Atılacak ilk adım ve sonrası

İstanbul'da 1 Mayıs, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB öncülüğünde Maltepe Etkinlik Alanı'nda kutlandı. | Fotoğraf: Cem Tekkeşinoğlu/AA
“Liderinizi patates ve soğana değişmeyin” diyerek seçmene yalvararak seslenen Erdoğan ve onun yönetimi altında birleşmiş olan iktidar kuvvetlerinin çeşitli düzeylerdeki yöneticileri, “sol” ya da “sağ” ayırdını da önemsemeden muhaliflere karşı bir tür savaş öncesi hazırlık politikası geliştirdiler. Devlet iktidarı ellerinde. Militer, paramiliter güçleri ihtiyaç duyduklarında harekete geçiriyorlar. Bütçe gelirleri yağmacı bir anlayışla kullanılıyor. Borç üstüne borç üretilerek hangisi olursa olsun gelecek yönetimin halkın üzerine çullanacağı yıkım politikası pratiğe geçiriliyor. Bir yıl öncesinin ve sonrasının bütçe gelirlerinin büyük bölümü seçim kampanyasında kullanıldı. Erdoğan’ın koruma ordusunun günlük ortalama gideri 3 ila 8 milyon TL civarında.
Pahalılıktan, yoksulluktan, işsizlikten ve açlıktan söz edildi mi, karşılarına İHA, SİHA, savaş gemisi, tank-top gibi savaş sanayi alanındaki icatlar çıkarılıyor. Yetmiyor, iktidar değişiminin ülkenin bağımsızlığını yitirmesi ve yabancıların mandasına girişi demek olacağını, iktidara gelecek muhalefetin camilere, diyanet işlerine karşı politikalar uygulayacağını bar bar bağırarak şoven milliyetçiliğin faşist demagojiyle karışık numaralarına başvuruluyor. O da yetmiyor olmalı, provokasyon tetikçiliğiyle muhalif kesimin oy çoğunluğunu önleyecek olaylar teşvik ediliyor. Bahçeli kurşun ve zindan tehdidi savururken, komandolarıyla onların Saray ekibi içindeki yetkilisi tehditleri pratik gerçekliğe dönüştürüyor. Militer-paramiliter sabotaj ve saldırı çeteleri kitlelere korku salmak için harekete geçiyor.
Ve hiç de tesadüf değil; tam da böylesi bir ortamda büyük sermaye temsilcileri “ortak çıkarlar” çağrı ve söylemiyle alana çıkıyor! Örgütün düşünce kuruluşuna evrildiğini ileri sürerek adil bölüşümden söz eden TÜSİAD başkanı, ikinci yüzyılda diyor, “Hangi inançtan, hangi etnik kimlikten, hangi sınıftan, hangi cinsiyetten, hangi toplumsal gruptan olursak olalım birbirimizi dinleyerek, anlayarak, müzakere ederek her kesimin umut ve hayallerini içeren ortak bir geleceği tartışalım istiyoruz.”
Bu söylem, CHP ve ittifakçısı partilerin söylemiyle benzerlik göstermektedir. Kitlelerin umutsuzlukla karışık tepkisinin öfkeye dönüşmesinden çekinenler sükunete, taşa-silaha karşı gül atmaya, herkesi kucaklayıp sevmeye çağırıyorlar. İktidar cephesinin saldırı, yalan, provokasyon politikasıyla bıkkınlığa sürüklediği kitlelerin desteği böylece alınmak isteniyor. Bunun belirli oranda sonuç getirici olduğu söylenebilir.
Ancak burjuva koalisyon sözcüleriyle büyük sermaye sözcülerinin sükunet içinde ve hoş sohbetle kurulacak bir ortak gelecek üzerine söylediklerinin ne somut durumda ne de gelecek açısından hiçbir geçerliliği yoktur. Bu söylem, Erzurum’daki saldırının Erdoğan yönetimine umulan yararı sağlamamasında da görüldüğü üzere burjuva muhalefete oy desteği sağlayabilir hatta bazı toplum kesimlerini teskin edici, emekçileri beklentiye sürükleyici işlev de görebilir.
Gelgelelim ne ileri sürüldüğü üzere herkesin ortak çıkarları ve birlikte örecekleri gelecek söz konusudur ne de şimdiki durum kavgasızlık-mücadelesizlik, çıkar çatışmasızlık durumudur: Toplumun en yoksul yüzde 20’si üretilen toplam gelirden ancak yüzde 6 oranında pay alır, on milyona yakını asgari ücret ve altındaki ücretle çalışır ve yüzde 32’si yoksulluk sınırından da düşük düzeyde bir yaşama mahkumken, TÜSİAD’çıların da içinde olduğu en zenginlerin yüzde 48 oranında pay aldıkları bir ekonomik sosyal sistemde “adaletli bölüşüm” lafazanlığı, uçurumu örtme hinliğinden ibarettir.
İşçi ve emekçiler bu tür yalanlara kandıkları sürece sömürü nesnesi olmaktan kurtulamazlar. Büyük burjuvazinin temsilcileri emekçi kitlelerin yaşam koşullarına karşı öfkelerinin farkındadırlar ve ön almaya çalışıyorlar. Yaşam ve çalışma koşullarının göstergesi olduğu çıkar karşıtlığı, işçi ve emekçileri kendi yararlarına değişim sağlamak için mücadeleye zorluyor ve bu mücadele, Erdoğan iktidarına son verilmesi durumunda da son bulmayacaktır. Evet, işbaşındaki yönetimin gaddarlığına ve ülke kaynaklarını yağma politikasına son verilmesi emekçilerin de yararınadır ve bunu gerçekleştirmek daha ileriye yürümek için güç ve cesaret sağlayıcı bir rol oynayacaktır. Tek adam yönetimine son verilmesi, halk kitlelerinin bundan sonraki süreçte de talepleri için öz güvenle hareket etmesine dayanak oluşturacak, aksi ise emekçilerin ileri kesimleri içinde dahi moral-manevi olumsuz sonuçlara yol açabilecektir. Bu, içinde bulunulan süreç açısından bir ilk adım olarak da alınabilir. Kuşkusuz, devlet tarihi muhalif halk kitlelerine karşı provokasyon ve fiili saldırı politikalarıyla belirgin Türkiye gibi bir ülkede, iktidarın bir başka burjuva siyaset kesiminin eline geçmesiyle ne işçi sınıfı ve kent-kır yoksulları rahata erecek ne de “Sükunet içinde bekleme” tutumu kazandırıcı olacaktır.
Ancak bu ilk adım, işçi sınıfı ve emekçilere, ekonomik sosyal ve politik talepleri için daha etkin bir mücadele hattında birleşerek işbaşına gelen burjuva yönetimi çalışma ve yaşam koşullarında iyileştirmelere, politik baskı cenderesinde gedikler açmaya, zorlama kuvvet ve cesaretine güç katma gibi bir işlev görecektir. Kuşkuya yer yok, bu adım atılmalı, Erdoğan yönetimine son verilmelidir!
Evrensel'i Takip Et