17 Mayıs 2023

Cehennemin kapılarını kapatamadık ama…

Fotoğraf: Ömer Taha Çetin/AA

Geçtiğimiz hafta bu köşede “Cehennemin kapılarını kapatmak” başlıklı bir yazı yazmıştım. Maalesef o kapıları ilk turda kapatamadık. Mücadele bitmedi elbet, ancak 14 Mayıs akşamından itibaren karamsarlık, kaygı ve üzüntü bir çoğumuzu esir aldı. Kolay değil biliyorum, ancak şimdi sorunları ve eksikleri görme, öz eleştiri yapma zamanı.

Bu seçim bir stratejiler savaşıydı, muhalefet iktidarın stratejilerinin nasıl boyutlar alacağını göremedi ve bu stratejilere yeterince hazırlıklı değildi. 14 Mayıs akşamının bize gösterdiği en net şey bu. İktidarın hem muktedir hem muhalefet gibi davranmasına uzun yıllardır aşinaydık aslında, ama bu söylemi yeterince ciddiye almadık sanırım. Muhalefetin oylarına adeta muhalefet partisi gibi itirazlar yağdıracağını öngöremedik. Parti-devlet olmuş bir partinin ve ittifakının sandıkta hile yapılıyor diye karşımıza çıkacağını düşünemedik. Matbu olarak hazırlanmış itiraz metinlerini muhalefetin güçlü olduğu yerlerde sistemi kilitlemek için devreye koyabilecekleri aklımıza bile gelmedi. Bu strateji karşısında, kampanya boyunca muhalefette olan moral üstünlüğü oyların sayımı sırasında yerle bir oldu. Özünde yeni olmayan bu “yeni strateji” karşısında muhalefet partileri afalladı kaldı.

Bu aynı zamanda muhalefetin, özellikle CHP’nin, çok hazırlıklı olduğunu söylediği seçim hilelerine karşı yeterince hazırlıklı olmadığını da ortaya koydu. İzmir’de bile seçim sandıkları güvenli ellere teslim edilmemişti. Benim oy kullandığım okulda ve sandıkta oy kullanırken bir sorun görmedim, ancak sayım sırasında tam bir acemilik söz konusuydu. Öyle ki, iktidar cephesinin müşahit ve okul sorumlularının gelip gelip itirazda bulunmasına, oyları ve imzaları tekrar tekrar saydırmasına zemin hazırlar boyuttaydı. Doğrusu, önceki seçimlerde görmediğim bir hakim olamama hali vardı. Annemin oy kullandığı okulda ise tam bir keşmekeş vardı. Çok sayıda polis ve partilinin olduğu ve seçmenleri öyle ya da böyle yönlendirdiği, seçmenlerin oy kullanmaya çifter çifter girdiği bir keşmekeşten söz ediyorum. Her ilde bir Canan Kaftancıoğlu yok tabi. Anlaşılan CHP örgütleri İzmir gibi bir yerde bile seçim güvenliğini yeterince örgütlememişti.

Dahası, listelerdeki yeri garanti olan adayların en azından bir kısmının yeterince çalışmadığı da sır değil. Daha önce de yazmıştım hem Millet İttifakı hem de Emek ve Özgürlük İttifakı listeleri seçmende ve partililerde tepkilere neden oldu. Muhalefet partileri seçimlerin milletvekilliği genel seçimleri kısmını yeterince önemsemediler. Parlamenter sisteme dönüş şiarıyla yola çıkan bir muhalefet cephesi için bence bu büyük bir çelişkiydi. Hem parlamentoyu güçlendireceğim diyeceksin hem de güçlü, yetkin ve temsil kabiliyeti yüksek adaylarla yola çıkmayacaksın. Olacak şey değil gerçekten de. Muhalif kanadın parlamentoya giren bu vekilleri ikinci turda çalıştırıp çalıştıramayacağının bile garantisi yok. Nasıl olsa attım parlamentoya kapağı deyip atıl kalmaları çok olası. Ne de olsa diplomatik pasaport ve özlük haklarının peşinden koşmak çoğunun önceliği.

Haksızlık ettiğimi düşünenleriniz vardır belki. Türkiye’de siyaset giderek artan oranda bireysel çıkarlar ekseninde biçimleniyor. Bu seçimler belki de hiç olmadığı kadar bize partilerin birer güçler ve mücadeleler alanı ve bir ilişki biçimi olduğunu hatırlattı. O güçler ve mücadeleler ile ilişkiler bireysel çıkarlardan görece arındırılıp kolektif mücadele eksenine çekilmediği müddetçe bize daha çok cehennem kapısı açılır. Siyasetin bu ölçüde bireysel varoluşa indirgendiği sistemlerde, milletvekili listeleri kimin kimi listelere sokabildiği üzerinden şekillenen bireysel güç mücadelesine dönüşür. Kulislerde sık sık duyduğumuz üzere, mesela gecesini gündüzüne katarak çalışan milletvekilinin, bir diğerinin desteklediği aday olsun diye ayağı kaydırılır. Para çok farklı biçimlerde belirleyici etken olur. Egolar ve kibir konuşur. Birileri çalışır, diğerleri işin kaymağını yer. Bu konfigürasyonda da olan umudunu seçimlere bağlamış biz seçmenlere olur!

Böyle olmaması ve mücadeleyi kolektifleştirmek için önümüzde iki haftadan az bir zaman var. Hâlâ başarabiliriz. Şimdi yılgınlığa düşme değil, herkesin elini taşın altına koyma zamanı. Partilerin sivil toplum örgütlerinin ve biz yurttaşların “Biz bitti demeden bitmez”, “Bitmedi, daha sürüyor o kavga ve sürecek” diyerek canla başla çalışma zamanı. Bir kez daha, HAYDİ!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime  6 liralık ücret

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime 6 liralık ücret

Saray iktidarının “Milletimiz zenginleşecek” propagandasını yaptığı Gabar petrolünün arkasında ağır bir işçi sömürüsü var. Günde 12 saat çalışma, taşeronlaştırma, sendikasızlık, yoksulluk sınırının yarısı bile etmeyen ücretler… Öyle ki sadece 12.5 saatlik üretim tüm işçilerin ücretini karşılıyor, geri kalan patronların kasasına akıyor.

Şırnak’ta bir günde çıkarılan petrol, Batman’da çıkarılanın yüzde 87 fazlası.

Serbest piyasada ham petrolün varil fiyatı yaklaşık 75 dolar.

İşçiler iki günde çıkarılan petrol kadar ücret alsaydı aylık ücret 160 bin lira olurdu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et