En büyük bölücü kim?

Fotoğraf: DHA
Seçim yaklaştıkça kazanma şansının giderek azaldığını gören Erdoğan, son çare olarak rakibi Kılıçdaroğlu’nun “terör örgütleri ile kol kola gezdiği”, “ülkeyi bölmeye çalıştığı” propagandasına sarılıyor. Faşizan söylemlerle iktidar blokuna karşı olan herkesi “düşman”, “hain” ilan eden Bahçeli, muhalefeti “Bu hainler alsalar alsalar vücutlarına mermi alırlar” diyerek tehdit ediyor. İktidar blokunun Talibancı ortağı HÜDA PAR, Kürtler üzerinde Hizbullah korkuluğunu sallamaya çalışıyor. İBB Başkanı İmamoğlu, Erzurum’da tekbir getiren ırkçı-gerici bir güruhun saldırısına uğruyor. HDP ve demokrasi güçlerine yönelik gözaltı ve tutuklamalara en son Tarsus’ta olduğu gibi seçim çalışmalarına yönelik saldırılar eşlik ediyor. Görevi seçim güvenliğini sağlamak olan İçişleri Bakanı Soylu, bu provokasyon ve saldırılarda başrolü oynuyor.
Erdoğan ve iktidar blokunun seçime bir haftadan az bir süre kalmışken muhalefeti düşmanlaştırma propagandasına sarılmasının ve Erzurum’da olduğu gibi polisin gözü önünde provokasyonları devreye sokmasının amacı bilinmez değildir: Demokrasi ve hukuk dışı her türlü yol ve yöntemi de devreye sokarak ne olursa olsun seçimi kaybetmemek!
İktidar blokunun “terörizm ve bölücülük” propagandasının ve bunun devamı olarak değerlendirilmesi gereken provokasyonların birbiri ile iç içe geçmiş birkaç hedefinin olduğu söylenebilir.
Birinci olarak, açlık sınırının bile altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan milyonlarca işçi-emekçiye ekonomik olarak vadedebileceği bir şey olmadığı/kalmadığı için milliyetçi-şoven kışkırtmalarla bu işçi-emekçi halk kitlelerinin iktidar blokundan kopuşunun önüne geçmeye çalışıyor. Bu yüzden artık soğan almakta bile zorlanan emekçi kitlelere “vatan mı, soğan mı?” propagandası yapılıyor.
İkinci olarak, devreye sokulan saldırı ve provokasyonlar üzerinden muhalefete oy verecek halk kitleleri üzerinde korku yaratılmaya çalışılıyor. Bu saldırı ve provokasyonlarda kullanılan çeteler üzerinden “Bunlar seçimi kaybetseler de gitmezler” umutsuzluğunu yaymak istiyorlar. Çünkü 2019’da ertelenen İstanbul seçimlerinin de gösterdiği gibi halk kararlı bir duruş gösterdiğinde çetelerin de devreye soktukları türlü baskı ve hilelerin de işe yaramadığını, yaramayacağını çok iyi biliyorlar.
Üçüncüsü, iktidar bloku kaybedeceğini gördüğü için muhalefeti “vatan haini”, “bölücü” ilan ederek toplumsal kamplaşmayı derinleştirmek, ülkeyi seçimlere gerilimi tırmandırarak götürmek istiyor. Böylesi bir atmosferde Soylu’nun seçimleri “siyasi darbe girişimi” olarak nitelemesini, sadece demokrasi karşıtı faşizan bir zihniyetin dışa vurumu olarak değil, aynı zamanda iktidar destekçilerine tıpkı 15 Temmuz darbe girişimine karşı olduğu gibi muhalefetin seçimleri kazanmasının önüne geçmek için her türlü yol ve yöntemi devreye sokmaları için yapılmış bir çağrı olarak da okumak gerekiyor.
Şunu söylemek gerekir ki bugün muhalefeti “bölücülük”le suçlayan Erdoğan’ın bunca yıl iktidarını sürdürebilmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden biri de toplumu bölmedeki “başarı”sı olmuştur.
Bugün FETÖ denilen Gülencilerle ortaklığı döneminde ordu başta devlet içinde kendi iktidarına karşı güçleri tasfiye etmek için ‘Ergenekon’ operasyonlarını düzenlemişti. 2010 referandumunda olduğu gibi iktidarını ‘demokrasi’ savunucusu ve bütün karşıtlarını ‘darbeci’ ilan eden bir bölünme yaratmaya çalışmıştı. Ancak sonra “Askeri vesayeti ortadan kaldırma”, “Darbelere son verme” iddiasındaki bu güçlerin iktidar kavgasında birbirlerine darbe girişimi düzenlemesine şahit olmuştuk.
Bugün muhalefeti FETÖ’cülükle suçlayan Erdoğan, ortağı Bahçeli ile birlikte FETÖ’nün siyasi ayağının araştırması için Meclise verilen bütün önergelerin reddedilmesini sağlamıştı. Çünkü FETÖ’nün siyasi ayağı, “Bugüne kadar ne istediler de vermedik” diyenlerin ta kendisiydi!
2013-2015 arasında Öcalan’la sürdürülen görüşme sürecinde Kürtleri “başkanlık/tek adam rejimine” ve bölgedeki yayılmacı emellerine yedekleme hesabı tutmayınca ki Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’a kin ve öfkesinin en büyük nedeni “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla bu süreçte oynadığı roldür. Bu kez ‘Ergenekoncular’ı yanına alıp “beka” söylemi üzerinden bir bölünme yarattı. Kürt siyaseti, demokrasi ve eşitlik temelinde birlikte yaşamdan yana olduğunu ilan ettiği halde “bölücülük” ve “terörizm” ile damgalandı; belediyelere kayyumlar atandı, parti eş başkanları, milletvekilleri ve belediye başkanlarının aralarında olduğu binlerce siyasetçi cezaevlerine konuldu. Barış akademisyenlerine varana kadar bu savaşçı politikaya karşı çıkan herkes “terör destekçisi” ilan edildi. Yaratılan bu bölünme üzerinden burjuva muhalefet de önemli oranda etkisizleştirildi.
Suriye savaşı sürecinde Sünni çoğunluğu kendi politikalarına yedeklemek için meydanlarda Esad’ın, Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu söyleyip yuhalatan, kendi emelleri doğrultusunda ülkeyi ve bölgeyi (Ortadoğu) Alevi-Sünni olarak bölmeye çalışan Erdoğan değil miydi?
Gezi/haziran direnişi sürecinde kendi yaşam biçimlerine müdahale edilmesine karşı demokratik bir tutum ortaya koyan milyonlarca insanı “Camide içki içmek”, “Türbanlı bacılara saldırmak” üzerinden düşmanlaştırarak toplumu bölmeye çalışan kimdi?
Erdoğan, kendini ‘antiemperyalist’ ilan edip kendine karşı çıkan bütün güçleri de “emperyalizm uşağı” olmakla suçlayarak da bir bölünme yaratmaya çalışıyor. Peki, ABD emperyalizminin bölge planları (ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi) bağlamında kuruluşunu desteklediği parti hangisiydi? Erdoğan, Libya ve Suriye müdahalelerine ABD emperyalizmiyle iş birliği halinde katılmadı mı? Bugün Erdoğan “Ey” naraları atıyor ama NATO ve Batılı emperyalistlere bağımlılık devam etmiyor mu? Yetmiyor, Rus emperyalizmine de enerji başta bağımlılığı artıran yeni anlaşmalar yapılıyor ve Türkiye, her iki emperyalist gücün müdahalelerine daha açık hale getiriliyor.
Erdoğan’ın bu böylesi bölünmeler yaratmaya neden ihtiyaç duyduğu sorusunun yanıtını işçi-emekçilerin milli gelirden aldığı pay açıklıyor. Sadece son iki yılda (2020-2022) işçi-emekçilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 36.8’den yüzde 25.4’e düşerken sermayenin payı ise yüzde 42.9’dan yüzde 54.2’ye çıkıyor. İşte Erdoğan, sürekli yeni bölünmeler yaratarak toplumu kamplaştırmaya en çok işçi-emekçilerin gerçekleri görmesini engellemek, sınıf çelişkisinin üstünü örterek bu sömürü ve yağma düzenini devam ettirebilmek için ihtiyaç duyuyor.
Bugün “En büyük bölücü kim?” sorusunun yanıtını kendi iktidarlarını ayakta tutmak için sürekli gerilimi tırmandırıp toplumu böylesine düşmanlaştıran ve her türlü provokasyonu devreye sokmaktan geri durmayacaklarını gösterenler veriyor. Demokrasi, barış ve huzur içinde birlikte yaşam için her şeyden önce ülkenin bu bölücülerden kurtarılması gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et