AKP ekonomide kaybedenler için çıkış hikayesi yazabilir mi? (1)
Fotoğraf: AA&Unsplash Kolaj: Evrensel
‘Bugün yapılanlara bakalım!’
SİHA ile övünelim. Togg’la gurur duyalım. ‘Savaş gemimiz’ ile emperyalist hayaller kuralım. Test için TSK’ye teslim edilen Altay tankı ile hayalleri büyütelim”.
‘Ekonomik sorunları nasıl olsa çözeriz’, ‘Soğan konuşmayalım’.
Oysa…
AKP’nin ilk 10 yılında propaganda bambaşkaydı. Hükümet ekonomiyle övünüyordu.
Hatta…
Yaşadığı her sorun, her olumsuzluk, her politik sıkıntı karşısında hep aynı savunmayı geliştiriyordu: “Türkiye ekonomisi çok başarılı. Bu başarının önünü kesmek isteyen iç ve dış çeteler ve lobiler var.”
Ortalık da şu analizden geçilmiyordu: “Türkiye’de ekonomi çok iyi gidiyor. Bir ülkede ekonomi iyi gittiği sürece diğer toplumsal sorunlar hükümetin yeniden seçilmesini engellemez.”
***
Propaganda artık, ‘Ekonomiye değil icraata bak’ şekline dönüştü. Soru şu: AKP, uyguladığı ekonomik modelin bugünkü mağdurları için ‘kurtarıcı’ bir formül geliştirebilir mi?
Soruya cevap verebilmek (Aynı zamanda geçmişten geleceğe bir ışık tutabilmek için de) şu soruları netleştirmek gerekir: 20 yıllık AKP’nin ekonomi hikayesi neydi? Gelinen nokta ne? Gidişat nereye?
‘MUCİZE’ DİYE SUNULAN YILLAR
Türkiye’de kişi başına gelir 3 bin 600 dolardı; AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılı sonunda!
AKP’nin ilk yıllarında 10 bin dolara yükseldi. 2013 yılında 12 bin 600 dolar ile zirve yaptı!
Bu sıçrayış-herkes için zenginleşme anlamına gelmese de-AKP’nin ekonomik mucizesi olarak sunuldu.
Hükümet sözcüleri Türkiye ekonomisini 3-3.5 kat büyüttüklerini, iki Türkiye daha yarattıklarını propaganda ediyordu.
Ajitasyonu daha da koyulaştıranlar ise… “Osmanlı küllerinden yeniden doğdu” diyordu.
Gerçekte olan neydi?
***
Olan ilk şey: O güne dek görülmedik şekilde yaşanan yabancı para akışı.
2002 yılında Türkiye’ye giren yabancı sermaye miktarı 569 milyon dolardı.
AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte ise… Yabancı sermaye girişi bir yılda tam 12 kat arttı. 2003’te, 6.1 milyar dolara yükseldi.
Bu artış düzenli olarak devam etti. 2007’de 12.2 milyar dolara, 2009’da 23.3 milyar dolara çıktı.
Hükümet de yabancı sermayeyi teşvik etmek için yüksek faiz vermekten kaçınmadı.
Çünkü…
Yabancı para girişi ekonominin büyümesine katkı sağladı. Bu katkı iktidara oy olarak döndüğü için de hükümet sürekli yabancı sermaye girişini teşvik etti!
Bol döviz girişi TL’yi değerli hale getirdi, ithalatı ucuzlattı. Böylece enflasyonu düşürmenin aracı oldu. İktidar bunu, yıllarca enflasyondan bezmiş halk karşısında, kendi başarısı gibi sunma fırsatını sonuna kadar kullandı.
Yabancı sermaye bolluğu sayesinde ithalatın, tüketimin artması vergi gelirlerini de artırdı. AKP iktidarına kasa kolaylığı sağladı.
***
Peki ne olmuştu da yabancı sermaye Türkiye’ye böyle oluk oluk akmaya başlamıştı?
Oyunun kuralı 2001 ekonomik krizi sonrasında, AKP öncesinde yazılmıştı. Dönemin Ekonomi Bakanı Kemal Derviş öncülüğünde IMF programı hayata geçirilmişti.
İki önemli görev belirlenmişti. Biri merkez bankasınındı. Merkez TL’yi kontrol edecekti. TL’nin değeri korunacaktı. Korunmalıydı ki gelen yabancı sermaye çıkışta sürprizle karşılaşmasın.
Diğer kontrol görevi ise iktidara verilmişti. Emek kontrol edilecekti. Hem yabancıyı cezbedecek kadar ‘ucuz’ hem de sermayeyi ürkütmeyecek şekilde ‘güçsüz’ olmalıydı.
AKP hükümeti de daha yolun başındayken yaptığı mevzuat düzenlemeleri ile yabancı sermaye için adeta otoban döşedi; haziran 2003’teki Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Kanunu düzenlemesi ile…
Düzenleme ile yabancı sermaye için sektör sınırlaması kalktı. Artık, ‘bu kurum stratejik’, “bu işletme güvenlik açısından önemli’ gibi laflar edilmeyecekti.
Yabancı firmaların kârlarını kendi ülkelerine aktarabilmesi kolaylaştırıldı. Ülke işçisinin yarattığı değer başka ülkelere kolayca transfer edilebilecekti.
Özetle AKP bu kanunla yabancı firmaları, ülke firmaları ile eşit hak, sorumluluğa sahip olarak ‘yerli ve milli’ sınıfına dahil etti.
Sonrasında da Türkiye toplumuna ait dev sanayi kuruluşları AKP döneminde hızla özelleştirildi; Türk Telekom’dan TEKEL’e, TÜPRAŞ’tan ERDEMİR’e, Seydişehir Alüminyumdan SEKA’ya…
***
Ülkeye adeta para yağdı…
AKP’nin iktidar olduğu 2003 yılından 2014 sonuna kadar geçen 12 yıllık sürede 310 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi oldu. Kimisi şirket satın aldı, kimisi borsada vurgun vurdu, kimisi yüksek faiz kazancı elde etti.
Toplam | |
2003 | 5.553 |
2004 | 12.196 |
2005 | 24.701 |
2006 | 31.587 |
2007 | 24.827 |
2008 | 16.081 |
2009 | 11.523 |
2010 | 28.716 |
2011 | 35.698 |
2012 | 52.116 |
2013 | 34.982 |
2014 | 34.299 |
Bu dönem, yıllık ortalama 25 milyar dolarlık sermaye girişi oldu.
Bazı yıllar coştu. Örneğin 2012’de 52 milyar dolar geldi. 2014’te 35 milyar dolar.
Bu paralar (Bir kısmı dolu sürahiye hatırı sayılır miktarda bardağın eklenmesi gibi ekonomiye eklenince) ekonomik büyümede kaldıraç işlevi gördü.
Hatta iş öyle bir hal aldı ki yabancı para girişi olduğu müddetçe Türkiye ekonomisi büyüdü. Aksi durumda ise tökezledi.
***
Bu yabancı sermaye bolluğu döneminde bankalar da Türkiye’ye para akıtmanın aracı oldu. Bankalar yurt dışından neredeyse sıfır faizle borç alıp, ‘ucuz kredi’ olarak ülke içinde şirketlere, vatandaşa dağıttı.
Veriler ülkenin büyümekten çok kredi ile şiştiğini gösteriyor:
2003 sonunda milli gelir: 470 milyar TL. Buna karşılık kullanılan kredi: 66 milyar TL. Kullanılan kredi milli gelirin sadece yüzde 14’ü.
2022 yılı sonu ortalarında milli gelir 10 trilyon TL’ye dayandığında ise… Kredi hacmi
7 trilyon TL’yi buldu yani milli gelirin yüzde 70’ini.
Yüzde 70 kredili büyüme!
HERKESE YARIYOR GÖZÜKEN BÜYÜME KİMİN ALTINI OYDU?
Ekonominin kesintisiz büyüdüğü, tüketim çılgınlığının arttığı, tüketim mabetleri AVM’lerin ülkeyi sardığı bu sürecin kazananı kimler oldu?
Elin parası ve emeğin ucuzuyla parıltılı bir hayat inşa edildi: Vatandaş düşük faizli krediyi bulunca konut ve araba almaya koştu. Yurt dışından borçlanarak büyüyen şirketler çoğaldı.
Ekonomi büyüdükçe, tüketim arttıkça ülkenin en büyük, başat sermayesi kazandı.
Küçük sermaye grupları ucuz emek, rant, kamu kaynakları ve kredi ile palazlandırıldı.
Görüntüleme cihazından ilaca dışa bağımlı getirilen sağlığa ‘yatırım’ yapan sermaye kesimi kazandı. (Döviz kurları patlayınca sürdürülemeyeceği açık olan sistemden ilk etapta halk da memnun kaldı).
Tüketim çılgınlığının ortasında vergileri tüketime yani dolaylı vergilere kaydıran devlet de kasasını doldurdu.
Böylece iktidar sosyal yardımlar yapacak kaynak buldu; yoksulluğu çözmek değil yönetmek üzere milyonlarca aileye yardım için kaynak çoğaldı.
Sadakat/kayırmacılık üzerinden yeniden dağıtımı planlamak hükümet için kolaylaştı.
Parti merkezi, taşra teşkilatları, belediyeler, sivil toplum kuruluşları, meslek birlikleri ve kamu birimlerini içine alan bir ağ ekonomisi kurmak da…
Yurt dışından para geldikçe dönen çarkın dişlilerinin bir yağlayıcısı olmalıydı.
Gelen paranın faizi neyle karşılanacaktı? Şirketlerin, bankaların borçları nasıl ödenecekti? Onca kent rantı nasıl beslenecekti?
Tabii ki emekçilerin yarattığı artı değerle. Sistemi üretilen o değer yağlayacaktı. Ve yağ kesilmesin diye daha baştan emeğin güçsüzleştirilmesi kural olarak konulmuştu.
İktidar da bu görevini sermaye için layığı ile yerine getirdi:
2003 yılında kayıtlı işçilerin 58’i sendika üyesiyken şimdi sadece yüzde 14’ü sendikalı. Üstelik sendikalı işçilerin en az yüzde 30’u toplu sözleşme hakkını kullanamıyor. Sendikalaşma düştükçe emek ucuzladı, uzun çalışır oldu. OECD’nin verilerine göre, Türkiye’de çalışma süresi haftalık 50 saat civarında. Çalışanların yüzde 15’i de günde en az 10 saat çalışıyor.
10 milyon kişi kayıt dışı çalışıyor. Ağır ve uzun çalışma yetmezmiş gibi her yıl 1500 ile 2 bin arasında işçi iş kazası denen iş cinayetlerinde can veriyor. Ve işsizlik hep yüksek!
Görüldüğü gibi ‘Herkes kazanıyor’ gözüken parıltılı ekonomin altında bir cehennem yatıyor!
ORTALAMA AYNI ALGI FARKLI
AKP’nin hemen öncesindeki 5 yıl (1998-2002) kişi başına milli gelirin küçüldüğü bir dönemdi.
Milli gelir büyümesi ortalama yüzde 1’lerde geziniyordu.
AKP’nin (elin parası ve emek üzerinden) yarattığı parlaklığı daha canlı kılan şeylerden biri de işte tam da buydu: Öncesindeki kötü tablonun ardından gelen yüzde 6, yüzde 8, yüzde 9 gibi ekonomik büyümeler!
Lakin AKP’nin bu ‘parlak’ ve ‘kötü’ diye diye ayrıştırılan dönemlerin ekonomik büyümelerine bakınca öyle ahım şahım farklar gözükmüyor.
***
AKP’nin kimilerince ‘çok iyi’ denen ilk 10 yılında (2003-2012 yılları arası) ortalama büyüme yüzde 4.9.
AKP’nin sonraki (2013-2022) yılları arasında büyüme ortalaması ise yüzde 4.5.
İşlerin daha kötüye gittiği var sayıldığı 2016-2022 yılları arasında bile yüzde 4.2.
İktidar ekonominin daha çok büyüdüğünü ileri sürüp, rakamları revize etti. Sonrasında ilk 10 yıl için büyüme ortalaması yüzde 5.5 oldu.
Revize edilse de durum çok değişmiyor. Soru şu: Ortamalar aynı ise algı neden farklı?
2003-2012 arası sabit fiyatlarla büyüme(%)
Revize edilmiş oranların kıyaslaması
Türkiye’nin büyüme oranları, içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) diye adlandırılan bağımlı ülkeler grubunun ortalamasıyla neredeyse aynı].
TELAFİNİN ÖRTTÜĞÜ EŞİTSİZLİK
AKP’nin farklı dönemlerinde ekonomik büyüme ortalamaları birbirine yakın olmasına rağmen, dönemler arasındaki algılarda uçurumlar olmasının altında bölüşüm meselesi yatıyor.
Başarılı denen ilk 10 yılda işçi sınıfının milli gelirdeki payı azaldı; ama bu kayıp mutlak yoksullaşmaya yol açmadı.
Ortalama işçi ücretlerinin bastırıldığı bir dönemde mutlak yoksulluk nasıl oldu da yaşanmadı?
Yaşanmamasında telafi mekanizmaları etkili oldu. Veriler gösteriyor ki bu 10 yılda işçi ve emekçilerin kişi başına tüketim artışları, gelir artışlarının üzerinde oldu.
Daha çok tüketim daha çok refah hissi yarattı. Daha çok tüketim artışını mümkün kılan şey ise emekçi sınıfların artan borçlanması (krediler) oldu.
Yiyecekten yakacağa, eğitimden evdeki engelli-yaşlı bakımına, yoksulluk desteğinden sağlığa katkıya geniş yelpazede yapılan sosyal yardımlar da telafi edici diğer etken oldu.
Evet emekçilerin sömürü oranları yoğunlaştı. Sermayenin (Kâr, faiz ve rant elde edenlerin) payı yükseldi. Ama bu sürecin acımasızlığının üzeri, tüketim artışları sayesinde örtülebildi.
Sonucu işçilerin borç tuzağına düşmesi oldu.
***
Öncesinde işsizlik ortalaması yüzde 7’lerdeyken AKP’nin ‘parıltılı’ sayılan yıllarında yüzde 10’lara sabitlendi.
Gelir dağılımındaki bozulmaya, eşitsizliğe ve işsizliğe rağmen telafi örtüsü işlevliydi.
Şimdi ise…
Ucuz ve bol dövizle yaratılan sözde ‘refah’, döviz kıt ve pahalı hale gelince çöktü. Artık emekçilerin açıkları eskisi gibi telafi edilemez oldu. Borç arşa vardı. Sağlık sistemi çöktü!
Milyonların yoksul ve işsiz, gençlerin geleceksiz, soğanın el yaktığı, etin gramla zor alınabildiği bu çöküntü içinde AKP bir çıkış hikayesi yazabilir mi?
Devam edeceğiz!
- Ezdirmemek ne kelime suyunu sıktılar 26 Aralık 2024 06:55
- Et ithalatı da sürer gıda pahalılığı da 08 Kasım 2024 11:17
- Türkiye BRICS’te de kapıda bekletiliyor, kapının ardı cennet değil ki! 24 Ekim 2024 13:08
- Bütçenin özeti: Hem yakacak hem kıracak 19 Ekim 2024 07:06
- Şimşek’in haraç şovu 16 Ekim 2024 04:57
- İTO Başkanı ‘şeytan’ taşlatıyor! 09 Ekim 2024 04:39
- Patronlardan 21. yüzyılda 19. yüzyıl talepleri: Bir adım ötesi zincire vurmak 28 Eylül 2024 06:47
- Erdoğan’ın ABD temasları: Mesaj mı yoksa yalvarış ve temenni mi? 26 Eylül 2024 06:27
- Fiyatlar artarken enflasyon düşüşünün yorumu: Kağıt üstünde düşüş, kemikte hissediş 04 Eylül 2024 05:53
- Vergi listesindeki 3 çeşit yüzsüzlük 29 Ağustos 2024 05:34
- Çin istilasına yol! 27 Ağustos 2024 05:10
- 12 şirket neden Varlık Fonu’na devredildi? 22 Ağustos 2024 04:55