16 Nisan 2023

Seçim yaklaştıkça medyada işler karışıyor

Aday listelerinin açıklandığı gece gazeteciler sanırım 30 saat kadar uykusuz mesai yaptı. Özellikle de CHP listelerini bekleyenler. Bu arada televizyonda haber programlarındaki konuklar da kendileri konuşmadığı sıralarda gözlerini bir an olsun telefonlarından ayırmadılar. Günümüz koşullarında sosyal medya televizyondan daha hızlı ve etkili. Zaten konu da “son dakika” altyazısıyla bir siyasetçinin attığı tweet’e kilitleniveriyor ansızın. Reklama gidiliyor, herkes kendi kaynaklarını arıyor, kim gazeteci, kim konuk birbirine karışıyor, dönüşte edinilen bilgiler izleyiciyle paylaşılıyor. Haber bültenleri de öyle, izleyici tweetleri haber bülteninin bir parçası haline geldi: “İzleyicimiz Deniz Bey şöyle demiş…” Koltuğunuzda haberleri izlerken bir anda bültene dahil ve meşhur oluyorsunuz.

Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de gazeteci-milletvekilliği ilişkisi tartışmaya açıldı. Gazeteci vekil olmalı mı ya da gazetecilik milletvekilliğine geçiş için bir sıçrama tahtası mıdır? Gazetecilik mesleği de genişleyip çeşitlendiği için tartışma farklı zeminlere kaymaya müsait. Hangi gazetecilerden bahsediyoruz, muhabirlerden mi yoksa köşe yazarlarından mı? Köşe yazarları genelde bu konuda daha şeffaf, siyasi çizgisini de, varsa parti bağını dile getirebiliyor. Ancak muhabirler için durum farklı, online mecralarda güncel haber program yapanlar için de. Aday listelerine göz atarken fark ettim, çoğu aktif olarak haber yapmıyor, mesleği kısmına belki kolaylık olsun diye en son yaptığı mesleği yazmış. Muhabirlik dışında güncel siyasi analiz yapanlar ve köşe yazarları için belki de başka bir sıfat bulma zamanı gelmiştir.

Muhabirler konusu bu seçim sürecinde muallakta kaldı. Bize güncel siyasi durum hakkında bilgi aktaran bir muhabirin aynı zamanda bir partiden milletvekilliği aday adayı olup olmadığını bilmiyoruz ya da zemin yoklayıp yoklamadığını. Kulaklara gelen bazı medya kulis bilgileri var ama adaylık başvurusunda bulunanların listeleri açıklanmadığı için kanıt yok. Kaldı ki durum ‘ne dersiniz?​’ sorusuyla bir temayül yoklamasında da kalmış olabilir. Her şey öylesine AKP’nin gidişine odaklı ki, gazetecilik etiği tartışacak zaman ve zemin bulunamıyor. İrfan Değirmenci örneğin, uzun bir süre Halk TV ana haber sunuculuğunu üstlendi. Meral Akşener 6’lı masadan kalktığında "Tarih olacaksınız. Haydi uğurlar ola..." diye tweet attı. Akşener masaya döndüğünde haber bülteninde “Bi hatamız olduysa affola” dedi. Sonra da Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili adayı oldu. Elbette meclise girmek herkesin hakkı ama bu vesileyle haber sunucularının yorum yapma konusunu biraz abarttığının altını çizmek gerekiyor. Pek çok kanalda izleyici yorumların içinden haber seçmeye çalışıyor.

Gelelim haftanın medya olayına. İsmail Saymaz Halk TV’den ayrılıp Sözcü TV’ye geçti. Halk TV bunun üzerine bir açıklama yayınladı. Özetle dedi ki, ‘bizim ağustos sonuna kadar sözleşmemiz vardı, buna uymadı, bari seçim sonuna kadar kal dedik, onu da kabul etmedi’. “Bu tutumu hiç profesyonelce ve etik bulmadığımızı ifade etmek isteriz.” Bunun etikle, profesyonellikle ne alakası var? Saymaz’la nasıl bir sözleşme yapılmış? Eğer 5953 sayılı (212 olarak bilinir) Basın İş Kanunu’na göre bir sözleşme yapıldıysa ve Saymaz fesih süresini gözetmeden ayrıldıysa bunun tazmini mümkün. Yeni kanalı bu tazminatı ödeyip transfer etmiş olabilir. Bu duruma kim ne diyebilir? Ancak anladığım kadarıyla öyle bir iş sözleşmesi değil bahse konu olan. Saymaz’ın Halk TV yerine Sözcü TV’de çalışıyor olması niye etik dışı olsun? Basın İş Kanunu’nun 13. Maddesi “rekabet memnuniyeti” başlığını taşır ve gazetecilere aksi hüküm konmadıkça başka yerlere çalışma özgürlüğü tanır, işverenin de ayrıldıktan sonra gazeteciyi kısıtlamasının önüne geçer. Gazeteciler 1961’de bu hakları söke söke aldılar, ancak 2023’te yine, yeniden gazetecilikten gelmeyen patronlar, başka sektörlerdeki işleyiş mantığını bu alana yerleştirmeye çalışıyorlar, hem de ‘etik’ adı altında. Konunun diğer cephesinde de durum parlak değil.  İsmail Saymaz Sözcü TV’ye geçtikten sonra Fatih Portakal’ın sunduğu ana habere konuk olup “Bağımsız, bağlantısız, gazetecilikten gelen aileden yetişmiş bir işverenin sahibi olduğu medya grubunda herhangi bir çıkar odağının baskısı altında kalmadan yayıncılık yapabilmek istiyordum ve bu fırsat ikinci kez ayağıma geldi” demiş. Bu ifadeden ben Saymaz’a bir baskı uygulandığını ve bu yüzden ayrıldığını anlıyorum. Öyleyse okurun bunu bilmek hakkı, değilse ve bir kızgınlıkla sarf edilmişse talihsiz bir açıklama olmuş. Tüm bunlar gazetecilikle muhalif siyasetçiliği birbirine karıştıran toksik iklimin sonuçları. Buna benzer çok örnek var ve umut beslediğimiz medya şu sıra hata üzerine hata yapıyor.

Hafta sonuna doğru medya dünyasını hareketlendiren bir başka haber düştü önümüze. Sabah gazetesi yazarı ve TRT Yönetim Kurulu üyesi Hilal Kaplan evlenmiş. Tebrikler. Kamu çıkarını zedeleyen bir durum yoksa özel hayatı kimseyi ilgilendirmez. Ancak bu kadar çok tepki çekmesinin bir sebebinin aile değerleri adı altında toplumun önemli bir kısmını ötekileştiren, 200-300 liralık nafakalarını ödemeyen boşanmış erkekleri mağdur gösteren, boşanmaları İstanbul Sözleşmesi’ne bağlayan yazı dizilerinin, tweet’lerinin de etkisi var kuşkusuz. Biz konunun medya kısmıyla alakadar olalım. Hilal Hanım’ın izdivacını duyuran Patronlar Dünyası adlı bir haber sitesi. Haberin kaynağı eski eşiyle müşteki oldukları bir dava dosyasında fark edilen yeni soyadı. Ancak dikkatten kaçan şöyle bir ayrıntı var. Patronlar Dünyası’nı mart ayının sonunda Oda TV’den ayrılan Toygun Atilla satın aldı. Ne var bunda diyeceksiniz? Şöyle hatırlatayım: Kaplan’ın boşanma haberini Oda TV yapmıştı. Kaplan bu nedenle geçen ağustos sonunda Soner Yalçın ve Toygun Atilla’ya hitaben attığı öfke dolu tweet’inin sonunu “Köpeği olduğunuz ‘Nuh’a da bunu böyle iletin” diye bitirmiş, haberin arkasında başka bir ismin olduğuna işaret etmişti. Atilla ve Yalçın tanımadıklarını söylediler, ancak kastedilenin Milli İstihbarat Teşkilatı Basın Müşaviri Nuh Yılmaz olduğu herkesçe biliniyordu. Şimdi durduk yere, tam da seçim öncesi bu evlilik haberi niye yapıldı? Seçilen fotoğraflar gibi ayrıntılara ve sosyal medyada yarattığı etkiye bakınca hedefin yalnızca Kaplan değil, medya ve siyaseti içine alan bir grup olabileceği akıllara geliyor. İşler fena halde karıştı, daha da karışacak gibi görünüyor.

Son not: Kızılcık Şerbeti’ne verilen cezanın yürütmesini durdurma kararı, tam da dizinin yayın günü, alelacele mesai saati sonunda kaldırılmış. Kanal e-posta ile gelen tebligatı geçerli saymayarak yayına başlamış ancak yine acilinden tebligatı birileri ulaştırmış. Dizi kesilip RTÜK’ün yolladığı belgesel yayına verilmiş. Şimdi siz söyleyin kim kazandı RTÜK mü? ya da AKP mi?...

Evrensel'i Takip Et