30 Nisan 2023 04:17

Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri

Emek ve Özgürlük İttifakı Kartal mitingi

Fotoğraf: Onur Kavak/Evrensel

Paylaş

Tarihi seçime sayılı günler kaldı artık. Ya, en gerici güçleri konsolide ederek inşasına başlanmış rejimi koyu bir faşizmle kurumsallaştırma sürecine seçimle ‘meşruiyet’ kazandıracaklar, ya da püskürtülecekler! Başka şeyler bir tarafa, bu boyutuyla bile ‘tarihsel’ olmayı hak eden bir seçime gidiyoruz 14 Mayıs’ta. Küçümseyenler, önemsemezlikten gelenler var. Kullandığımız ‘tarihsel’ sıfatlandırmasına bile “parlamenterizme meftunluk” diyeceklerdir. Her seçim dönemi solda tanık olduğumuz ‘keskin sirke’ misali yaklaşımlar çeşitli biçimlerde sürüyor çünkü. Belki yeri ve zamanı değil ama değinmemek, görmezden gelmek de olmuyor. “Seçim değil Devrim!”, “Sandık değil Sokak” diyen boykot afişleri, “iki burjuva kampın kapışmasında taraf olmamak” adına Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘oy kullanmama’ çağrısı yapanlar...

Konumuz bu değil ama koşullar ne olursa olsun boykot kestirmeciliğinin hapsolunmuş dar grup dünyası psikolojisiyle de ilintisi olsa gerek. Şunu söyleyelim ama, konforlu bir siyaset düzlemi bu. Seçime karşı sokak öneriyorsun ve herkesin sokakta olduğu bir süreçte ortalıkta görünmüyorsun! Velhasıl önerilerdeki keskinlik, apolitik bir radikal söylemin ötesine geçemiyor.

Yine, seçimin çare olmadığı gerçeğini en maksimum ölçekte sabitlemek, devrimci siyaseti pratikte sadece ‘olmazlar’ üzerinden kurgulamaktan öteye geçmiyor. Oysa ‘olmaz’lardan çok ‘olabilirlikler’den hareket etmek dinamik bir siyaset için çok daha önceliklidir. Evet, seçimle sistemin değişmeyeceği kesindir ama bu seçimlerle faşizme yelken açmış rejim sandığa gömülebilir. Bu mümkündür ve güçlü olasılıktır. Tek adam rejimini seçimler dışında da tarihin tozlu raflarına kaldırmanın koşulları doğabilirdi elbette, ama tarih, nesnel ve öznel koşullar  böyle bir zemini sunmadı, olmadı. Sonuçta, seçimler bu anlamda en yakın olanak ve olasılıktır. Ki epeyce bir zamandır durum böyledi, hem siyasetin ağırlık merkezi bu noktada yoğunlaşmıştı ve hem de halkın ezici bir bölümünde de bu fikir , bilinç ve beklenti oluşmuştu. Seçimleri değil de bir halk hareketini en yakın alternatif olarak örgütleyip başat hale getirmek, kendiliğinden patlamalar dışında,  bir siyasal hegemonya işidir aslında. Sosyalist, devrimci solun genel siyasal tabloyu şekillendirecek böylesi bir hegemonik güç olmadığı ortada. Somut duruma dair somut analizlerle mevzilenmek gerekiyor: Gündelik mücadele hedefleriyle seçim hedeflerini kaynaştırarak stratejik hedeflere yürüyeceğin zemine katkı yapmak...  

Sadece boykotçu keskinlik değil seçimleri önemsiz bulan. Seçimlere girip de bulunulan umut vaadetmeyen pozisyonu realize etmenin bir yolu olarak da yapılabiliyor aynı şey.

Adaylar konuşuluyor, popüler isimler gündem oluyor diye,  ‘Siyasetsiz seçim’ genellemesi yapmak mesela, ne kadar doğru? ‘Kendiliğinden’ de olsa, siyasal tonajı ağır bir seçimin ön günündeyiz. Faşizmi inşa etmeye çalışan bir rejim, (seçime bile girmezler vb. aksi beklentilere rağmen) seçime girmek zorunda kaldı. Bu bile önemli. Ve üstüne, bu rejimin sandıkta kaybetme olasılığını ve kaybetmesiyle doğacak imkân ve olanakları da koyduğumuzda, nasıl bir tarihselliğin eşiğinde olduğumuzu anlayabiliriz. Şimdi, böylesi bir siyasal derinliği görmezden gelerek, adayların nitelikleri, kim olduğu, vb. gerekçelerle seçimleri önemsizleştirme eğilimi, sol sekterlikle maluldür. Bu sekterliğin altında da ‘sosyalistlerin birliği’ adına seçimde düşülmüş ‘biz bize yalnızlık’ pozisyonu yatmaktadır.

İddia, “siyasetsiz seçime siyaset katmak” üzerinedir ama pozisyon handikaplıdır. En geniş güçlerin birlikteliğini sağlayabilecek bir demokratik ittifaktan, “ihtiyaç sosyalistlerin birliğidir, ilkelerimizden ödün vermeyiz, başkasının gölgesinde olmayız...”, argümanlarıyla uzak durulmuş ve fakat sonunda kendilerine biçtikleri bir tür ‘değerli yalnızlık’ içerisinde kalınmıştır. Yalnızlığın siyasetteki yansımaları içinde sekterlik kaçınılmaz oluyor tabi ki.

Yanıtlamak durumunda kaldıkları en yaygın soru, “neden birlikte değilsiniz?” oluyor doğal olarak. Seçim mesaisinin önemli ve ayrılmaz bir parçası bu soruya yanıt üretmek. Halkın ihtiyacıydı çünkü demokratik birliktelik ve sen ondan uzak durarak bu soruyla da sürekli muhatap olmak zorunda kalıyorsun. Kaçınılmaz durum. Soruyu yanıtlarken de sekterleşiyorsun. İsim vermek gerekmiyor, Sosyalist Güçbirliği sözcüleri bu soruyu her yanıtladıklarında, kendilerinin vekillik pazarlıkları içerisinde olmadıklarını, mücadeleyi seçim ve milletvekili hesaplarına indirgemediklerini özellikle vurguluyorlar. Biz vekillik peşinde değiliz derken, ittifak içinde yer alan sosyalistleri de bununla tarif ediyorlar aslında. Sekterliğin dik alası.

Emek Özgürlük İttifakındaki sosyalistleri vekillik peşinden koşan, vekillik pazarlığı yapan ilkesizler olarak karalamaya çalışanların ‘ilkeleri’nin ne kadar belirleyici olduğuna bakalım: “Üç ilkemiz var; anti emperyalizm, laiklik ve kamuculuk.” Emek ve Özgürlük İttifakını bu ilkelerle ilişkili saymadıkları için bizim orda işimiz olamazdı diyorlar. İthamdaki ayıp bir kenara, hadi öyle olsun diyelim, peki bu ilkeleri esas almış ilkeli gruplar olarak aynı ‘sosyalist ittifak’ içinde neden ayrı ayrı seçime giriyorsunuz ki? Aynı ilkelerle bir araya gelmiş iki sosyalist grup neden ortak bir liste çıkaramaz? Bunu da mı önemsiz gördünüz acaba? Demokratik ittifakın bileşenlerinden birinin Çandar ve Cemal’i aday göstermesi (ki bazı boyutlarıyla eleştirilmesine hiçbir itirazımız yok) üzerinden tepinerek ‘bakın haklı çıktık, bu bir liberal ittifak’ diyenlerin, “Çandar’lı listeye oy verenler AKP’ye oy vermiş sayılır” diyerek YSP’ye oy verecek yüzbinlerce Diyarbakırlı yurtseveri şimdiden hesaptan düşen bu fodul aklın  öncelikle içinde bulundukları duruma dair konuşması gerekmiyor mu? Yeterince ilkeli mi  değilsiniz, ilkeleriniz yeterince belirleyici mi değil? O kadar sosyalistlerin birliği ajitasyonu, onca deklarasyon, program, ortak mesailer, o iddialar... ortak bir aday listesi çıkarmaya bile yetmiyorsa yandı gülüm keten helva!

Hadi “HDP’nin gölgesini” reddettiniz, iyi güzel de bu nedir şimdi? Nerede ciddiyet? Şimdi de “Evet, kendimizi saydıracağız” dersiniz işte! Marifetmiş gibi. Bunun bugünkü koşullarda çok kötü bir siyasetsizliğin ikrarı, itirafı olduğunun bile farkında olmadan...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa