21 Mayıs 2023 04:40

Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil!

Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel

Paylaş

14 Mayıs seçimlerinin üzerinden bir hafta geçti.  Beklenti çok yüksek tutulduğu için sonuç da o ölçüde hayal kırıklığı yarattı. Gerçi beklentinin yüksek olması da garipsenmemeli. Nesnel durum, iktidarın net bir yenilgi alacağına dair epeyce veri yüklüydü. Ama işte, sonuçlar, seçimin ilk turda kazanılacağına dair öngörüyü karşılayabilecek düzeyde bir muhalif öznelliğin olmadığını gösterdi. Nedenleri tartışılır.

Doğaldır ki birçok soru var yanıtlanmayı bekleyen. Her biri farklı bir sorun alanına işaret eden ama ortaya çıkan tabloyu koşullayan sorular…  Hiçbir muhalif unsurun muaf sayılamayacağı genel sorular ve yine her biri için ayrı ayrı sorulabilecek özel sorular…

SEÇİMDE YARIŞILAN İKTİDAR PARTİSİ DEĞİL, DEVLET!

Tartışmak açısından değil, örnek olması açısından; ‘seçim güvenliği’ konusu mesela… 40 bine yakın sandığın ıslak imzalı tutanağının toplanamadığı söyleniyor. “Bütün önlemleri aldık, siz sadece oyunuzu kullanın” diyenlerin, bu defa da ıskaladıkları, kendilerini çok abarttıkları ortaya çıktı. Bunu söylerken, seçim güvenliğinden sorumlu Bakan’ın kim olduğunu da, bu koşullarda yüzde yüz bir seçim güvenliğinin mümkün olamayacağı gerçeğini de unutmayalım tabi. “Sonucu değiştirmeyecek”(!) hile ve hırsızlıkların kabul görüp sineye çekilebildiği, normların ve ‘normal’lerin değiştiği, “olur o kadar” denildiği koşullardayız. Seçimde yarışılan bir iktidar partisi ya da partileri değil. Koca bir devlet gücünü arkasına almış, elinden geleni ardına koymayan gözü kara bir organizasyon: İhaleler, teşvikler, rüşvetler, yardımlar, yüklü maaşlar, seçime odaklı işe alımlar, vaatler, çıkar şebekeleri, mafya, tarikat, cemaat ağları, dincilikten şovenizme, mezhepçilikten milliyetçi hamasete kadar uzayan ölçüsüz kara propaganda… Hata, ihmal, yetersizlik veya yetmezlikleri konuşurken, bu büyük organizasyonun devasa gücünü de unutmamak gerek herhalde.      

SORULAR… SORUNLAR…

Konuşulacak çok şey var elbette. İlk turun ardından daha da keskinleşen sorular: İktidar blokunun zayıf karnı durumundaki ekonomik krize rağmen yaşanan kopuşlar aynı ittifak içerisinde nasıl tutulabildi? Millet İttifakı’nın sağ muhafazakâr unsurlarının performansı… Bunlar üzerinden öngörülen milliyetçi/dindar seçmenlere yönelimin akıbeti… Hep bahsedilen 5 milyon yeni ve genç seçmene pek de ulaşılmamış olması… Deprem bölgesinde yitirdiği oylara rağmen iktidar blokunun yine de koruduğu belirleyici pozisyon...

Daha ‘özel’e gelirsek…

Genelde Emek ve Özgürlük İttifakı’nda ve özelde de YSP’deki irtifa kaybının nedeni nedir? Bu soruya hep yapıldığı üzere TİP odaklı yanıtlar üretmek ne kadar doğrudur? Tamam, ‘TİP bazı yerlerde seçime ayrı girmekle doğru mu yaptı yanlış mı?​’ sorusu bir tarafta dururken, başka boyutları görmezden mi gelelim? Mesela, solun da toplumsallaşabileceğine, toplumsal bir teveccühün konusu olabileceğine (tek başına İstanbul’daki 420 bin oy bile az şey değil) dair, henüz başlangıç düzeyinde olsa bile inkârdan gelinemez TİP’in başarısını çeşitli bağlamlarla kuşatıp itibarsızlaştırmanın kime ne yararı olacaktır?! Sol grup ve partiler açısından 12 Eylül’den bu yana seçimlerde ilk kez alınmış bu sonuç, sadece popüler birkaç yönetici simanın eseri midir? Bu kıssadan kimseye düşecek hisse yok mudur?

Yine anmadan geçmeyelim; çoğu zaman dillendirilen,“İktidar zaten gidiyor, restorasyonculara da asla izin vermeyeceğiz!” ajitasyonunun bir siyasal getirisi olmuş mudur? İroni yaparsak, sonuç, restorasyonculara izin verilmemiş olması bakımından yeterince ‘rahatlatıcı’ mıdır?! 

Ayrıca, Sosyalist Güç Birliği adıyla ama ayrı listelerle seçime giren grupların (Kürt illerinde yanlışlıkla Yeşil Sol’dan Sol Parti’ye gitmiş bir oy yüzdesi dışında!) genel seçim performansı siyaseten bir ihtiyaca denk düşmüş müdür?

ŞİMDİ SEFERBERLİK VAKTİ!

Sorular çok ve önemli ama gün bu sorulara yanıt arama günü değil. Analizler için zaman çok, 28 Mayıs için ise oldukça dar! Saatlerle, dakikalarla yarış halindeyiz tam da. Tamam ortada net bir başarı yok ama öyle “küstüm oynamıyorum” demeyi gerektirecek bir durum da yok. Ayrıca kimin cebinde dört başı mamur bir seçimi kazanma formülü vardı da başkaları engel oldu? Kim kime küsecek?

Başta dediğimiz gibi, beklenti yüksek tutulduğu için, görece başarı bile ağır bir hezimet olarak algılandı. Ki Erdoğan bile partisinin “bir miktar”(!) kaybettiğini kabul etti. Kendimizi ezmenin alemi yok. Şaibe, hile ve hırsızlıklara karşın, atı (ç)alanın Üsküdar’ı aşmaması sağlandı en azından.

Şimdi seferberlik vakti. Bu dar vakitte kimin elinden ne geliyorsa esirgememeli.  İlk turda sandığa gitmemişleri ikna etmek, sandığa taşıyabilmek mesela… Hangi gerekçeyle olursa olsun sandığa gitmemek bu karanlığa teslim olmaktan başka bir şey değildir. İster ‘boykot’ densin, isterse ‘nasılsa değişmez’ vazgeçmişliği, sonuç aynı kapıya çıkar: Erdoğan rejimini desteklemek! 28 Mayıs’ta sandığa gitmemek, her ne gerekçeyle realize edilmeye çalışılırsa çalışılsın, faşizmin kurumsallaşmasının eşiğinde olan bir karanlık gidişattan rahatsızlık duymama halidir. Lamı cimi yok, en süslü en keskin argümanlar bile gerçeğin aynasında böylesi bir sefaletin tercümesinden başka bir şey değildir. 28 Mayıs, mücadelenin en güncel, en ileri mevzisidir. Tartışılacak çok şey vardır, evet ama kelimenin gerçek anlamıyla bu ‘an’ın devrimcilik, demokratlık, sosyalistlik, yurtseverlik ölçütü bu kadar somut ve nettir.

Bir şey değişmez, bir kişinin ne önemi var demeyelim. Unutmayalım, sandığa gitmemişleri ikna etmek, sandığa gitmemiş en az bir kişiyi ikna etmekten geçiyor.

Gramschi’nin dediği gibi, ‘aklın kötümserliğine karşı iradenin iyimserliğini’ kuşanmak gerek. Kazanmak mümkün, kazanabiliriz. En azından teslim olmayalım, yenileceksek de elimizden geleni yaparak yenilelim.

Deyim yerindeyse “hayatı” 1 haftalığına erteleyelim ve her şeyimizi 28 Mayıs’a hasredip, her günümüzü 28 Mayıs’la başlatıp 28 Mayıs’la bitirelim!

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa