04 Mayıs 2023 04:49

İbn-i Haldun ve 14 Mayıs seçimleri!

Kaynak: Unsplash

Paylaş

Ünlü filozoflardan İbn-i Haldun’a atfedilen daha doğrusu maledilen bir sözü siz de duymuşsunuzdur; coğrafya kaderdir. Kimileri bu sözü biraz değiştirip ‘coğrafya kederdir’ diyor. Bir filozofun hele de İbn-i Haldun gibi zeki birinin insan iradesini, aklını, seçimlerini yok sayan; kitlelerin dönüştürücü gücüne tamamen kör kalan böylesi bir laf etmesini hiçbir zaman aklım almadı. İbn-i Haldun’u bir kenara koyalım günümüz dünyasında insanların böylesi yaklaşımlarla teslimiyetçi ruha bürünmelerini, ‘Benim gücüm ne ki?​’ diye kendilerini küçümsemelerini ve yine kitlelerin dönüştürücü gücünü yok saymasını yine aklım almıyor. Herkesin doğduğu köyden, kasabadan çıkmadan öldüğü; bitişik köyde olan bitenlerden bile haberdar olamadığı çağlarda yaşıyormuşuz gibi!

Orta Doğu’da bu teslimiyetçi sözlere, fikirlere, yaklaşımlara çok sık rastlarsınız. Herkes durumundan şikayetçidir ama kimisine göre emperyalist güçler yüzünden bir türlü gözlerini açamazlar, kimisine göre her taşın altında siyonist komploları vardır, kimisine göre de İran… Anlayacağınız ayağa kalkmalarına engel olmak için yedi düvel 7 gün 24 saat nefes almadan çalışır. Elbette bunda doğruluk payı var ancak kimse de o yedi düvelin at oynatmasını sağlayan yolsuzluklardan, kötü yönetimlerden, liyakatsizlikten pek bahsetmez. Çünkü o sistemin bizzat parçasıdır o şikayet edenler. Çoğu elini taşın altına koymaya yanaşmaz, çoğu zaman görünmez ejderhalardan saklanır durur kendince…

Uzaktan bakanlar çoğu zaman Orta Doğu’yu bataklık kelimesi ile tanımlar ki büyük ölçüde doğru bir tanım. Ancak Orta Doğu’nun kendisi bataklık olduğunu görmez, topu komşusunun Afrika olmasına, iklime filan atar. Orta Doğu’ya göre de yanı başındaki Afrika yüzünden coğrafya hem kadere hem kedere dönüşür.

Kimileri “E ama petrol bulunalı beri emperyalizm…” diye başlayan eleştiriler yöneltebilir ki doğru. Ancak 12 yılımı Orta Doğu’da geçirdikten sonra şiddetle savunduğum tek şey şu oldu; bir yerde ‘dış güçlerin’, ‘emperyalistlerin’, ‘komplo yuvalarının’ kaşıyabileceği açık yaralar yoksa hiçbir güç orada durduk yere, ortada bir şey yokken kanın gövdeyi götürdüğü krizler yaratamaz.

Velhasıl 14 Mayıs seçimlerine günler kala sıkça duyduğumuz bahanelerin mesela coğrafyanın şimdiki durumuzla alakası yok. Kederlerimizin sebebi de coğrafya değil. Zaten Orta Doğu da bir günde bataklığa dönüşmedi.

Türkiye’nin koşar adım ilerlediği süreçleri ve sadece 10 yıl öncekiyle bugünü kıyasladığımızda farkı görüyoruz birçoğumuz. Öyle ya da böyle kendini Orta Doğu ‘bataklığından’ kurtaran bir Türkiye’den Orta Doğu bataklığının doğal bir parçası olmaya koşan bir Türkiye’ye… Parça parça yitirilen haklar, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik-dindar gibi hâlâ iyileşmemiş yaraların kangrenleştirilmesi, neredeyse her gün aşağılanan kadınlar, ötekiler, ötekiler, ötekiler, bunlar, onlar… Velhasıl yok sayılan, vatandaşlık hakları bile birilerinin şahsi ihsanıymış gibi itilip kakılanlar… Mesleğini yapamaz hale gelen gazeteciler, akademisyenler, doktorlar, öğretmenler ve her fırsatta ilk feragat edilen eğitim sistemi sayesinde okul yüzü görmeyen öğrenciler, göz göre göre ölen madenciler, ranta kurban giden çiftçiler, aç gözlülükle ve bütün değerlerden uzak bir hırsla peşkeş çekilen şehirler, ormanlar, tarihi eserler… Prestiji de imajı da sadece 10-15 yıl gibi kısa bir sürede törpülene törpülene Mısır gibi Orta Doğu bataklığının göbeğindeki ülkeler tarafından bile ‘Acelesi yok, barışırız elbette’ seviyesine gelen bir ülke… Neyle suçlandığı belli olmadan yıllarca hapis yatanlar, tek bir sosyal medya mesajını bile 40 kere düşünüp yazmak ya da vazgeçmek zorunda kalan milyonlar…

Bütün bunların coğrafyayla, kaderle, kederle ne ilgisi olabilir? Coğrafya da kader de keder de biziz, bir oy hakkı olan her birimiz birlikte kaderimizi şekillendirip keder tasavvurlarımızı hayata geçiriyoruz.

Bu seçim son seçim diyorlar ya, Orta Doğu’yu bilenler açısından ürpertici derecede doğru bir tespit. Zaten kırpıla kırpıla küçücük kalmış, içi boşalmış adaletin, hakların, hukukun, fikir ve ifade özgürlüğünün son demleri artık. Sonrası yok gerçekten.

Ve yine Orta Doğu’dan biliyoruz; bütün bunlar kaybedildiğinde on yıllar süren çoğu zaman binlerce insanı yutan mücadeleler gerekebiliyor. Çok partili siyasi hayatın bitişi, devletin parti devletine dönüşü önce kurumlarla birlikte demokrasiye dair ne varsa ayakta tutan beyinleri, gelenekleri ezip geçiyor. Sonra kitleler aynen Arap Ayaklanması’nda olduğu gibi örgütlenmenin, dayanışmanın, siyasi hareketlerin, çok sesliliğin gücünden bihaber aylarca meydanları tutsa da bir şey olmuyor.

Demokrasi bir kere kaybediliyor sonra ara ki bulasın, bağır ki gelsin, öl ki yeniden tesis edilsin. Sonrası göstermelik sandıklar, yüzde 99.9 sonuçlarla ilan edilen zaferler, babadan oğula iktidarların aile hanedanlığının ağına düştüğü, sesini çıkaranın sözde değil gerçekten vatan haini ilan edildiği sonsuz bir karanlık!

Bu seçim gerçekten son seçimimiz olabilir ama ümitsizliğe düşmenin teslimiyetçi yaklaşımlarla coğrafyayı filan suçlamanın anlamı yok. Coğrafya da alt edilir kader de keder de. Kaldı ki, sesi çok çıkan taraf çoğunluk olmayabilir ve tek tek kendini yalnız hisseden, benim tek oyum neye yarar ki bu koca çark karşısında diyenler bizzat çoğunluk da olabilir. O oylar sayesinde Türkiye gerçekten bataklığa dönüşmüş bölge ile kaderdaşlık yapmaktan kendini bir kere daha çekip çıkarabilir. Bu son seçim Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözdüğü, yolsuzluğa, liyakatsizliğe geçit verilmeyen bir sürecin kapısını açacak seçim de olabilir.

Velhasıl yaşadığımız coğrafyanın kedere dönüşmesiyle, Orta Doğu bataklığıyla aramızda sadece seçim sandıkları var!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa