27 Mayıs 2023 04:20

Yüzyıllar önce kaybedilen savaş!

Görsel: Film afişi 

Paylaş

Bu cuma gösterime giren “Savaş Atı”nın (War Pony) iki önemli karakterinden 23 yaşındaki Bill, filmin daha başlarında kafası hayli iyiyken yolun ortasında bir bizon görüyor. Aynı görüntü finale doğru 12 yaşındaki Matho’nun da karşısına çıkacaktır. Bu imaj, Kızılderili olan bu iki genç için ‘kadim Amerika’ya dair bir gönderme midir, yoksa yönetmenlerin aklında başka bir şey mi vardır bilinmez. Ama gerçek olan Kızılderililerin de tıpkı bizonlar gibi belirli bölgelere sıkıştırıldıkları ve orada yoksulluğa mahkum edildikleri.

Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünü kazanan “Savaş Atı” ABD’deki en fakir alanlardan Pine Ridge Kızılderili Bölgesi’nde yaşayan, Oglala Lakotalarına mensup Bill ve Matho’nun hayatına götürüyor bizleri. Filmin iki kadın yönetmeninden birisi Gina Gammell daha önce yapımcı olarak sektörde görev almış bir isim. Riley Keough’u ise “The Girlfriend Experience”, “American Honey”, “The Lodge” gibi yapımlardaki rolleriyle tanılıyoruz. Zaten bu filmin hikayesi de “American Honey” zamanlarına dayanıyor. Keough, bu filmin çekimleri sırasında tanışarak dost olduğu Bill Reddy ve Franklin Sioux Bob’un yaşam öykülerinden esinleniyor. İkili senaryoya da katkı sunuyorlar.

Anti ‘Amerikan Rüyası’ hikayeleri Amerikan bağımsız sinemasının en favori konularından birisidir. Yakın dönemin iki Oscar ödüllü filmi “Ayı Işığı” (Moonlight, 2016) ve “Nomanland” (2020) filmlerini hatırlatmakla yetinelim. İlki, zor bir mahallede büyümek zorunda kalan siyah bir adamın hikayesiydi. İkincisi ise ‘Amerikan Rüyası’nın dışına düşmüş orta yaşlı bir kadının dünyasına götürüyordu bizi. Ancak her iki film de, bir yandan ‘Amerikan Rüyası’nın eleştirisini yaparken, diğer yandan bu rüyayı dışlamıyordu. Daha iyi olabilirdi demeye getiriyordu. Oysa “Savaş Atı”nın karakterleri için böyle bir seçenek yok.

Bill ve Matho için o rüya hiç olmadı. Hiç de olmayacak. 1492’de yani Amerika kıtasının keşfedildiği yıl birileri için başlayan bu rüya, o zamandan bu yana kıta yerlileri için bir kabus. Haliyle film, bir rüyanın yokluğu üzerine değil, hayatta kalabilme becerisi üzerine asıl olarak. Daha 23 yaşında iki farklı kadından iki çocuk yapmış Bill ve babasına kendisini sevdirmeye çalışan, daha 12 yaşında her türlü suça meylederek ayakta kalmayı deneyen Matho’nun rüyasını görebileceği bir Amerika yok. İkili dönüp dolaşıp aynı yerlere geliyorlar. Bill’nin bir an için emeğiyle geçinme hayali de gerçek olmuyor.

Gina Gammell ve Riley Keough ikilisi bu anlamda mekanı oldukça iyi kullanıyorlar. Kızılderililer için ayrılmış bu ‘özel’ bölgeyi coğrafi olarak da bir hapishane gibi kurmayı başarıyorlar. Böylece iki karakterin de aynı yerde dolanmasının, ufuklarının darlığının bir anlamı oluyor. Yönetmenler Bill ve Matho’yu merkeze alsalar da onların etrafında inşa edilen ve hemen hepsi hayatta kalmak dışında bir motivasyonu olmayan bir nesle de bakıyor öte yandan. Çoğu amatör oyunculardan kurulu bir kadroyla ve yer yer belgesel estetiğini ödünç alarak çekilen yapım, soğukluğunu görsel tercihinden almıyor sadece, aynı zamanda hikayesinin içeriğinden de alıyor.

Bütün bu hengame ve sefillik içinde umutlu değil ama ‘ajitatif’ bir sonu tercih ediyor yönetmenler. Filmin içinde bunun olabileceğine dair ufak emareler bulunsa da kolektif bir aklın ortaya çıkabileceğini pek düşünmüyor insan. Haliyle hikayenin genel dokusuyla fazla uyumlu değil bu final. Ama ne gam! Nâzım Hikmet’in “Yine de İyimserlik” şiirinde söylediği gibi arada sırada sonu tatlıya bağlanan sanat eserlerine de ihtiyacımız var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa