Gerçek milliyetçilik o değil!

Fotoğraf: @umitozdag/ Twitter
Yarınki referandum milliyetçiler içinde en milliyetçiyi seçme yarışına çevrildi bir bakıma. İki adayın elli artı bire doğru yarışında müzakerelerin, pazarlık ve dayatmaların anahtarı sığınmacılara, Kürtlere karşı en keskin söylemi üretmek olunca ortalık hamasete boğuldu.
İktidar olmanın bütün avantajlarından yararlanan AKP, rakibini HDP desteğinden sorumlu tutarak yıpratmanın yanı sıra vatan millet ajitasyonunu silah sanayisinin son mamulleri, Togg otomobil ve havaalanı-deprem konutu vb. inşaatlar gibi kalkınma emareleriyle süsledi ama diğerlerinin böyle bir şansı yoktu.
MHP ve ondan türeyen ve ne yazık ki seçimde aldıkları oydan daha ağırlıklı bir anahtar haline gelen partiler için milliyetçilik yarışı ‘Kürtleri susturalım, sığınmacıları gönderelim’in ötesine geçemedi. Bütün bir parti programını bu iki kesime nefret ekseninde şekillendiren, her yerde terörizm gören ırkçılığın cumhurbaşkanlığı seçimini ipotek altına alması memleketteki siyasi dizilişin makus talihidir.
Milliyetçi goy goy çok fazla şeyin üzerini kapatıyor. Sığınmacılar ve Kürt sorununun doğru çözümü, Avrupa Birliği, Ortadoğu politikaları, siyasal İslam, laiklik ve anayasa değişikliği gibi ciddi sorunların ve idari ve hukuki garabetin hepsini Suriyelileri gönderelim, HDP’lilerin Kılıçdaroğlu’na desteğini keselim propagandasının arkasına itilince bu tür temel meselelerin konuşulması da gereksizleşti; konuşmaya çalışanlar da işitilemedi. Halk milliyetçilerin en laciverdini seçme yarışına sürüklendikçe destek pazarlıkları daha da kızıştırıldı.
Oysa seçim sürecinde ‘Ama borçlanarak ama şu bu…’ kontrol altında tutulan kriz belirtileri seçim yaklaştıkça iktidarın tedbir kalıbına sığdırılamaz hale geliyor. Halk ülkenin nasıl yönetileceği, milyonlarca insanı ilgilendiren toplumsal refah sorununun ve işsizliğin nasıl çözüleceği üzerine yapılan derin tartışmaları değil sığınmacılar gönderildiğinde birdenbire her şeyin iyi olacağına ilişkin yüzeysel vaatleri dinliyor.
Çünkü milliyetçilik ve ırkçı ajitasyon bütün gerçek sorunlara karşı iç ve dış düşman tehdidiyle yurttaşları saflaştırır. Vatandaşın; işini, aşını, huzurunu ondan alanlar devleti yönetenlerin bizzat kendileri değilmiş gibi hedef şaşırtılır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, babasının koyunlarının çoban ihtiyacını gidermek için sığınmacılara ihtiyaç olduğunu söylemesi de bunu pekiştirmiştir muhtemelen.
Sonuçta milliyetçilik emekçilerin gündelik hayatlarını zora sokan, gerçek sorunların gündeme gelmesini engelleyen, o sorunlara yanlış hedefler gösteren, çözümleri konusunda kafa karıştıran bir bilinç biçimidir. Kendi ayrıcalıklı sınıflarının, bu arada şahsi ikballerinin de önceliklerini kollayan siyasilerin yurttaşlardan oy toplamak için salladığı bayraklardan biri, aynı zamanda.
Aralarındaki rekabetin giderek derinleştiği bölünmüş burjuvazinin irili ufaklı fraksiyonları tek başına var olamıyor. Birileri yıkılıyor, diğerleri onları yutarak tekelleşiyor. Bu iktisadi gerçekliğin siyasi yankısını Sinan Oğan’ın tercihinde gördük. Sınıf düşmemek için çabalayan işletmecinin çıkarları ile siyasetçinin kişisel ikbalini bünyesinde temsil eden siyasetçinin en yakın tekele, abartıp köpürttüğü kırmızı çizgilerini eşikte bırakıp kapılanmasının örneğidir kendisi.
Nitekim seçim haftasının verilerine göre kapanan işletmelerin, dükkanların sayısı tırmanma gösterdi. Evrensel’de bu verilerin yayınlandığı geçen salı günü Korkusuz’un manşet haberi Suriyelilere ait bir dükkanın açılışında düzenlenen eğlenceyi aşağılayarak hedef göstermekteydi. Yani “Biz fakirleşirken onlar zenginleşiyor”!
Propaganda videosunda beşli çetesiyle yan yana yürürken görünen Erdoğan, iktidar etrafındaki iktisadi tekelleşmenin aynı biçimde devam edeceğinin mesajını verirken devlet olanaklarından yararlanamayan daha küçük işletmelerin ahını tutan siyasetçiler seçmene milliyetçi ve ırkçı söylemlerle ulaşmaya çalıştılar. Suriyeliler işimizi ekmeğimizi çalıyor, çocuk istismarı yapıyor vb. gibi haberlerle ajite edilmiş oy topluluklarının bir kısmı bu ucuz mesajı piyasadan ‘satın aldı’ da.
Krizin geniş kitleler üzerinde eğitici bir gücü olduğu, halkın siyasi fikirlerini kolaylıkla ve kendiliğinden terk ederek geleneksel siyasetin dışına çekildiği doğru değildir. Olağan koşullarda tek vücutmuş gibi görünen yönetici sınıf arasındaki rekabet böyle dönemlerde egemen siyasetin varyasyonlarını üretir ve emekçi kitleler daha radikal ve ajitatif gruplara doğru çekilir.
Türkiye’deki seçim sistemi ve yüzde 50 artı bir kuralı bu parçalı temsile egemen bloklardan birine katılmak suretiyle izin veriyor. Irkçı milliyetçi-şoven partiler kendi kritik desteklerini bu bloklara dayattılar. İktidardaki blok zaten bu radikalizmi yıllar içinde sindirmişti. Faşizmi süreç içinde inşa eden; beşli çetenin nezdinde finans kapitalin en gerici en cüretkar en bağnaz kesimlerini temsil eden siyasi güç iktidarın ta kendisiydi.
Koşulların bu cendereyi kırabilecek kadar eğitici olabilmesinin koşulu emek politikası ekseninde yapılan propagandadır. Yoksulluğun, güvencesizlik ve güvenlik sorununun sorumlusunun iç ve dış düşmanları elbette vardır ama bu, en milliyetçi benim diyen liderlerin gösterdiği yerde değil; onların aynaya baktıkları yerdedir.
Kendi kendilerini bir milli sorun haline getirenler bu milliyetçilikte birbiriyle kıyasıya yarışanların rant ve kâr kardeşliğidir.
Evrensel'i Takip Et