Kaybetme korkusu

Fotoğraf: DHA
Türkiye’de halkın taleplerinin iktidar tarafından en çok dinlendiği, o zamana kadar yok sayılan, inkar edilen pek çok sorunun en çok gündeme geldiği zamanlar genellikle seçim dönemleridir. Seçim yaklaştıkça daha önce iktidarın gündemine bile girmeyen pek çok sorun gündeme alınır ve anında çözümler üretilir. Önceki seçimlerde olduğu gibi, 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine de benzer bir atmosferde gidiliyor.
Bugüne kadar her seçim öncesi vurgu yapılan ve toplumun önemli bir bölümü tarafından kabul gören ‘ekonomik istikrar’ söylemi, dikkat edilirse bu seçim öncesinde hemen hiç kimse tarafından dile getirilmiyor. Çünkü ülke ekonomisi tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Ekonomiye ilişkin istisnasız bütün göstergeler, daha önce hiç olmadığı kadar kötü durumda.
20 yılı aşın süredir ülkeyi tek başına yöneten, devletin bütün kurumlarını kendi kadroları ile dolduran, kamusal alanı bir bütün olarak kendi siyasal-ideolojik ihtiyaçlarına göre şekillendiren AKP iktidarı 14 Mayıs’ta tarihinin en zor sınavına hazırlanıyor. 14 Mayıs seçimlerine giderken, mutlak ve ebedi olarak gördükleri iktidarlarının ayaklarının altından kaymakta olduğunu görmeye başladılar. İktidarı kaybetme korkusu o kadar büyük ki, ülke tarihinin en gerici ittifakını kurmaktan geri durmadılar.
Geçmişte halkın şikayetçi olduğu sorunların üzerini bir şekilde örtmeyi başaran iktidar, halkın sırtındaki borç yükü ve hayat pahalılığı karşısında tam bir çaresizlik içinde ve attığı her adım ters tepiyor. İktidar açısından işler o kadar kötü gidiyor ki, Erdoğan dahil bütün iktidar destekçileri ‘seccade’ gündemine sıkı sıkı sarılarak içine düştükleri çaresizliği cümle aleme gösterdiler.
14 Mayıs seçim sürecine girilmesiyle birlikte, geçmiş yıllardan alışkın olduğumuz “seçim ekonomisi” uygulamalarının başlaması seçimin Erdoğan ve tek adam rejiminin geleceği açısından ne kadar önemli ve hayati olduğunun kanıtı niteliğinde. Seçim sürecine girilmesiyle birlikte başlatılan ve seçmen desteğini yeniden kazanma hedefli olarak atılan her adım ve gerçekleşmesi mümkün olmayan her vaat (Deprem bölgesine 1 yıl içinde 650 bin konut yapılması gibi) seçimlerin ne kadar riskli olduğunu gösteriyor.
Enflasyon ve hayat pahalılığı seçmenlerin büyük bölümünü oluşturan ücretli emekçilerin ve emeklilerin satın alma gücü sadece son bir buçuk yıl içinde belirgin şekilde eridi. Türkiye’de fiyatlar 51 aydır kesintisiz artmasına rağmen, TÜİK’in enflasyonu beş aydır istikrarlı şekilde düşüyor. Ocak 2023’te halkın cebindeki en büyük banknot olan 200 liranın alım gücü sadece ilk üç ay içinde 162 liraya geriledi. Asgari ücretlinin aldığı 8 bin 506 lira satın alım gücü, TÜİK’in her ay azalan enflasyon oranına rağmen, 6 bin 911 liraya düştü.
Türkiye’de seçmenlere ‘ülkenin en temel sorunları nelerdir?’ sorusu sorulduğunda ağırlıklı olarak ekonomik sorunlar (enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik vb.) öne çıkıyor. Bunlara ek olarak her seçim öncesi çıkarılan imar afları, inşaat ve ranta dayalı ekonomik büyüme anlayışı nedeniyle yaşanan deprem felaketi yaşanan sorunları çok daha ağırlaştırdı.
14 Mayıs seçimlerinde ülkenin gidişatından kaygı duyan yurttaşlar tercihlerini yaparken elbette sadece ekonomide yaşanan sorunlara göre değil, 14 Mayıs sonrasında nasıl bir ülkede yaşamak istediklerine göre karar verecekler. Bu nedenle sadece seçim öncesinde yaşananlar değil, seçim sonrasında uygulanacak ekonomik ve sosyal politikalar da halkın oy tercihlerini, cumhurbaşkanı ve partilerin alacakları oy oranlarını önemli oranda etkileyecek.
Evrensel'i Takip Et