21 Mayıs 2023 05:05

Yangını kim çıkardı?

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi tüm olanakları kullanmalarına rağmen istedikleri başarıyı elde edememiş olsalar da bu seçim medyanın ne kadar hayati bir rol oynadığını bir kez daha gösterdi. Yalnızca seçimin hemen öncesi 24 kanalın temsilcisini karşısına boncuk gibi dizip, soruların hiçbirini yüzlerine bakmadan yanıtlamasından ibaret değil. Çok daha öncesine Anadolu Ajansı’nın verilerini müşahitlerinden aldığı bir parti ajansına dönüştürülmesine, hatta daha da öncesine gidiyor. Muhalefet ise yıllarca sessiz kaldığı bu dizaynın karşısına bir alternatif üretme kabiliyetinde olmadığı gibi bunu yönetmeyi de halâ beceremiyor. Seçim gecesi iktidarın kanalları kadar muhalefete yakın kanallar da bu denli eleştirildiyse seçmen haksız değil.

Yaklaşık 10 senedir seçimlerde Anadolu Ajansı iktidarı çok yüksek oranla açıklamaya başlıyor. Bu kimse için yeni bir durum değil, seçmen bu konuda şerbetli. Zaten öncesinde de bu konuda yeterince uyarı yapıldı. Karşısına bu sefer Anka Ajansı çıkarıldı. İnsanlar bir alternatifin olduğuna inandırıldı. Ancak Anka’nın hangi verileri nasıl açıklayacağına dair şeffaf bir bilgilendirme yapılmadı. Anka’nın yaklaşık bin sandıkta görevlisi olduğu söylendi. ‘Sandıklara itiraz edilince veri akışı durdu’ dendi. Fakat bu sırada CHP’den başka veriler akmaya başladı. Seçmenin kafası karıştı. Bu arada iktidar ve muhalefet cephelerinden ardı ardına “kazanıyoruz” açıklamaları geldi. Her seçmen doğal olarak kendi medyasının sesine kulak verdi. Veri konusu kilitlenince ise durum moral yükseltmeye dönük bir iletişim savaşına dönüştü.

Deneyimli gazeteciler seçim gecesi (yıllardır başka alternatif olmadığından) Anadolu Ajansı verilerinin nasıl okunacağını, nelerin göz ardı edilip nereye odaklanılması gerektiğini biliyorlar. İzleyici sorumlu ve güven verici açıklamalarla sonuca hazırlanabilirdi. Ancak bunun yerine kanallar tercihlerini seçmenin coşkusunu, bazen kakofoniye varan analizlerle diri tutmaya çabaladılar.

Seçim sonuçları açıklandıktan sonra özellikle sosyal medyaya gözle görülür bir öfke ve hayal kırıklığı hakimdi, buna AKP’liler de dahil. Ve muhalif öfke en kolayından depremzedelere yöneldi, depremde de göçmenlere yönelmişti. Milliyetçi oyların yükseldiği söylendi, bu durum uluslararası alanda yükselen milliyetçiliğe bağlandı. Sinan Oğan’a giden yüzde beşlik oy birden kilit duruma geldi. Birkaç günlük suskunluğun ardından “huzur”, “barış” diyen kalplerin “Piro”su Kılıçdaroğlu masayı yumruklayarak iddiasını sürdürdüğünü açıkladı. CHP sandık sistemini açınca tutarsızlıklar güvensizlik yarattı. Bilişim’den sorumlu Onursal Adıgüzel “haklıyım ama” diyerek istifasını açıkladı. İletişimden sorumlu Tuncay Özkan çoğunlukla kendisi üzerinden bir kumpas kurulduğunu açıkladı. Daha yazmayayım yaşadık zaten, okuması da yorucu. Nihayetinde CHP “Teröristler dize gelecek, mülteciler eve dönecek, hırsızlar hesap verecek” gibi sert sloganlarla sahaya döndü. ‘Pozitif dille inşa edilmiş bir kampanyayı bir anda negatife çevirmek işe yarar mı’ kısmını seçimden sonraya bırakalım, kimsenin şu anda bu tahlilleri dinleyecek takati yok. Umalım ki işe yarasın. Ve umalım ki milliyetçilikten beslenen zehri daha fazla büyütmesin. Diğer taraftan şaşırtıcı olan şu ki, 14 Mayıs öncesi Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı kampanyasını öve öve bitiremeyen gazetecilerimiz de birden döndü: “Erdoğan bunları söylerken çıkıp şöyle cevap verilseydi bunlar olmazdı; ben söyledim” diye bağıranlar var televizyonlarda. Gazetecilere, siyasetçilere neyi nasıl söylemeleri konusunda danışmanlık görevini kim, ne zaman verdi?

İhtiyacımız olan soğukkanlılıkla ve somut verilerle, saha bilgisiyle seçim sonuçlarını tahlil edebilen bir gazetecilik. Ben mesela milliyetçi oyların yükseldiğine ikna olmuş değilim. Öyleyse İyi Parti’nin oyları neden yükselmedi mesela? Yeniden Refah Partisi’nin beş milletvekili çıkarmasına benim kadar şaşırıyorsa ekrandakiler, ben onları niye dinleyeyim? Velhasıl yine yeniden bazı gazeteciler seçim kampanyasının bir parçası olarak ikinci tura doğru yola koyuldular.

14 Mayıs gecesi ABD medyasının kirli yüzünü anlatan “Succession” adlı dizinin de sekizinci bölümü yayınlandı. Yorumlardan anladığım kadarıyla Türkiye’deki sayımdan bunalanlar o gece kafa dağıtmak için yeni bölümü açmışlar ve fakat bu sefer de medyanın ABD seçimlerine müdahalesine tutulmuşlar. Üzerine bolca yazılıp çizildi, izlemeyenlerin tadını kaçırmamaya çalışarak seçimler ve medya ilişkisine dair tartışmalara biraz değinmeli. “America Decides” [Amerika karar veriyor] adlı bölümde bir medya krallığının ticari çıkarları için demokrasiyi (hatta ağlayarak) nasıl sattığı konu ediliyordu. Karakterler birer canavar değil, başından beri bazı zaafları olsa da izleyicinin gözünde sempatilerini korudular. Faşist bir başkan adayını destekleme nedenleri görüşlerini paylaştıklarından değil, yatırımlarını korumak zorunda olduklarından. Bana Erdoğan Demirören’in telefonda Erdoğan’a “Nasıl girdim bu işe ya, kim için” diye ağlamasını anımsattı.

New York Times’dan James Poniewozik’e göre senaristler Dominon adlı oy sayma şirketinin Trump yanlısı Fox News’e açtığı ve görece kazandığı dava dosyasını satır satır okumuşlar. Zaten dizideki ATN haber kanalı gerçek hayatta Fox News’e tekabül ediyor. Demokratların oylarının Cumhuriyetçiler tarafından (dizide kahverengi gömlekliler diye geçiyor) yakılmasının haberini niye vermediği sorulduğunda kanalın yöneticisi Tom, "İzleyicilerimize saygı duymamız gerekiyor" diyor. Aynı cümle Fox News’in 2020 seçimlerine dair mesajlarında da geçiyor “Aynı fikirde olsak da olmasak da bu kitleye saygı duymak kritik önem taşıyor". Atlantic yazarı Tom Nichols, "Succession’ 21. yüzyılda Fox ve diğer sağcı kanallardaki vasat sunucuların akılsız laf kalabalığına nasıl kapılıp gittiklerini anlamama yardımcı oldu” diye yazdı. Sonunda bir yanda oy pusulaları yanar, diğer yanda (dizideki) Sağcı Mencken Amerika'yı "temiz" hale getirme sözü verirken medya krallığının veliahtlarından Roman, kötü bir şey yapmadıklarında ısrar ediyordu “Neticede iyi bir yayın oldu”. ABD’de, Türkiye’de ya da başka ülkelerde medya her zaman sermaye ve siyasete göbeğinden bağlı.

Trump’la nasıl başa çıkacağını bilemeyen CNN geçen hafta kendisini Town Hall’da canlı yayına aldı. CNN’in CEO’su Chris Licht çalışanlarına, moderatör Kaitlan Collins’in ve kanalın performansını gururla anlatırken, Trump, taraftarlarını ‘hileli seçim’ şarkılarıyla coşturuyordu. Medya eleştirmenleri, Licht’in aksine, yayını ABD gazetecilik tarihinin utanç verici olayları listesine eklediler. Bu arada reytinglerin coştuğunu eklemeyi de unutmayalım.

Tüm bunlar ister iktidar yanlısı olsun ister karşıtı (arada bir yer kalmadı; sanki hiç yoktu) medyanın kamu yararına sorumlu yayıncılık alanını nasıl (gönüllü) terk ettiğini gösteriyor. Poniewozik’in cümlesiyle bitirelim: “Duman dağıldığında, kendinize her zaman yangını sizin başlatmadığınızı söyleyebilirsiniz.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa