23 Nisan 2023 06:01

Nasıl 23 Nisan? Neşe doluyor mu insan?

Fotoğraf: Volkan Pekal / EVRENSEL

PAZAR
Paylaş

Bugün 23 Nisan; Meclisin kuruluş yıl dönümü.

Halkın yönetime katılımının, tebaa olmaktan kurtulup yurttaş olmaya hak kazanmasının yıl dönümü.

Mecliste her şey kayda tabidir. Tüm oturumlar tutanaklara geçer. 

23 Nisan 1920’de Meclis kurulur, 24 Nisan’daki kapalı oturumda (Gizli celse olarak kayıtlıdır) Kurucu Önder Mustafa Kemal, olası müttefikler üzerine, savaşın içinde yer alan ya da ülkeyle hududu, yakın mesafesi bulunan tüm ülkelere tek tek değinir. Oturumun ana konusu: Ahvali dahiliye hakkında beyanattır.

Burada savaşılan ülkelerden bahsederken dahi hakaretamiz kelimeler seçilmemiş, bir tarihçi gibi tek tek ülke yönetimlerinin stratejileri, aldıkları pozisyonlar ve atmaları muhtemel adımlar anlatılmıştır. 

Mustafa Kemal konuşmasının son bölümünü “reislik” konusuna ayırır: 

Bu işin şahsileşmesinin önüne geçelim der.

“Maamafih teferruat hakkında yine beraber çalışacağız, itimat izhar ediyorlar ve yine işitiyorum ki bu teveccüh ve itimadın sevkile meselâ riyaset meselesi mevzubahis olduğu zaman büyük şükran ve minnet ile görüyorum ki tekmil arkadaşlarım hakkı âcizanemde büyük teveccühler, muhabbetler izhar ediyorlar. Meselâ riyaset meselesi mevzubahis olduğu zaman seni reis intihap edelim dediler. Ben bu meselede kat’î ve samimî olmak isterim. Bunun için şahsıma ait olmakla beraber, bunu yine şahsımın haricinde bir mesele olarak kabul etmek daha doğru dedim. Benim mevcudiyeti maddiyemi bırakalım, bir isim üzerine konuşalım. Daima milletin müdrik olduğunu, milletin kuvvetli olduğunu biliyorsunuz, ki maksadımızı kurtarmak için harice karşı, ecanibe karşı, düşmanlarımıza karşı milletin müdrik ve kuvvetli olduğunu, milletin âmili hakikî olduğunu ispat etmek lâzımdır. Bu hakikatin mütecelli ve maddî bir delilidir. Milletin âmili hakikî olduğunu ispat etmek lâzımdır. Bunu ispat etmek lüzumundan bahsettiğim bir hakikattir ve huzuru âlileri bu hakikatin hiç şüphesiz delilidir. Bu yalnız milletimizce değil ecanipçe de malûmdur. 

Fakat düşmanlarımız daima bu hakikati setretmek, âlemi medeniyete karşı milletimizi böyle mütesanit, vahdet yapabilecek, kendi kendini idare edecek evsaftan mahrum göstermek suretile kıymet ve ehemmiyetini tenkis ediyorlar. Daima bu vahdetleri, bu mevcudiyetleri şu veya bu şahsın üzerinde temerküz ettirmek, hatta İngilizlerin yeni günlerde yani İstanbul’u işgal sırasında İngilizlerin Hükümete verdikleri notada benim ismim zikredilmiştir. Bu adamı reddediniz, bu adamı telin ediniz denilmiştir. Bu adam ret ve telin olunursa mevcudiyeti milliye esasen yoktur. İkincisi; dahili memlekette bütün millete karşı menfi propagandalarda bulunuluyormuş. Esası yoktur. Bu hakikat olmamakla beraber düşmanların elinde bir silâhtır. Binaenaleyh bu mahzuru nazarı dikkati âlinize arz ediyorum. Millete yapılan menfi propagandalardan anlaşılıyor ki yine mesele şahsî olarak gösterilmektedir. Bu da bittabi fevkalâde tesir yapar. Bu itibarla maksadımızın, ulvî makasıtımızın istihsali için düşmanlara silâh verecek her türlü hususattan tevakki etmeniz iktiza eder. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmeye mecburuz o da memleketin halâsıdır. Burada mevzubahis olacak şahıs meselesi, hatır meselesi değildir (alkışlar). Binaenaleyh bütün hakayika vuzuhile vakıf olarak isabet kararlarınızı vermenizi, maruzatı salifemde işaret ettiğim gibi, memleketin menafii namına temenni ederim.. Millete istiklâl temin edileceği güne kadar bir fert olarak bütün mevcudiyetimle çalışmaya mukaddesatım namına söz vermişimdir. Bu sözü burada tekrar etmekle kesbi şeref eylerim.”

Meclis, yetkiyi Mustafa Kemal’e vermiştir.

Bir ülkenin kuruluş ve kurtuluş savaşında şahıs ve hatır meselesi gözetilmez. Meclisi kuranın vizyonu budur. Meclisin vizyonu ise hiçbir propagandaya teslim olmadan yetkiyi en iyi kullanacak olana teslim etmektir.

Bu satırları yazarken en büyük merakım 23 Nisan’da reis-i cumhurun, Meclisin yıl dönümünü nerede kutlayacağıdır. 100. yılında Huber Köşkü’ndeydi. 101.yılında Çamlıca’daydı, 102. yılında çocukları Vahdettin Köşkü’nde kabul etti.

Vahdettin Köşkü... Meclisin kuruluş yıl dönümünde...

Memleketin reis-i cumhuru, senelerdir 23 Nisan’da meclis özel oturumuna katılmıyor, bir devlet geleneği olan Anıtkabir’deki tören protokolüne dahil olmuyor. 

Biz bir seçime gidiyoruz, reislik yetkisi şahsileşmesin, burası halkın meclisidir diyen ilk başkanının sözlerinin 103. yılında nasıl bir titr kavgası içine düştük akıl almıyor.

Mecliste temsiliyetimiz, vekillerimizin sözlerimizi kürsüye taşımasından ibaret hale getirildi. Demokrasi yok, işlemiyor. 1800 fezleke var Mecliste, rejim bizi tehdit etmekle kalmıyor, vekaleti verdiğimizin de yakasına yapışıyor.

Mevcut Meclis işleyişi “AKP ve MHP oyları ile reddedildi” ye döndü. Bir felaketin hâlâ göbeğindeyiz. Hiçbir sorun çözülmedi depreme dair, hiçbir sorun da çözülemez bu şekil.

Depremde ölenlerin resmi sayısı 50 bin 500, kim inanıyor?

Depremde kaybolan insanlar ve refakatsiz kalan çocukların sorunlarının araştırılması önergesi: AKP-MHP oylarıyla reddedildi.

Depremin idari ve siyasi sorumluların belirlenmesi hakkındaki genel görüşme önergesi: AKP-MHP oylarıyla reddedildi.

Olası depremlere karşı alınabilecek önlemlerin belirlenmesi hakkında araştırma önergesi: AKP-MHP oylarıyla reddedildi.

Kızılay’ın depremden sonra çadır ve gıda satışıyla ilgili araştırma önergesi: AKP-MHP oylarıyla reddedildi.

AFAD’ın görevini yapamaması araştırılsın önergesi: AKP-MHP oylarıyla reddedildi.

103. yılı kutlanan Meclisin, halk on binlerce ölmüşken dahi işleyişi budur. Bir broş gibi tek adam rejiminin yakasında demokratiklik süsü.

Kutlu olsun 23 Nisan, her kurum, kuruluş, siyasetçi mesaj atıyor, e posta gönderiyor, tebrikler iletiyor: Yaşasın 23 Nisan!

Neyi kutluyoruz tam olarak?

Artık çocuk bayramı demeye de utanıyor insan.

Binlerce tahta parçası dikili toprağa, üzerlerinde “isimsiz çocuk” yazıyor. Ne hayallerle dünyaya getirildiler, nasıl şefkatle kundağa sarıldılar, uğurlarına ömür adanacaktı, bir ömürleri olamadı, adları bilinmiyor.

Köy okulları kapatıldı, ilçelerde yurtlar kapatıldı, çocuklar tarikat yurtlarına mecbur bırakıldı. Üzerine kapı kilitlenen çocuklar yanarak can verdiler de tarikat savcılığa dilekçe sundu: Derin dondurucuda etler kaldı, bozulmadan teslim edilsin tarafımıza” diye.

Cinsel istismar yaşandı, şiddetin her türlüsü yaşandı, intihar etti çocuklar, kimisi 90 santimlik kapı kolunda asılı bulundu adına intihar denildi. Yer yerinden oynamadı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 30 bin çocuk işçi var diyor, TUİK 750 bin DİSK ise 2 milyon.

2022’de iş cinayetinde öldüğü tespit edilen 61 çocuk var.

Derin Yoksulluk Ağı’nın araştırmasına göre sadece İstanbul’da, derin yoksulluk yaşayan hanelerin yüzde 13’ünde çalışan bir çocuk bulunuyor, yüzde 6’sında eve tek gelir getiren kişi evdeki çocuk.

Aynı araştırma diyor ki bu evlerin yüzde 27’sinde çocukların okulu bırakma riski var.

Çocuk yaşta evliliklerde Avrupa’da birinciyiz. 

Ama yaşasın çocuk bayramımız var, değil mi?

Çocuğu gaz fişeğiyle başından vururlar, annesini meydanlarda yuhalatırlar, terör operasyonuna çelik yeleksiz sivil çocuğu önde yollarlar, meydanlarda gözü yaşlı annesinin eline kan parası bir ev anahtarını sallaya sallaya uzatırlar.

Sonra da Meclis saltanatı kaldırdığında korkuyla İngilizlere sığınan Vahdettin’in ismini taşıyan köşkte Meclisin yıl dönümünde çocuk ağırlar.

Kutlu mu 23 Nisan?

Takiyenin tadı nasıl?

Gözlerden yaş getirecek kadar acı olmasını dilerim.

Şurada kalmış üç hafta, Meclise halk olarak yeniden girmeye niyet ettik.

Çok gereksiz tartışmalarla zaman kaybettik, moral kaybettik, heves kaybettik.

Bıkmadan haykırıyorum: Düşecek zaman değil, hayat memat derdimiz var, kalkın ayağa arkadaşlar!

Kim kimin listesinden girdi, kim kimin oyundan aldı zamanı değil, önümüzdeki listelerde halkın vekaletine layık olan, bize layık vekil adaylarının sayısı çok. Dikkatlice bir inceleyin, geçmiş seçimlere göre ne kadar çok sayıda halkın içinden makul vekil adayı var, isim isim göreceksiniz.

Birini diğerine tercih kavgasından çıkıp hepsini birden seçtirmek mücadelesine girmek zorundayız.

Söz yetki kararı istiyoruz da neden profesyonel siyasetin eline bırakıp sonra eleştirip diz dövüyoruz? Hayat bizim, emek bizim, karar bizim.

Yüklenelim şu seçime, seçin bölgenizdeki adayınızı, gidip girin kampanya ekibine. O broşür dağıtanlar, kapı kapı gezenler, afiş asanlar sizden farklı mı?

Pandemi kaç sene sürdü, biz sağ kalanlarız. 3 yıl hayatımızın ekseni kaymış da 3 hafta konforumuzu bozamayacak mıyız? Çalışalım işte. 

Evde televizyon izleyerek, bunalınca kanal değiştirerek, kendi mahallende “Ne olacak sence?​” diye yakınıp felaket senaryosu yazarak, dün omuz omuza mücadele ettiklerine bugün tonlarca sitemi düşmanca dille savurarak tehlikeye attığımız şey koca bir memleket, rejim, gelecek.

Yılgınlık yok direniş var değil mi bu toprakların en eski sloganlarından biri?

Direnmek dediğin öyle pasifize bir durum değil ki? Direnmek söz üretmekten ibaret değil, direnmek tek bir çıkış yoluna fikren ve fiziken hapsolup orada boğulmamaya çalışmak değil. Her koşulda kendine bir çıkış yolu yaratabilmek.

Ne demek oy kaybettirecek bu listeler? Oy, vermezsen kaybolur. Oy, sen kazanmaya çalışmazsan kaybolur.

Oy, sen peşine düşmezsen kaybolur.

Oy da zaten, hayatın söz konusuyla elinden gelen tek çaba değildir. Yaşamak bir direnişe dönmüş bugün. Direniş kelimesi büyüktür. İçinde mücadele, kavga, azim, cesaret, emek barındırır.

“İstediğim gibi hazırlamadılar pusulayı ama sabah köşedeki okula kadar gidip bir oy attım” diye bir direniş olmaz. Öncesinde çalışacak, seçim günü de sonuca ikna olana kadar eve girmeyeceğiz.

Benim o Mecliste görmek istediğim çok aday var. Değil Meclis için vekaletimi, velayetimi verecek kadar güvendiğim isimler var.

Çalışıyorum arkadaş, çalışacağım. Çocuksu bir hayalperestlik değil, emek verilmiş bir umudun peşine düştük.

Emek verirse, umutsuzluğun bir parçası olmaktan çıkar insan.

Bu devran dönecek edilgen bir cümle, devranı biz döndüreceğiz.

Üç hafta...

Mahalle gezilerinde adaya eşlik etmek için, bildiri dağıtmak için, adayların sözlerini yaymak için, yeni yaşam tahayyülünü anlatmak için, kağıtlara yazıp duvarlara bantlamak, hataya düşecek eşi-dostu-akrabayı tespit edip ikna etmek, coşkuyu yükseltmek, bir bayrama sert, güçlü ve sağlam adımlarla yürüdüğümüzü sokakta hissettirmek için son üç hafta.

Medyanın büyük kısmı satın alınmış, kalanların üzerinde baskı kurulmuş, sosyal medya cezaya tabii kılınmış, elimizde kalan hangi alan varsa, kurtuluş adına herkes sonuna kadar kullansın.

Biz bir üsluptan tiksindik: azar, alay, hakaret, kinaye... Aynı kalıba girmek yakışmaz dilimize.

Birlikte direndik onca yıl, iyi de direndik ki hâlâ ayaktayız, şimdi kazanma vakti. Birlikte kazanacağız!

HADİ!

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa