18 Nisan 2023 04:13

Akademisyen yoksulluğu, bilimsel verimsizlik

kitap sayfaları

 Patrick Tomasso/ Unplash

Paylaş

Çifte devrim denilen yeşil ve dijital dönüşüm yüksek teknoloji üretimi gerekiyor. Bu teknolojinin tasarlanması ve üretimi tek bir ülkenin tekelinde değil ama uluslararası ittifaklarla bu çok uluslu üretim zincirlerine hakim olmak neoliberal kapitalizmin günümüzdeki veçhesindeki en önemli dert. Teknoloji geliştirme ve üretim uzmanlığını elinde tutmak ve yerelde yetiştirebiliyor olmak üstünlük sağlıyor. Bu yüzden, bilimsel araştırmaların çoğunun yapıldığı üniversitelerin ve akademisyenlerin hali pürmelal sıklıkla tartışılıyor. Geçtiğimiz hafta hem Çin hem Türkiye akademinin halleri konusunda tartışmalara ev sahipliği yaptı. Koşullar farklılık gösterse de iki ülkede de sorunlar bağlantılı.

Çin’de üniversiteler Kültür Devrimi sonrasında 1978’de yeniden açıldı ve 1980’li yıllardan itibaren devletin bilimsel araştırmalara verdiği finansal destekle akademisyenlik üniversite mezunları için tercih edilir bir meslek haline geldi. Çin’de üniversitelerde çalışan araştırmacı sayısı 2009’dan 2020’ye yüzde 50 arttı. 40 yaş altı akademisyenler, Çin’in toplam bilim ve teknoloji iş gücünün yüzde 74’ünü oluşturuyor. Pek çok genç için akademisyenlik iş güvenliği ve makul bir yaşam kalitesi anlamına geliyordu ama iş güvencesinin yerini sınırlı araştırma fonları için rekabet alınca manzara değişti. Çin’in TÜBİTAK’ı olan Ulusal Doğa Bilimleri Vakfına araştırma fonu sağlamak için yapılan başvuru sayısı 2009’da 97 binden 2022’de 290 bine çıkmış. Ama aynı dönemde verilen fon oranı yüzde 22’den yüzde 16’ya düşmüş ve 2022’de yaklaşık 230 bin kişi proje finansmanı sağlayamamış. Artan rekabetle beraber, akademisyenler iş güvencesi anlamına gelen doçentlik titrini almadan önce derinlemesine araştırmaya dayalı projelere odaklanamıyor ve toplam yayın miktarını artırmak için tek bir yenilikçi makaleyi birkaç küçük makaleye bölüyor.

Yani, artık akademik kariyer geleceğe dair kaygı ve belirsizlikle eşdeğer. Çin Bilimler Akademisi Psikoloji Enstitüsü tarafından 2019’dan 2021’e kadar yürütülen çalışma, son on yılda akademisyenler arasındaki depresyon ve kaygı düzeylerinin giderek arttığını gösteriyor. 2021’de depresyondan muzdarip olanların oranı 6 puan artarak yüzde 24’e yükselirken, kaygı sorunu yaşayanların oranı 8 puan artarak yüzde 56’ya yükselmiş. Yüksek riskli depresyon ve anksiyete vakalarının dağılımı söz konusu olduğunda, yaş ve mesleki unvanlar önemli bir rol oynuyor. 30 yaşın altındakiler yüzde 27 ile yüksek depresyon riski taşıyan araştırmacılar arasında en yüksek oranı oluştururken, orta dereceli mesleki unvanlara sahip olanlar en yüksek kaygı düzeylerini yaşıyor.

Çin’de son 20 yılda yurt dışı doktoralı araştırmacıları geri döndürmek için çaba harcanıyordu. Türkiye’de ise aynı zaman diliminde önemli bir beyin göçü yaşandı, yurt dışına çıkan akademisyenlerden bir ‘diaspora’ oluştu. Bu diaspora hakkında Ufuk Akçiğit ve ekibinin yaptığı bir araştırmaya göre 12 bin akademisyen Türkiye’de bilim ve teknoloji üretmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve yurt dışına gitmiş. Bu akademisyenlerin çoğu dönmeyi düşünmüyor çünkü yurt dışındaki geçim kaygısı Türkiye’deki kadar değil.

Akademinin içinde bulunduğu açmaz sadece kalkınmakta olan ülkelere özgü değil. Örneğin, İngiltere’deki 150 üniversitede 70 binden fazla akademik personel ücret, çalışma koşulları ve emekli maaşları konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle şubat ve mart ayları arasında 18 gün süreyle greve gitti. Üniversitelerdeki akademisyenleri, eğitmenleri, kütüphanecileri ve idari personeli temsil eden sendikalar, maaşlar on yılı aşkın bir süredir enflasyonun altında kaldığı için yüzde 3’lük bir maaş artışı talep ediyor. Yine de örneğin, ABD’de akademisyenlerin başlangıç maaşı Türkiye’nin on katı. Türkiye, OECD ülkeleri arasında gelir adaletsizliği en yüksek olanlar arasında ama en düşük araştırmacı oranına sahip grupta. Dolayısıyla, bir akademisyen yurt dışına taşındığında verimliliği yaklaşık yüzde 28 artış gösteriyor, yurt dışı ile bağlantılı çalışan akademisyenlerin verimi yüzde 10 artıyor ve Türkiye’ye dönen akademisyenin verimi yüzde 10 düşüyormuş.

Furkan Düzenli ve Mehtap Demir’in yaptığı araştırmada yoksulluk sadece maddi eksiklik/ihtiyaç olarak değil, zihinsel ve toplumsal boyutlarıyla birlikte çoklu bir yoksunluk durumu olarak tanımlanıyor. Yani, Türkiye’de akademik başarının yanı sıra, çalışma hayatı içerisinde doğrudan gelirle ilişkilendirilemeyen bir yoksunluk durumu da var. Akademisyenin başarısının yaratıcılık gerektiren bir verimlilikle ölçüldüğünü ve bir önceki araştırmada kaynak aktarımı olmasına rağmen Türkiye’deki akademisyenlerin düşük verimliliğine işaret edildiğini hatırlayacak olursak, çalışma ortamını kısıtlayan yoksunluk durumunun ne demek olduğunu anlarız. İş güvencesizliği, geçinmek için akademi dışı iş yapma zorunluluğu, aile bakım hizmetlerinin eksikliği, verimliliği arttıracak akademik iş birliği olanakları yaratacak maddi olanakların yokluğu da akademisyen yoksulluğunun parçaları arasında. Yani, bilimsel üretimin koşulları arasında üretimi yapacakların yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa