs-güç birlikteliği kutsallığı bozuyor. Sonuçta, kaynaklar kısmen Batı sermayesine kısmen de emperyalistin dürtüleriyle yürütülen çatışmalardan çekilerek deprem riski çok yüksek alanlarda hızlı bir yenileme işlemine yönlendirilemiyor. Ya da, Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde yaşanan güçlüklerin giderilmesinde kullanılması gereken kaynakların anlamsız ya da zamanlaması yanlış yapılmış Çanakkale Köprüsü’ne tahsisi önlenemiyor.

TOPLUMA KARŞI EMPERYALİSTİN YANINDA OLMAK

Peki, deprem evlerinin seçimle ilgisi olabilir de, acaba Çanakkale Köprüsü’nün bu tartışma ile ne ilgisi var? Hem de pek çok ilgisi var. İç sömürücüler ulusal kaynakları Batı sermayesine doğru, dış sömürücüler ise ulusal kaynakları ülke dışına doğru çeker. İkisinin de manivela kolu siyaset ve siyaset organlarıdır. Bunu böylece saptadıktan sonra, bu modele ana konuyu monte edebiliriz.

İktidar döneminde siyasi erk deprem ya da bölgesel kalkınma konularında pek dişe damağa dokunur bir şey yapmadı. Sonuç ekonomik ve depremle çöküş olmuştur. Ekonomik gerileme siyasilere toplumu oyalayıcı manevra alanı açar, fakat deprem öyle değildir. Deprem ile uğranılan zarar, hiç değilse kısmen telafi ediliyor gibi gösterilmek zorundadır. Bu durum ise acil kaynak gerektirir. İşte bu nokta, doğu ile batının, toplum ile emperyalistin dişe diş mücadele alanıdır. Sınıfsal temelli kapitalist siyasi yapılanma, dozu azaltılmış da olsa, maalesef böylesi durumlarda Doğu’ya karşı Batı’nın, topluma karşı emperyalistin yanında olur. Fakat bu durum çirkin ve samimiyetsiz seçim vaatleriyle, kısmen fiilen katlanılan yüksek maliyetlerle kapatılmaya çalışılır.

Sonucun test noktasını, siyasilerin deprem maliyetini hamasi duygularla tüm topluma mı, yoksa deprem öncesi işin kaymağını yiyen kesimlere mi, yani toplumsal katma değeri kendi lehine kullanan iç ve dış kesimlere mi ödetmeye çalışması belirleyecektir.

SİYASİ ERK ASLINDA KİME DAHA YAKIN?

Bu konunun açılması vergi sistemi ile ilgilidir. Corona olayında halkın IBAN’ına güvenen iktidar, öyle gözüküyor ki, kurumlar vergisine ufak bir deprem zammı yanında yine halkımızın şefkatli duygusuna yaslanacaktır. Maliyetlerin tüm topluma yaygınlaştırılma politikası bize siyasi erkin aslında kime daha yakın olduğunu göstermektedir. Seçim yaklaşırken aksak-topal girişilen bazı parasal ödemeler ya da atamalar veya vaatler işlerin nasıl keyfi kararlarla götürüldüğünün göstergesidir. Böylesi enflasyon karşısında yapılan her zam doğal olarak insanlara iyi gelir, fakat insanlar satılık mal değildir! Geçmişte de çok net görüldüğü gibi, insanımız siyasileri tüm sürelerindeki icraatları ile değerlendirmektedir, yumurtanın kapıya dayandığı andaki panik kararlarla değil. Bu seçimde de aynı düşünce ile davranacak seçmenimiz kapitalistlerin her hileye başvurarak görüntüyü lehlerine çevirme gayretlerini yutmayacaktır. Zira halkımız satılık mal değildir.

Seçim propagandaları karşısında satılık mal olmayan halkımız, siyasi parti kararını verirken de yoksulluğa mahkum satılık emek gücü olmadığını gösterecektir; zira emek için olduğu kadar, azgınlaşan küresel emperyalizm karşısında tün halkımız için bundan başka kurtuluş yolu yoktur.  

Evrensel'i Takip Et