‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi?
Fotoğraf: İslam Yakut/AA
Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu farkında olmadan bir seccadeye bastı ve kara propaganda çarkı dönmeye başladı. Günlerdir süren bir gürültü: Kutsalımıza, dinimize saygısız, İslamı bilmez, vs... Kılıçdaroğlu, seccadeyi görmediğini ve böyle bir görüntü için üzgün olduğunu söylüyor. O gün orada bulunan ve dinî referansları da ağır basan gruptan herkes ortada kasıtlı bir durum olmadığına dair yemin billah ediyor. Konunun uzmanları, seccadenin dinen de ‘kutsal‘ olmadığını, böylesi bir yanlışlığın ne ‘günah’ ne de ‘suç’ sayılabileceğini söylüyorlar... Ama boş! Fırsat bulunmuş, gereği yapılacak, yapılıyor: Din istismarcılığı, seccade üzerinden iktidarın seçim kampanyasının merkezindeki yerini alıyor.
Kalabalıklar karşısına çıkılıp eldeki seccade gösteriliyor ve “bakın bu bir seccade, üzerine basmak için değil haa...” diye nutuklar atılıyor. Açık konuşmak gerek; Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği gözlere sokulmak isteniyor. Müslümanlığı bilmez, bizden değildir, mesajı veriliyor. AKP sözcüsü Çelik, “Biz seccadeye basarak siyaset yapmıyoruz” diyerek, Kılıçdaroğlu’nun siyaset gereği seccadeye bastığını bile ima edebiliyor. Adalet Bakanı sıfatını taşıyan Bekir Bozdağ ise daha açık konuşarak el yükseltiyor: “Bizi dini istismar etmekle eleştiriyorlar ama asıl istismar oruç tutmadığı halde iftarlara gitmektir.” Aleviler, Sünni olmayanlar, gayrimüslimler iftarlara gitmesin, gitmemeli diyor yani. Bu ikili bir çağrı oluyor aslında. Oruç tutup iftar açanlara da, “Diğerlerini içinize almayın, kabul etmeyin, rıza göstermeyin...” denmek isteniyor. Bu da bir ilk oluyor herhalde; iftar bizimdir, oruç tutmayanlar dışarı! Bunu genelliyorlar da zaten, Müslümanlık da sadece bizim diyorlar ve ‘biz’ dedikleri de Cumhur bloku...
Bir zaman oynanılan ‘reformcu/ılımlı İslamcı’ roller bitti. Artık, Alevileri ya da oruç tutmayanları iftarlardan men etmeyi öngörecek kadar bir katı dinbazlık dönemi. Zamanında, “Taliban’ın inancıyla ters yanımız yok” diye, boşuna konuşulmamıştı. Gelinen noktada, siyasal İslamın en katı yorumlarına meylederek IŞİD ya da Taliban ile aynı karanlığı ihtiva eden Hüda Par, YRP gibi ittifak güçleri de tesadüf değil zaten.
ÜÇLÜ SACAYAĞINDAN GERİYE KALAN...
Tam da beklenen oluyor ve görülüyor ki, seçim mücadelesini kültür/din/mezhep ayrımcılığı üzerinden yoğunlaştırmaya çalışıyor Saray bloku. Buna dair malzemeler, argümanlar üretip uygun mecralar açmak derdinde. Seccade tartışması da budur. “Bakara makara” deyip dalga geçen fırıldakları hariciyeci yaparak sahiplenenlerin dindârlık bakımından samimiyetini tartışmayalım hiç. İktidar nimetleriyle ve de ışık hızıyla sınıf atlayarak en üstlere tünemiş bir zümrenin dinle ilişkisi de değişecektir, değişmiştir kuşkusuz ki. İktidarını, kudretini, sermayesini korumanın bir aracıdır artık din. En altta kalmış ‘Müslüman’ı ekonomik/siyasal/ideolojik her bakımdan manipüle etmenin en etkin aracı. Seccade de bunun için kullanılmaktadır. Milliyetçi hamasetle birlikte, en iyi bildikleri işi yapıyorlar sonuçta.
SONUÇ ALINIR MI PEKİ?
AKP’nin en önemli özelliği, dönemin nesnel/siyasal koşullarına da yaslanarak dindâr kitlelerin yanında, Kürtlerin ve laik seküler kitlelerin azımsanmayacak bir kesimini tutabilmesiydi. Üç damardan seçmen kitlesi vardı yani. Şimdi genel itibariyle bu üçlü sacayağından söz etmek zor. Kürtlerden çok önemli bir kayıp olduğu açık, bunu geçelim. Eskiden de dini istismar ederdi AKP ama vitrininde tuttuğu AB’ci, liberal, reformist imaj objeleriyle karşı mahalleye de hitap ederdi. Geçişkenlik kanalları açma yeteneği bulunuyordu. Şimdi bunlardan yoksun. Dinci-milliyetçi kitleleri tutmayı başat olarak görüyor. Dediğimiz gibi, ‘domuzbağı’ geleneğinin siyasal uzantısıyla ve kadınların hayatını daha da preslemeyi pazarlık konusu ettiği Erbakan grubuyla bloklaşmış durumda. Seküler-laik yaşam unsurlarından, özellikle kadın ve gençlerden kopma zemininde kulaç atmakta... Türkiye’yi dizginsiz bir neo liberal kuşatmayla birlikte faşizan-ortaçağ karanlığına sokma yolundaki bu siyasal çizgi, sahiplerini de oldukça daraltmış durumda. Tam da “en gerici, en şoven güçler” diye başlayan faşizm tanımındaki tablo...
HÜDA PAR’LA MI RAZI EDECEKLER!
Tabi ki, iktidar mahfillerinin seçimi din/kültür ekseninde kilitlemek oyununu kabul etmemek gerekiyor. Bununla, süreci siyasetsizleştirerek müsebbibi olduğu ekonomik/siyasal yıkımı tartışma dışı bırakmak istiyor. Bu ana ekseni asla ıskalamamak gerekiyor. Soğanın 30 liraya dayandığı ekonomik enkazla birlikte onbinlerce cana mal olmuş deprem enkazındaki sorumluluğun asla unutturulmaması elzem... Dilden düşürülmeyen seccade, bu gerçeklerin üzerini kapatmanın da aracı.
Ama diyelim ki, muhalefetin iradesi dışında iktidarın bu yönlendirmesi belirleyici oldu. Beklenen sonuca ulaşılır mı? Bu en gerici güçlerin, en gerici mecrada sürdürmeye çalıştıkları “kültürel savaş” kazandırır mı? Yapılmaya çalışılan karanlık konsolidasyonun kapsama alanı bugünün Türkiye’sini temsil etmeye yeter mi? Hiç sanmıyoruz. Bugün tekçi rejime karşı yükselen değişim talebi, değişim enerjisi, sosyal uyanış, kadın ve gençliğin dinamizmi, gelişmiş dünyanın olanak, değer ve imkânlarıyla ilişkilenme düzeyinin siyasete tercümesi öylesine bir parantezden ibaret olmasa gerek. O değerlere ters düşen, tanımayan, güdük de olsa kazanılmış demokratik, çağdaş standartlara da göz dikmiş ve bunu açıkça deklare edebilen bir koalisyon var çünkü ortada.
Yıllardır “kültürel iktidarı sağlayamadık” diye şikayet edip halkı razı edemediklerini itiraf edenler, Hüda Par ve küçük Erbakan’la, şu kalan bir ayda mı razı edecekler?
MAHİR VE ORANTISIZ AKIL KAZANACAK
Hedefi genişlettikleri avda avlanacak, sonuç alamayacaklar. Seccadeyi bayrak yapıp kadın düşmanı domuzbağcıları vitrine koyan, gençlik dinamizmiyle temas imkânları çok daralmış MHP dahil, şoven-dinbaz kodlarla hareket eden iktidar bloku ‘kültürel’ olarak da yenilecek!
14 Mayıs, hem faşizan siyasetin hem de “kindâr”, gerici “kültürel iktidar” hayallerinin de hüsran günü olacaktır.
Türkiye’nin laik, aydınlık, seküler yüzüyle birlikte, başkasının inancıyla sorunu olmayan samimi dindâr kitlelerin de kazanacağı bir mücadeledir bu.
İnterneti keserek deprem enkazının altında ve üstünde çaresiz kalmış yüzbinlerce insanın iletişim olanaklarını sıfırlayıp, iki ay sonra “neden yaptınız?” sorusuna pişkince “gerekmiş ki yapılmış” diyebilen ulaştırma bakanına bakıp geçecek mi Türkiye gençliği?
İşte tasarımcı Mahir (Akkoyun) kardeşimiz. Tasarladığı “Erdoğan sayesinde” çıkartmalarıyla koca iktidarın ezberini bozan, gözaltına alınan ve çıktığında ilk sözü “Rahatsız oldular, rahatsız etmeye devam edeceğim!” olan Mahir, kültürel boyutu da olan bir siyasal mücadelenin orantısız aklî üstünlüğünü de temsil etmekte. Bu vesileyle, onun şahsında ilerici gençliğimize ve elbette başından beri kuşatılmaya çalışıldığı ortaçağ karanlığını daha en başta hissedip itiraz eden, “laikçi” diye karikatürize edilen ve ama hiç geri basmayan ‘Ayşe Teyze’lere selam olsun!
Kazanacağız!
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53