Çocukları kim kurtaracak?

Türkiye, yaklaşan seçimlerin ve bu seçimleri şekillendiren siyasi tıkanmışlık etkisiyle kısır ve tarihsel bağlamından koparılmış tartışmaların içinde. Bu aşırı gürültülü ortamda çocukların seslerini duyurmak veya onlarla birlikte siyaset yapmaktan söz etmek neredeyse olanaksız. Ama Türkiye’ye ve yaklaşan seçimlere biraz olsun ışık tutmak için bir örnek incelemek yararlı olabilir.

Örnek, II. Dünya Savaşı döneminden, uzak denizlerden. Savaş sürerken açık denizler tehlikeliydi. Yük gemileri gibi sivillerle dolu gemiler de denizaltıların saldırılarına maruz kalıyordu. O dönemden kalma bir öyküyü, batırılan bir gemiden kurtulanların öyküsünü inceleyelim.

Batırılan geminin yolcuları kurtarıldıklarında sevinçlidirler. Dünyanın farklı yerlerinden gelen bu insanlara gemide kalabilecekleri yerler ayarlanır ve gemi yoluna devam eder. Kurtarılanlara gemiye hoş geldikleri ve artık esaretten kurtuldukları söylenir. Gemi, “özgür dünya” yolundadır ve kurtarılanlar artık bu özgür dünyanın bir parçasıdır.

Ama gemiye alınan kişilere tenlerinin rengine göre yer verilir. Bu “özgür dünya” yolundaki gemide yaşam, ırkçı bir rejimin kurallarına göre düzenlenmektedir. Kara tenli yolcuların ayrı bölümde kalmaları ve beyaz tenli yolculardan ayrı tutulmaları gereklidir. Tıpkı kurtarıldıkları Nazi gemisinde olduğu gibi. Nazilerin kurallarının geçerli olduğu gemiyle, “özgür dünya” gemisi arasında kara tenli yolcular açısından aslında pek fark yoktur.

Dünya tarihi bu öyküye benzeyen “kurtarılma” öyküleriyle dolu. Türkiye’de sürmekte olan kısır tartışmalara bu örnekler ışığında bakmak ve anlamsız iddiaları çöpe atmak gerekli.

Türkiye Cumhuriyeti son 20 yıl içerisinde haklar ve özgürlükler açısından belki de 50 yıl geriye götürüldü. Çocuk hakları açısından durum çok kötü. Bu nedenle var olan rejimi değiştirme iddiasına sahip her aday, çocukları da dolaylı olarak “kurtarma” iddiasında. Birilerini “kurtarıcı”, çocukları ise “kurtarılan” olarak tanımlayan bu basit siyasi kurgu oldukça tanıdık bir zihniyetin ürünü. Özne hep aynı, değişen nesne: Kurtarılan çocuklar, kurtarılan kadınlar, kurtarılan halk… Bu kurgunun, var olan tek adam rejiminin “reis” kurgusundan farkı yok. Bir büyük “kurtarıcı” gelecek, kurtarılmayı bekleyen milyonları kurtaracak!

21. yüzyılda bu kurguya inanan insanların olması aslında hiç şaşırtıcı değil. Dünya sağa savruldukça, popülist “kurtarıcı adam” siyaseti kolaylaştı. Kitlelerin kendi çıkarları için siyaset yapmaları ise sanki bir masala dönüştürüldü. Dünya, kendilerini “yerli ve milli” diye satan Trump, Orban, Putin vb. “güçlü reis” tipleriyle doldu. Türkiye’deki de bunlardan biri.

Bugün Türkiye’de “kurtarıcı” ve “kurtarılan” zihniyetini yürütenler sayıca çok. Ama bu gerçekleri değiştirmiyor. Çocukları, gençleri, kadınları ve halkı dışlayan, onları yalnızca birer nesne olarak gören zihniyet ister saray rejimi olsun, ister “sosyal demokrat” etiketi taşısın, gericidir ve topluma ancak zarar verebilir.

Bugün çocukların yaşama hakkı tehlikede. Çocukların korunma hakkı da sürekli tehlikede. Gelişme hakkı sanki tümüyle bir lüks. Gelişme hakkı bazı çocuklar için var. Çocukların büyük çoğunluğunun gelişmesi hiç de önemli değil. Kız çocuklar, yoksul çocuklar, Kürt çocuklar için rejim ne kadar derse, o kadar gelişme olanağı olabilir. Ayrımcılık artık olağan. Katılım hakkı, yani söz hakkı ise tümüyle bir lüks. Çocuğun yararının düşünülmesi söz konusu değil. Tıpkı kamu yararının düşünülmemesi gibi.

Bu gerçekler ve dünya tarihinin ışığında bakıldığında Türkiye’de çocuklar için yararlı olabilecek yol belli. Çocukları, gençleri, kadınları ve emekçilerin gücünü içeren, onlarla var olan ve onlarla büyüyen bir anlayış dışında başka seçenek yok.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan-Şimşek programıyla Türkiye, yüksek faiz cennetinin yanı sıra uluslararası tekellere eğitimli ve ucuz işçi pazarı haline getirilecek.

Evrensel'i Takip Et