Şiddet sıvı gibidir

6 Şubat depremlerinden çıkarılacak çok önemli derslerden biri, bir fay hattı boyunca uzun süre deprem olmamasının enerji birikmesi ve büyüyen tehlike anlamına geldiği olsa gerek. Fay hattında biriken güç, büyüyen bir baraj gölü gibi. Göl çok büyüdüğünde baraj duvarını yıkması kaçınılmaz.

Şiddetin bir toplumu nasıl etkilediğini kavramak için bir fay hattında biriken enerjiyi veya bir baraj gölünün büyümesini düşünmekte yarar var. Şiddet yaygınlaştıkça çeşitli toplumsal patlamalara yol açacak bir süreç başlıyor. Dahası, şiddet bir noktada birikmekle kalmayıp başka noktalara yayılıyor ve farklı biçimlerde boy gösteriyor.

Türkiye’nin içine itildiği şiddet bataklığı son 20 yıl içerisinde derinleştikçe derinleşti. Rejim, bir yandan büyük bir “kapı kulu” polis ordusu yarattı; diğer yandan militarizme büyük yatırımlar yaptı. Böylece şiddeti büyütmenin ötesinde kurumsal olarak güçlendirdi. Sonuçta, her olanakta sivillere saldıran, her olanakta askeri operasyonlar düzenleyen bir rejim ortaya çıktı. Bu süreçte toplum içerisinde şiddet yayıldı; sokaklarda, hastanelerde, okullarda ve evlerde daha çok ortaya çıkar oldu.

Büyüyen şiddet baraj gölüne benziyor. Bu gölün yarattığı basınçla şiddet günlük yaşamda birçok yerden fışkırır oldu. Bileşik kaplarda olduğu gibi. Nasıl bileşik kaplar içindeki sıvı bir taraftan diğerine hareket eder ve akarsa, şiddet de öyle bir taraftan diğerine akıyor. Sonuç, şiddetin topluma yayılması. Sokakta göstericilere saldıran polislere ses çıkarmayanlar, sınır ötesi operasyondan hiç rahatsız olmayanlar aslında şiddetin dönüp dolaşıp kendilerini de etkileyeceğini düşünmüyorlar. Oysa en korunaklı ortamlarda yaşayanlar bile er ya da geç şiddetten yara alırlar.

Tüm tarihsel ve güncel örnekler, uzaklarda uygulandığı düşünülen şiddetin farklı şekillerde mutlaka geri döndüğünü gösteriyor. Sonuçta, ellerine yıkım ve ölüm araçları tutuşturulan kişilerin sayısı büyüdükçe aslında bu kişilerin koruduğu söylenen toplumun karşısındaki tehlike büyüyor. Büyük bir ordu, güvenlik değil tehlike demek. Her köşede bir polis olması, her yerden polis çıkması da güvenlik değil tam tersine polis devleti demek. Komşularla savaş içinde olup, memlekette barış içinde yaşamak bir yanılsamadan ibaret. Militarizmle dünyaya saldırmak ve mutlu bir toplum kurabilmek olanaksız. ABD bu yanılsamanın en bariz, en açık örneği. Barış içinde yaşayabilmek için önceliğin eşitlik ve adalet olması, şiddetin dışlanması gerekiyor.

Bütün bunların çocuk hakları açısından ne demek olduğu çok açık. Tek tek düşünelim. Şiddet yaşama hakkı açısından kabul edilemezdir çünkü çocukların yaşam hakkını ellerinden alır. Şiddet, tüm çeşitleriyle çocukları tehdit eder ve korunma hakkı açısından kabul edilemez. Ya, gelişme hakkı? Kurumsallaşmış şiddet çocuklara verilmesi gereken olanakların polise, orduya ve silahlanmaya akıtılmasına neden olur. Okumayı ve üniversiteyi düşünmesi gereken yoksul gençleri, “sağlam bir gelecek” yanılsamasıyla polis veya asker olmayı düşünmeye iter. Ataerkillik olarak kurumsallaştığı için kız çocuklarının okula gitmesine engel olur.

Şiddet katılım hakkı için de engeldir. Çocukları dinlemek yerine susturmak isteyenler hemen şiddete başvururlar. Barış içinde cıvıl cıvıl bir dünya kurmak isteyecek çocukların karşısına çıkan gerici rejim, çocukların önüne her olanakta hem dogmaları, hem de yıkım ve ölüm siyasetini koyar. Çocukların umutlarını bile yok etmek, onları köleleştirmek ister.

Genel seçimlere bir ay kala şiddetin yarattığı tehlikenin mutlaka düşünülmesi ve değerlendirilmesi önemli. Son 20 yılda üretilen şiddet ve kurumsallaştırılan kötülüğün artık durdurulması gerek. Çocukların yararını düşünenlerin şiddetin her türünü kullanmaktan kaçınmayan bir rejime mutlaka ve mutlaka karşı çıkması bugün yaşamsal önem taşıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan-Şimşek programıyla Türkiye, yüksek faiz cennetinin yanı sıra uluslararası tekellere eğitimli ve ucuz işçi pazarı haline getirilecek.

Evrensel'i Takip Et