30 Mayıs 2023 04:30

Gelecek uzun sürer

Fotoğraf: Pexels

Paylaş

28 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimi, Erdoğan’ın toplumu kimlikler üzerinden bölme, kutuplaşma siyasetiyle yeniden kazandığı bir seçim oldu. Elbette büyük yalanlar üzerine kurulu devasa bir propaganda aygıtı, devletin bütün olanaklarının seçimleri kazanmak için seferber edilmesi, baskı ve yasakların tırmandırılması ve yasasından sandık kurullarına kadar antidemokratik olarak düzenlenmiş bir seçim süreci ile birlikte…

Ancak iktidarının yaşadığı güç kaybı ve muhalefetin etkin olduğu merkezlerin (büyükşehirler ve Kürt kentleri) dinamizmi ile birlikte düşünüldüğünde Erdoğan’ın ülkeyi yönetmekte en çok zorlanacağı döneme girdiğini söyleyebiliriz. Talibancı HÜDA PAR’dan MHP ve BBP’ye kadar en gerici ve saldırgan güçleri etrafında toplayan Erdoğan’ın, iktidarına karşı oluşan toplumsal direnci kırmak için faşist rejim inşasına daha fazla yöneleceğine şüphe yok.  Zaten Erdoğan’ın balkon konuşmasında faşist rejimlerin en belirgin ideolojik söylemlerine sarılması; muhalefeti “terör örgütleri ve dış güçlerin uzantısı” ilan edip “güçlü/büyük Türkiye” söylemine sarılması ve demokratik siyasetin sembol isimlerinden Selahattin Demirtaş için “Selo’ya idam!” sloganlarını attırması, yeni dönemde nasıl bir siyasi yönelim içinde olacağının işaretlerini veriyor.

Erdoğan’ın balkon konuşması, aynı zamanda daha önce Levent Gültekin’in gündeme getirdiği “Erdoğan’ın yeni dönemde yumuşak bir liderlik yapacağı”, “Bütün ülkeyi kucaklayacağı” gibi liberal ahmaklıklara da bir yanıt anlamı taşıyor.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan biri de politik denklemi devlet ve halk arasındaki çelişki üzerine kuran ve devamında halkın büyük çoğunluğunun milliyetçi-muhafazakar olduğu gerçeği üzerinden bunları kazanmaya yönelik söylem ve politikalar izlenmesi gerektiğini savunan liberal paradigmanın iflas ettiği gerçeğidir. Bu nedenle CHP’nin başını çektiği burjuva muhalefetin Türk-İslamcı Erdoğan’ı kendi siyasi minderinde yenme girişimi bir kez daha başarısızlığa uğradı.

Seçimler, Erdoğan toplumu kimlikler üzerinden kutuplaştırmışken onun etki alanı içindeki kitlelere ona benzer söylemlerle seslenmenin işe yaramadığını gösterdi. Erdoğan’ın, ekonomik sorunların büyükşehirlere oranla kendini daha sınırlı olarak hissettirdiği, sosyokültürel dönüşümün yavaş ilerlediği taşra kentlerindeki politik gücünü önemli oranda koruması da bu gerçeğe işaret ediyor.

İşçi-emekçilerin ülke tarihinde en fazla yoksullaştığı dönemlerden birinde bulunduğumuz ve 6 Şubat depremlerinden sonra iktidarın tutumu milyonlarca insanda büyük mağduriyetler oluşturduğu halde burjuva muhalefet emekçilerin taleplerinin örgütlenmesinden ve hak mücadelesinden ısrarla kaçındı. Çünkü burjuva muhalefet, kimlikler üzerine kurulu kutuplaşmanın işçi-emekçilerin örgütlenme ve hak mücadelesi üzerinden aşılmasını kendi politik programı için de tehlikeli gördü. Ne zaman toplumun daha geniş kesimlerini birleştirebilecek bir hak mücadelesi ortaya çıktıysa provokasyonlara gelmeme ve sandıkları bekleme çağrısı yapıldı.

Gelinen yerde şu noktaya işaret etmek önem taşıyor: Erdoğan seçimi kazanmış olsa da seçimden istediği sonucu alamadı. 14 Mayıs’ta ortaya çıkan tablodan sonra Erdoğan’ın en büyük hedefi muhalefette moral bozukluğu yaratmak ve 28 Mayıs seçimini büyük farkla (55-45 gibi) kazanarak bu sonuçları muhalefeti ezmenin dayanağı yapmaktı. 28 Mayıs seçimi sonuçları, bunca baskı ve saldırıya, kara propagandaya rağmen muhalefetin, demokrasi güçlerinin direncinin kırılamadığını ortaya çıkardı.

İktidarın zayıf karnı büyükşehirlerdir ve Erdoğan da büyükşehirleri kaybederek iktidarını uzun süre ayakta tutamayacağının farkındadır. Bu nedenle seçim sürecinde AKP cephesinden gelen İBB’ye kayyum atama tehdidi, iktidarın önümüzdeki yerel seçimlerde bu zaafını aşmak için demokrasi ve hukuk dışı her türlü yol ve yönteme başvurmaktan geri durmayacağını gösteriyor.

Seçim sonuçları bağlamında tartışılan konulardan biri de Kürtlerin (Elbette ulusal demokratik mücadele içindeki Kürtlerin ve onların politik hareketi olarak HDP’nin) bu süreçteki rolü oldu. Muhalefetin seçimleri kaybetmesi ve ırkçı-milliyetçi partilerin oylarındaki artış, Kürtlerin rolünü önemsizleştiren sonuçlar çıkartılmasının dayanağı olarak kullanıldı. Oysa kayyumlara, ardı arkası gelmeyen siyasi operasyonlara, binlerce siyasetçinin tutuklanmasına, Hizbullah korkuluğunun sallanmasına kadar her türlü baskı ve şiddete rağmen demokrasi ve değişim iradesinin en açık bir biçimde kendini gösterdiği yer Kürt coğrafyası oldu. 28 Mayıs seçiminde de muhalefetin şoven söylemlere sarılması nedeniyle çok küçük bir düşüş olmakla birlikte bu tutum devam etti. Dolayısıyla seçim sonuçları ne olursa olsun Kürt halkı, bu ülkede demokratik bir gelecek kurma mücadelesinin önemli bir bileşeni olduğunu, olmaya devam edeceğini ortaya koydu.

Türkiye’de 30 milyondan fazla çalışan varken ve çalışanların büyük bölümü açlık sınırında yaşama noktasına gelmişken seçim sürecinde belki seslerini en az duyduğumuz örgütler; emek örgütleri, sendikalar oldu. İktidar destekçisi tarikatlar, mafya organizasyonları bile seslerini sendikalardan daha fazla duyurdular. Elbette böylesi bir tablonun oluşmasında sendikaların başına çöreklenmiş iktidar destekçisi sendikal bürokrasinin belirleyici bir rolü oldu. Aslında bu durum neden kutuplaştırıcı siyasetin aşılamadığı ve daha önemlisi önümüzdeki dönem bu siyasetin nereden aşılabileceği sorusunun yanıtını da veriyor.

Önümüzdeki dönemde işçi-emekçilerin sendikal örgütlülüğünün ve insanca çalışma ve yaşam mücadelesinin büyütülmesi, iktidarın kutuplaştırıcı siyasetinin çözülüp etkisizleştirilmesinin en temel dayanağı olacaktır. Kuşkusuz bu konuda en büyük görev; sınıf partisine, sol-sosyalist güçlere düşüyor.

Burada muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun “Otoriter rejime karşı demokrasi mücadelesini sürdürme” açıklamasının önemine de dikkat çekmek gerekiyor. Ortada beklenecek bir sandık olmadığına göre; iktidarın bugünden artacağının işaretlerini verdiği saldırıları karşısında demokratik hak ve özgürlükler için halkın örgütlenmesi ve mücadelesi dışında bir seçenek bulunmuyor.

Bugün kazansa da istediğini alamayan Erdoğan’ın beklentisi, seçim sonuçları üzerinden muhalefetin, emek ve demokrasi güçlerinin demoralize olmasıdır. Çünkü istediğini alabilmesi; muhalefeti ezip iktidarını sağlamlaştırabilmesi için bu güçlerin mücadele direncini kırmaya ihtiyaç duyuyor.

Bu seçim sonuçları mücadelenin sonu ya da yenilgisi olarak değil, yeni ve daha zorlu bir evreye girdiğinin habercisi olarak okunmalıdır. Açıktır ki, ülkenin üzerine çöreklenmiş bu karanlık rejimin en çok isteyeceği şey, mücadele içindeki halk güçlerinin umutsuzluğa sürüklenmesidir. Geleceği kazanmak için önümüzde zorlu bir yol var: Şimdi seçimlerin ortaya çıkardığı deneyim ve derslerden öğrenerek insanca çalışma ve yaşam, demokrasi, barış ve laiklik talepleri etrafında emek ve halk güçlerinin birlik ve mücadelesini büyüterek ilerlemeliyiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa