21 Nisan 2023

Erdoğan, antiemperyalizm ve Denizlerin mirası!

Cumhurbaşkanı Erdoğan salı günü Afyonkarahisar Zafer Meydanı’nda yaptığı konuşmada “Bizim siyasi hayatımızın tamamı emperyalistlerle ve onların taşeronlarıyla mücadele etmekle geçti” açıklamasını yaptı. Erdoğan’dan bir gün sonra Cumhur İttifakı içinde yer alan DSP’nin Lideri Önder Aksakal da hızını alamayarak “Deniz Gezmişler bugün olsaydı Erdoğan’a oy verirdi. Onlar da ABD karşıtıydı” açıklamasını yaparak, Erdoğan’ı antiemperyalist mücadelenin lideri ilan etti. Bu açıklamalara bakılırsa Erdoğan ve Cumhur İttifakı, Batılı emperyalistlerden beklediği desteği göremediği için yaklaşan seçimlerde “antiemperyalizm”, “bağımsızlık” propagandası üzerinden ulusalcı-milliyetçi kesimleri etkilemek istiyor.

Herhalde bütün siyasi hayatı boyunca emperyalistlere böylesine hizmet eden ancak buna rağmen emperyalizm karşıtlığını bu kadar kullanan/kullanabilen siyasetçi azdır.

Erdoğan’ın “Emperyalistlerle mücadele etmekle geçti” dediği siyasi yaşamının bütün önemli dönemeçlerinde emperyalistlerin imzası bulunuyor.

Erdoğan ve arkadaşlarının gençlik dönemlerinde içinde yer aldıkları Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) CİA tarafından Sovyet Rusya’ya karşı destekleniyordu.

Bilindiği gibi Erdoğan, daha MTTB içinde bir gençken Necip Fazıl ile tanışmış olmakla övünür.

Peki, Erdoğan’ın “İnanın bugün sahip olduğumuz fikir, aksiyon, dimdik duruş ve öz güven onun verdiği mücadelenin bir eseridir” dediği Necip Fazıl, o dönem hangi güçlerin propagandasını yapıyordu?

Yanıtını yine Necip Fazıl’dan dinleyelim: “Ya Amerika’yı tutacaksınız ya Sovyet Rusya’yı ya demokrasiyi ya komünizmayı... Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır.”

ABD emperyalizmi “komünizmle mücadele” adı altında milliyetçi-dinci örgütlenmeleri destekliyor, Erdoğan ve arkadaşlarının içinde örgütlendikleri MTTB bu örgütlenmelerin başında yer alıyordu.

Bugün Aksakal’ın “Yaşasalardı Erdoğan’a oy verirlerdi” dediği Deniz Gezmiş ve arkadaşları, ABD emperyalizmine bağımlılık ilişkilerine ve bu bağımlılık ilişkilerinin sembolü haline gelen 6. Filo’ya karşı mücadelenin başını çekerken Erdoğan ve arkadaşları, “kızıl kafirler” dedikleri bu devrimci-yurtsever güçlere karşı ABD emperyalizminin yanında saf tutuyorlardı!

Denizler; Türkiye’nin ABD emperyalizminin karakoluna dönüştürülmesine karşı 6. Filo’yu denize döküyor, emperyalizm iş birlikçisi iktidarların köylüye dayattıkları kotalara, yasaklara karşı köylülerin toprak işgallerine katılıyor ve grev-sendika yasağına karşı işçilerle birlikte mücadele ediyorlardı. Erdoğan ve arkadaşları ise, ABD emperyalizmi ve iş birlikçi iktidarların yanında ihtiyaç duyulduğunda kullanılmaya hazır “yardımcı kuvvetler” olarak duruyorlardı.

Bugün Erdoğan her ne kadar kendini “emperyalistlere kafa tutan bir lider” gibi göstermeye çalışsa da onun “başrole” gelmesinde/getirilmesinde ve partisinin kuruluşunda ABD’nin bölge (Ortadoğu) planları ve bu planlar kapsamında Türkiye’ye biçtiği roller belirleyici olmuştu.

1990’ların sonları ve 2000’li yılların başlarında ABD, Ortadoğu’da “İslami radikalizmin önüne geçmek” adına “ılımlı İslamcı” olarak nitelediği Batılı emperyalistlerle uyumlu İslamcı güçleri iktidara getirmeye yönelik bir strateji izlemiş ve Türkiye’ye de bu stratejinin “model ülkesi” rolünü vermişti. Bu temelde Fethullah Gülen ve “gençler/yenilikçiler” adı altında Fazilet Partisinden (Erbakan’ın partisi) ayrılan Erdoğan ve arkadaşları desteklenmiş, Erdoğan 1999’dan AKP’nin kurulduğu 2001’e kadar ABD’yi 5 defa ziyaret etmişti. Ardından çok geçmeden ABD’nin Ortadoğu Şefi Fuller’in “Türkiye’de yakın gelecekte ılımlı İslamcılar iktidara gelecek” kehaneti 2002 seçimlerinde gerçekleşmişti.

Bu dönem Erdoğan’ın yaptığı ilk işlerden biri de kendini ABD’nin büyük/genişletilmiş Ortadoğu projesinin eş başkanı ilan etmesiydi.

2003’teki Irak savaşında, ABD’nin Türkiye topraklarını kullanması için hazırlanan “savaş tezkeresi”nin Meclisten geçmemesi üzerine ilişkilerin bozulması sonrasında o dönem Erdoğan’ın başdanışmanı olan Cüneyd Zapsu’nun ABD’ye “Onu deliğe süpürmeyin…kullanın” demesi, Erdoğan yönetiminin nasıl bir bağımlılık ilişkisi içinde olduğunu ortaya koyuyordu.

2011’de ABD ve Fransa’nın başını çektiği NATO güçlerinin Libya’ya müdahalesi karşısında “NATO’nun Libya’da ne işi var?​” dedikten bir hafta sonra Türkiye’yi Libya’ya müdahale eden NATO kuvvetlerinin kumanda merkezi haline getirmesi de herhalde Erdoğan’ın “Emperyalizmle mücadele ederek geçen” siyasi hayatının önemli sayfalarından biriydi. Tıpkı yine ABD ve Fransa’nın desteğinde Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunması gibi…

Özellikle Suriye savaşının beklenmedik sonuçlar doğurması ve Ortadoğu politikasındaki önceliklerin farklı olması nedeniyle Erdoğan iktidarı ile Batılı emperyalistlerin birbirinden ayrışmaya başladığı ve 2016’daki 15 Temmuz darbe girişiminin bu ayrımı derinleştirdiği biliniyor. İşte Erdoğan’ın meydanlarda “ey Amerika”, “ey Avrupa” diyerek kendini emperyalizme kafa tutan lider olarak gösterdiği bir dönemde yabancı tekellerle yapılan bir toplantıda söyledikleri onun antiemperyalizminin gerçek yüzünü çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyordu.

Darbe girişiminin üzerinden daha bir ay bile geçmemişken büyük bölümü Batılı emperyalist ülkelerden gelen yabancı tekellerin temsilcilerine şöyle sesleniyordu Erdoğan “Bizimle birlikte yol yürüyen hiçbir uluslararası yatırımcı, bu ülkede kaybetmemiştir. Tam tersine sürekli kazanmıştır, bundan sonra da kazanacaktır (…) Yatırımcılara zarar verecek, yatırımcıları üzecek hiçbir işe kalkışmayız. Başta şahsım, izin vermeyiz. Bu yönde hiç endişeniz olmasın.”

Halk önünde emperyalistlere kafa tutma söyleminin arka planında kapalı salonlarda emperyalist tekellere güvence üstüne güvence veriliyordu.

Erdoğan, darbe girişiminden sonra o dönem ABD Başkanı olan Obama’ya Suriye’deki Rakka operasyonunu Kürt güçleri (YPG/SDG) ile değil kendileriyle yapılmasını isterken bile daha ABD’den umudunu kesmemişti. Ancak ABD ve Batılı emperyalistlerden istediğini alamayınca çareyi başka bir emperyalist gücün temsilcisi Putin’e sarılmakta görmüştü.

Gelinen yerde Erdoğan’ın antiemperyalizm olarak pazarlamaya çalıştığı politika, Batılı emperyalistler ve NATO’yla bağımlılık ilişkileri devam ederken ülkeyi Rusya’ya da bağımlı hale getirdi. Emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanma adına savunulan politika, Türkiye’yi iki emperyalist gücün de müdahalesine daha açık konuma soktu, bağımlılık ilişkilerini derinleştirdi.

Bugün Denizlerin gerçek mirasçıları tıpkı zamanında Denizlerin de yaptığı gibi tam da Erdoğan’ın yaşamını adadığını söylediği politikanın karşısında yer alıyorlar: Bölgede emperyalistler ve iş birlikçilerine karşı antiemperyalizm ve barışı, ülkede bu dikta ve sömürü düzenine karşı demokrasi, laiklik ve insanca yaşamı savunuyorlar.

Evrensel'i Takip Et