Doğanı koru, yaşamdan yana ol!
Fotoğraf: Ayhan Acar
İklim krizi, küresel ısınma, doğanın sermaye talanına açılmasının da hızlandırıcı etkisiyle aslında dünyadaki tüm canlılar için bir varoluş mücadelesi halini aldı. Dünya üzerindeki insan yaşamı hızla öyle bir noktaya doğru gidiyor ki ya doğasını koruyarak yaşamını sürdürecek, ya da bir zamanlar dinozorlar gibi yok olup gidecek tarih sahnesinden!.. Durum bu kadar vahim anlayacağınız…
Ülkemizde yaşanan doğa tahribatları ve buna karşı doğayı koruma mücadelesinden birkaç tanesini aktaracağım bu hafta.
ORDU’NUN DERELERİ VE DENİZİ
Ordu Büyükşehir Belediyesinin Melet Irmağı ağzında yapmaya başladığı mendirek ve balıkçı barınağı sonrası ortaya çıkan görüntüler çok çarpıcı. Derenin denize döküldüğü noktanın eski halini gösteren fotoğraflarla inşaat çalışmalarının başlamasından sonrakiler nasıl bir tahribat ile karşı karşıya olunduğunu gösteriyor. Ordu Çevre Derneği inşaat faaliyetine karşı “Ekolojik yıkım olacak” diye açtığı iki davayı da kazandı ancak kıyı kesimi bir daha eski haline asla gelemeyecek! Ünye-Fatsa arasındaki altın madeninin fındık ağaçları ile dolu tepeleri siyanür havuzlarına çevirmesinin ardından Ordu’nun kıyılarından ve derelerinden benzer yıkım görüntüleri geliyor. Melet Irmağı’na yapılan HES sonrası ırmakta suyun kalmamasını mı dersiniz, Perşembe ilçesi Selimiye köyünde yapılan HES ile dere yatağı ve şelalelerin zarar görmesini mi, Ünye Ereyurt Mahallesi’nde define arama çalışması sırasında şelalenin tahrip edilmesini mi!.. Say say bitmez! 2 bin 100 yıllık Ana Tanrıça Kibele heykelinin bulunduğu Kurul Kalesi bile bu tahribattan payını aldı. Tepeye yapılan taş ocağı ile bu eşsiz arkeolojik sit alanı tehdit altına girdi.
İKİZKÖYLÜLERİN SON KALESİ: AKBELEN ORMANI
Muğla Milas’a 16 km uzaklıktaki Akbelen Ormanı’nda İkizköyüler iki yılı aşkın bir zamandır nöbet tutuyorlar. Kırk yıldır Yeniköy/Kemerköy Termik Santralinin çevre, tarım, hava ve su üzerindeki olumsuz etkilerine karşı yaşamaya çalışan köylüler, termik santrale kömür temini için yüzyıllardır yaşadıkları köylerinin ellerinden alınmak istenmesine karşı direniyorlar. Yöredeki dokuz köyü yutarak ilerleyen termik santral yöredeki onuncu köy olan İkizköy’ün de iki mahallesini yıkıp kömür ocağına kattı. Köyün son kalan mahallesine gözünü diken şirket, bir yandan da köylülerin can damarı olan zeytinlikleri ve bir avuç kalan Akbelen Ormanı’nı yok ederek, altındaki kömürü almak için her türlü yolu deniyordu. İşte o süreçte karşılarına köyüler çıktı, bir avuç yaşam savunucusu ağaçlara gövdelerini siper etti. Bu ağaçlar adeta bir kurt gibi bölgedeki doğayı kemirerek ilerleyen, önüne ne gelirse yutan, orman, akarsu, tarih, dağ tepe dinlemeden ilerleyen termikçi şirketin doymak bilmeyen iştahı için bir lokmacıktı ama İkizköylüler için bu topraklarda barınıp geçinebilecekleri son tutamaklarıydı. Akbelen’in yanındaki zeytinlikler ve 30 bin zeytin ağacı İkizköylülerin tek geçim kaynağıydı. Bu ormanın altındaki sulardan başka suları kalmamış, şirket bütün kaynaklarını ellerinden alarak onları, musluğunu kendisinin tuttuğu bir avuç suya muhtaç etmişti. Köylüler canları pahasına direnmeye 3-4 yıl önce haftalarca susuz kaldıktan sonra karar verdiler. Su yoksa yaşam yoktu, Akbelen giderse zeytinlikleri de gidecekti ve kendilerinin gidecek hiçbir yerleri kalmamıştı…
NEREDE O EVLİYA ÇELEBİ’NİN AYDIN’I!
Aydın’ın ova köylüleri kadar dağ köylüleri de dertli ne zamandır. “Ovasından bal, dağından yağ akan kent” artık neredeyse anılarda kaldı. Ovada, yüzlerce JES kuyusu ve borusu yılan gibi kıvrım kıvrım dolanıyor. Boruların gelip içindeki sıcak akışkanı boşalttığı JES tesislerinden kocaman bir soba tüter gibi her zaman dumanlar yayılıyor. Bu dumanlar o kadar kötü kokuyor ki Aydın-İzmir otobanından geçen araçlar çürük yumurta kokusu içeriye girmesin diye pencerelerini kapatıyorlar. Artık, Evliya Çelebi’nin “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” dediği bu canım topraklar JES boruları ve işletmeleri tarafından delik deşik edildi. İlin dağlarında ise maden yaraları, RES, GES betonları göze çarpıyor. Milyon yıldır geçtiği topraklara can veren Menderes Irmağı ise artık o kadar kirli akıyor ki, çevresinde yetişen tarım ürünleri ve içinde hâlâ yaşayabilen balıkların bünyelerinde ağır metaller, zehirler bulunuyor. İncir ve zeytin doğduğu, yaşam bulduğu topraklarda adeta can çekişiyor. Ovadaki ve dağdaki Aydın köylülerinin geçmişte, Kurtuluş Savaşı sürecinde efelerin dağlara çıkması gibi bu talana başkaldırmaları bundan işte. Kızılcaköylüler, Dağyeni köylüleri, komşuları Tire’nin Başköyü ve Mezeköylüler kadın erkek yüzlerce-binlerce olarak yaşam haklarını korumak için dişle tırnakla direniyorlar.
EPIKUROS’UN BAHÇESİ
Kirazlı’daki 400 bin ağacın, Kanadalı altın firması tarafından katledilmesinin travmasını üzerinden atamayan Kaz Dağı yöresinde, başka başka birçok sorunlar var. Başka maden firmaları, termikçi şirketler, RES tesisleri dağın yanında yöresinde faaliyete geçti, ya da geçmek için gün sayıyor. “Türkiye’nin Hollanda’sı” diye tarif edilecek derecede bol ve kaliteli meyvecilik yapılan Lâpseki’de, hem de su havzasının üstünde ve antik kentlerin dibinde iki altın madeni işletilirken, şimdi bir de kurşun-çinko madeni için ÇED süreci başlatıldı. Boz ayının, karacanın, şeftalinin ve türlü meyvelerin yurdu Lâpseki aynı zamanda Yunanlı Filozof Epiküros’un da yaşadığı yer olarak biliniyor. Lâpseki’de “Bahçe” adını verdiği okulunda o günün kurallarına aykırı biçimde kadınlar ve kölelere de dersler veren filozof diyor ki; “Daha sonradan acı çekmemek için şu anki anlık hazdan vazgeçilmelidir.” Hayatı bir kâr-zarar hesabı olarak tanımlıyor mesela ve diyor ki “Yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.”
Tüm canlıların ortak yaşam alanı olan doğamıza, ölümün uğramaması için doğamızı korumak zorundayız! Çünkü doğamızı koruyabilirsek ancak bizler ve gelecek nesiller için huzurlu bir yaşam söz konusu olabilecek…
Tüm canlıların ortak yaşam alanı olan doğamıza ölümün uğramaması için onu korumak zorundayız! Sadece insanı değil bir bütün olarak doğanın korunmasına dönük politikaları öncelemeliyiz. Ekolojik felaketlerin nedeni olan kapitalist doğa ve emek sömürüsünü durdurmalıyız. Doğamızı ve emeğimizi koruyabilirsek ancak bizler ve gelecek nesiller için sürdürülebilir bir yaşam söz konusu olabilecek…
- Kayıp bir yıldan yeni bir dünyaya... 30 Aralık 2024 06:42
- Çevre mücadelelerine karşı şirketlerin "kutsal kitabı" 23 Aralık 2024 04:34
- Kıbrıs’tan Şam’a bir siyasal İslam okuması 16 Aralık 2024 04:35
- Siyasette dip temizliği 09 Aralık 2024 04:09
- Bu toprağın sonu!.. 02 Aralık 2024 04:33
- Doğa ve Direniş Öykülerinden çıkıp geldiler 25 Kasım 2024 04:12
- COP29 toplantıları ya da "Bir şey yapılıyor tiyatrosu": Tam bir zaman kaybı 18 Kasım 2024 04:20
- Kaz Dağları kardeşliği... 11 Kasım 2024 04:44
- Namlunun ucunda yaşamı savunanlar: Kırılırız ama eğilmeyiz!.. 04 Kasım 2024 04:51
- ‘Etki ajanı yasası’ ve Bergama köylüleri için kaynatılan cadı kazanı 28 Ekim 2024 04:51
- Bilimle dalga geçmenin bedeli 21 Ekim 2024 04:40
- Kapadokya'da balon turizminin görünmeyen yüzü ve balon emekçileri 14 Ekim 2024 04:32