Seçmen neden fikrini değil kanalı değiştiriyor?
Fotoğraf: DHA
Seçim zamanlarında gazeteciliği eleştirmek için kullanılan yaygın bir metafor var. Liberalizmin beşiği ABD’de klişeleştiği şekliyle medya seçimleri bir “at yarışına” çeviriyor. Yani seçimi toplum beklentileri üzerinden haberleştirmek yerine adayların performansına indirgiyor, magazinleştiriyor, reytinge öncelik veriyor. Bizde de epeydir bu ithal metafora ilgi var, son seçimlerde anket şirketlerinin sorumsuz yetkili gibi her birinin her gün bir adayı öne çıkarmasının medyanın seçimlerdeki rolünü zedelediği kadar, manipülatif etkisine de vurgu yapılıyor. Anket şirketleri ve medyanın reytinge dayalı bu ilgisine yönelik eleştiriler haklı olmakla birlikte son seçimlerdeki, özellikle de önümüzdeki seçime yönelik medya performanslarını at yarışına benzetmek zor. Çünkü bu yaklaşım toplumdaki kutuplaşmayı temel alıyor ve medyanın partizanlığının altını çiziyor. Daha önce bu köşede ifade ettiğim üzere bir partinin çok sadık taraftarları olabilir ancak bu toplumun kutuplaştığı anlamına gelmez. Türkiye’de yaklaşan seçimlerin bir dönüm noktası olarak adlandırılması dahi bunu yeterince kanıtlıyor. Bir partinin etrafında ördüğü kitleyle 21 yıldır oluşturduğu hegemonyaya ve öteki saydıklarına yaşam alanı tanımayacak bir rejimi hedeflemesine karşı çıkış kutuplaşma değil bir demokrasi mücadelesi. Kaldı ki ABD’de de artık at yarışının sonuna gelinmiş görünüyor. Geçen hafta Fox News’in oy verme şirketi Dominion Voting Systems’a seçimlerin çalındığına dair yalan haberleri nedeniyle ödemeyi kabul ettiği 787,5 milyon dolarlık cezaya dair tartışmalar bunu gösteriyor.
Bizim sansür, hükümetin “dezenformasyon” yasası olarak adlandırdığı yasa teklifinin tartışıldığı geçen ekim ayında Fox News davası bu köşeye taşınmıştı. Yine hatırlatmak gerekir ki bu bir dezenformasyon değil hakaret davası. Dominon ekim ayında şirketlerine hakaret edildiği gerekçesiyle kanala 1,6 milyar dolarlık bir dava açtı. Hatta New York Times gazetesine sızan haberlere göre Fox News çalışanları dahi seçimin çalındığına dair iddialara inanmamış ama böyle haberler yapmayı sürdürmüşlerdi. Fox News ve dolayısıyla sahibi Rupert Murdoch suçlamaları kabul etmiş oldu ve yukarıda önerilen meblağı kabul etti. Bir anlamda ‘yalan söyledik evet neyse parası veririz’ dedi. Tıpkı Erdoğan’ın hak ihlali nedeniyle AİHM’den çıkan ihlal kararlarına verdiği karşılık gibi. ABD medya yazarları Dominon’un bu teklifi kabul etmemesini, Murdoch’ın yayın hayatını bitirecek bir cezaya çarptırılması gerektiğini savundular. Ancak beklenen olmadı. Dominon teklifi kabul etti. Sırada bir başka oy verme şirketi olan Smartmatic’in açtığı hakaret davası var, muhtemelen o da benzer şekilde sonuçlanacak. Dominion teklifi kabul etmeseydi, FOX cezaya itiraz edip bir üst mahkemeye götürebilirdi. Üst mahkeme yapısı Trump döneminde muhafazakârlar lehine değişmişti yani Fox’un itirazının kabul edilmesi, dahası dezenformasyona ilişkin düşünce özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenlemelerin gündeme gelmesi riski de vardı. Kurumların bir bir elden gitmesi de Türkiye’ye özgü değil.
Murdoch’u finansal açıdan çok sıkıştıracak cezaya sevinmeyenlerden Atlantic yazarı Adam Serwer, kendilerine yalan söylenmesini isteyen izleyiciler olduğu sürece bu cezanın bir hükmü yok diyor. Yıllardır bazı liberallerin Fox'un doğruları söylemesi halinde izleyicilerinin fikirlerinin değişeceğine inandıklarını söylüyor ancak doğru olan bu değil diyor ve David Graham’dan alıntılayarak cevap veriyor “Fikirlerini değil kanalı değiştirdiler”. Serwer bu konuda oldukça karamsar; tek gerçek çözümün sanrılarla hareket edenlerin veya onları harekete geçirenlerin iktidara gelmesinin engellenmesi olduğunu düşünüyor. Görüldüğü gibi ortada bir at yarışı falan kalmış değil, hakemlere dahi güvenilmeyen yaygın bir endişe söz konusu.
Biz bunu epeydir deneyimlediğimizden Serwer’ın aklından geçenleri ya da satır aralarını tahmin edebiliyoruz. Ancak bu endişe yalanın doğru olmasını isteyen izleyicinin nedenlerini anlamamıza yetmiyor. 30 liraya soğan, 300 liraya et alırken (ya da alamazken) neden insanlar halen bu liderlerin etrafında kenetleniyor? Burada başta değinilen anket şirketlerine yönelik eleştirilere dönmek gerekiyor. En prestijlisinden en güvenilmezine anket şirketleri bize hemen her gün bir takım kemik oylardan ve eğilimlerden söz ediyor. Ölçüm yaparken de siyasetçilerin söylemlerini ve medyaya yansımasını baz alıyor. “Halk Kılıçdaroğlu’nun seccadeye yanlışlıkla bastığına inanıyor mu?” gibi… Sonra diyor ki “bakın bu oran bu partinin kemik kitlesi” ya da “bunlar kararsızlar”. Ölçüm yöntemlerini bu kadar basite indirgemiyorum tabi, çoğu bu alanda yıllarca deneyim sahibi şirketler. Şunu söylemeye çalışıyorum siyasetçilerin, özellikle de Erdoğan’ın ötekileştirici söylemleri dışında sorular sorulsa acaba o kemik kitlenin o kadar da kemik olmadığı ortaya çıkabilir mi? Ya da medya her anketi ölçümüne, yöntemine bakmadan, sorgulamadan yayınlamasa başka bir tartışmaya alan açılabilir mi? O zaman belki soğanla uçak gemisi gibi abuk bir kıyaslamaya saatler harcanmayacak.
Ben buna at yarışı demenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bir gazeteci Serdar Akinan’ın sabah beşte evi basılıp, kaçırılır gibi sorguya alınmasına karşı çıkıyorsa, bunu mesleğine bir tehdit olarak görüyorsa bu partizan olduğu anlamına gelmez. Ancak sokağı anlamak (sokak röportajlarını kastetmiyorum), insanların oy verme davranışlarını etkileyen sosyo-ekonomik yapıya, AKP’nin yıllarca ilmek ilmek ördüğü bağımlılık ilişkilerine odaklanmak yerine “az kaldı, güle güle” başlıkları atıyorsa, vatandaş olarak haklı olsa bile, yaptığı işle bu sistemi besliyor. Her defasında çıtayı daha yükseltmek gerekiyor, araya Sedat Peker gibi, Muhammet Yakut gibi itirafçılar giriyor, bunca rezaletten sonra artık “sokağa çıkamazlar” deniyor ama ertesi haftanın anketleri hiç de öyle söylemiyor. İnsanların yalana inanma nedenlerini ya da “yalan da olsa” motivasyonlarını anlama gayreti yoksa ABD’de de, Türkiye’de kapı umutsuzluğa açılıyor. Akademisyenler olarak da, gazeteciler olarak da, anket tasarlarken de pragmatik davranıp, gündem olacak cevapları almaya odaklanıp doğru soruları sormuyor olabilir miyiz?
- Türkiye’de gazetecilik kamu yararına risk almaktır 30 Ocak 2025 14:20
- Magazin asla sadece magazin değildir 15 Ocak 2025 05:01
- 2024 biterken… 31 Aralık 2024 06:15
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05