Bayram öğretisi

Ekran görüntüsü TCCB yayınından alınmıştır.
Bugün bayram! Bayramlaşma genellikle iki insan arasında barışma, dostça ve samimi olarak selamlaşma olarak algılanır. Oysa bayramlaşma bir insanın yüzü ya da davranışı ile vicdanının karşılaşmasıdır; bir tür iç hesaplaşmadır. Dürüst insan koşulu olarak, bayramı bir iç muhasebe günü olarak algılamak ve bu hesaplaşmayı bir günle sınırlamamak durumundayız. Bayramlaşma bir tür sınavdır; bayramlarda insanların, özellikle de tüm topluma hesap verme durumunda olan siyasilerin vicdanlarında ve topluma karşı verdikleri halisane sınavıdır. Böyle bir vicdani hesaplaşmada iç huzur yaşayanlardır ancak bayram coşkusunu idrak edebilenler.
Bayram; tüm davranış ve kararlarda hukuk ve adalet kurumunu yüceltici, faziletli ve gerektiği yerde özverili davranış gösterebilenlerin yaşayabileceği iç huzur günüdür. Yaşamının her anında, gördüğü vazifenin her aşamasında hak ve adalet kavramlarına göre davranan siyasi ve yönetsel insanlardır bayram mutluluğunu yaşamaya hak kazananlar. Hak ve adalet duygusuna riayet etmeyen siyaset ve adalet mensupları her gün ve bayramlarda karanlık vicdanlarını olabildiğince gizleme azabı ile kavrulurlar. Bu kişilerin bayramlar gibi bazı turnusol testi günlerinde vicdani huzursuzluk ve iç sıkıntısı yaşaması, cehennemin yeryüzünde olduğu gerçeğinin yansımasıdır. Hiçbir aklıselim ve gerçek vicdan sahibi insan böyle bir konumda olmayı istemez!
Bireyin alnının secdeye değmesi onunla diğer insanlar arasında bir ilişki değildir. Bu durum, bireyle Yüce Yaratıcı arasında, bizzat kendisine yönelik bir görevdir. Bu görev vicdanlı insan olması, adil olması, hak yememesi, yalan söylememesi, emanete ihanet etmemesi için her daim hatırlamasına neden olacak terbiyevi görevdir. Tüm kutsal inançlar için geçerli olan kurala göre, kutsal inançlar ve ibadet sistemleri salt inancın gereği görev olmayıp, sayılan dört hususu yerine getiren iyi insan oluşturma vasıtalarıdır. Siyasi yöneticilerle vatandaşlar arasındaki ilişki alnın secdeye değme muhabbeti(!) değil, siyasinin adil olması, hak yememesi, yalan söylememesi, emanete ihanet etmemesi hususlarıdır. Adeta saçma bir özdeyiş haline gelmiş olan “Yiyiyor, ama çalışıyor” ifadesi toplumun çürüme alametidir. Böyle bir toplum yaşamını er geç bir gün bitirir, bitirirken de yiyeni de yedireni de mahveder.
Seçime bir kaç hafta kalmış olarak yaşadıklarımızı, Türkiye’ye cumhurbaşkanı olma niyeti ile ortaya çıkanların sergiledikleri manzarayı vicdan muhasebesi ölçütü ile tartışırsak fazla bir yere varılamayacağını görürüz. Bunca yıl ülkeyi neredeyse tek-adam anlayışı ile yönetmiş olan bir siyasi kadronun bu süre boyunca gerçekleştirmiş olduğu icraat karşısında, bundan böyle iktidara namzet olmaya yeltenenlerin vadettikleri icraat, doğal olarak, farklılıklar göstermektedir. Her iki tarafın da bilmesi gerekir ki, hiçbir ekonomi bir anda gelişemez, bir anda refah düzeyini yükseltemez, bir anda dünya lideri konumuna geçemez. Ama her ülkede asgari adalet ve hukuk kuralının geçerliliği sağlanarak, insanlar nahak yere aylarca özgürlüğünden mahrum bırakılmayarak, kurallar adaletle uygulanarak insanlar geleceğe umutla bakar, toplumda ilerleme sağlanabilir. Hiç değilse, burjuva hukuk kuralının her ileri ülkedeki görüntüsü ülkemize kazandırılarak, yargıçlar da baskı ve töhmet altında olmaktan sıyrılabilirse, hukuka güvenen yatırımcı da geleceğini planlayabilir. Bu koşullarda eğitim kurumlarının özgür düşünce ve vicdanen hür insan yetiştirmesi hedeflenebilir; ülkenin kalkınması ve teknoloji üretimine yönelmesi için kaynakların etkin kullanımı sağlanır ve teknoloji üretimine ağırlık verilebilirse, kurtlar sofrasında ülkemiz de yukarılara taşınabilir. Üniversite sayısı siyaseten zafer olabilir, ama gerçekte böyle bir durum zafer değil; tam tersi, sayı arttıkça kalite düşerse durum vahim demektir. Çünkü önemli olan üniversite sayısı değil, niteliğidir. Eğitim insan gücü yetiştirmede, hukuk ise arzulanan toplum oluşturmada etkili iki baskı aracıdır. Siyasi erki eline geçirenlerin toplumsal dayanışmaya gitmeden, uluslararası kuralları çiğneyerek bu iki kurumu da kendi ya da toplumda siyaset yoluyla baskın konuma gelmiş olan bir zümrenin amacı doğrultusunda kullanmaya kalkması vicdanlarının karardığının delilidir.
Siyaset alanı en yüksek kamusal alandır. Bunun anlamı şudur ki, politikaya soyunanların toplumsal çıkar ülküleri kişisel ya da ailesel veya çevresel çıkar ülküsünün önünde olmalıdır. Bu düşünce tarihsel olaylarla test edilmiş şu görüşe dayanır ki, siyasetin çökertildiği bir yapıda, kısa süreli çıkarlarını güdenler de o çöküşün altında kalır.
Yaşamda tek bir gün ya da birkaç gün bayram değildir. Ahlaken güçlü ve faziletli insanın kendi iç hesaplaşmasını yapabildiği ve alnının akı ile çıktığı her gün onun bayramıdır. İşgal ettiği siyasal, hukuksal ya da sair kamusal makamı kendi amacı doğrultusunda kullanan hiçbir insan bayram coşkusuna eremez. Ülke için yaşamsal bir seçim arifesinde tüm siyasilerin ve ülke yönetiminde sorumlu mevkide bulunanların kendi vicdanları ile bayramlaşmaya cesaret edebilmelerini diliyorum!
Halkımızın bayramını kutluyorum ve mutlu yaşayacakları ülke yaratmada hepimize güç ve cesaret diliyorum.
Evrensel'i Takip Et