Seçim sonuçları üzerinden siyasi dizayn!
Fotoğraf: Murat Kula/AA
Erdoğan iktidarı, seçim sonuçlarını muhalefeti iç tartışmalara sürükleyerek ve baskı altına alarak etkisizleştirmek amacıyla siyaseti dizayn etmenin bir aracı olarak kullanmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha seçim sonuçları belli olur olmaz İstanbul Kısıklı’da yaptığı ilk konuşmada “Kaybettiği vekiller sebebiyle herhalde CHP bay bay Kemal’e hesabını soracaktır” diyerek muhalefeti bölme ve etkisizleştirme operasyonunu başlatmıştı. “Bunlar LGBT’ci” diyerek milliyetçi-muhafazakar çizgideki muhalefet partilerini de hedef almıştı. ‘Balkon konuşmasında ise, HDP Eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş için “Selo’ya idam!” sloganını attırarak Kürt sorununun da bu siyaseti dizayn etme operasyonu için kullanacağını göstermişti.
Ardından iktidarın medyadaki aparatlarından Abdülkadir Selvi harekete geçirildi. Selvi, Hürriyet’teki köşesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla ilgili istinaf mahkemesi kararı belli değilken bu kararın onaylandığı ve yargıtay sürecinin 6-7 ay süreceğini yazarak hem iktidarın yerel seçimler öncesinde İBB’ye el koyma ve hem de CHP içinde başkanlık yarışı başlatma operasyonunun tetikçiliğine soyundu. Sonra da fikri ve zikri ile faşist bir rejim inşa etme yöneliminin ortağı olan MHP devreye girdi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti yıldız, Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığının kalktığını ve hakkındaki 28 fezlekenin davaya dönüştürülmesi için savcıların devreye girmesi gerektiğini söyleyerek yargıya yol gösterdi.
Demokratik muhalefetin üzerinde idam ipini dolaştırmaktan nefret suçuna, açıklanmamış yargı kararlarını ilan etmekten yargıya talimat vermeye ileri demokrasimiz böyle işliyor! Elbette bu gelişmeler yeni dönemin siyasi yöneliminin nasıl olacağını da gösteriyor.
Kimileri Cumhur İttifakının Mecliste çoğunluğu elde etmesine ve cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına bakarak Erdoğan’ın istediğini aldığını düşünebilir. Ancak Erdoğan, büyükşehirleri kazanmadan iktidarı sürdürmenin zor olacağını “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözleriyle ortaya koymuştu. Dolayısıyla Erdoğan’ın ilk hedefi, iktidarının zayıf karnı konumunda bulunan büyükşehirleri almak olacaktır ve bunun için iktidarın hiçbir yol ve yöntemi kullanmaktan geri durmayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Daha da önemlisi, ekonomide seçim sürecini atlatmaya dayalı palyatif çözümlerin biriktirdiği sorunların emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını giderek zorlaştıracağı bir döneme giriyoruz. Dış politikada ise, yayılmacı emellerin dayanağı olarak kullanılan cihatçı grupların ne olacağı başta olmak üzere mülteci sorunu ve Kürt sorunu gibi ciddi sorunlar kapıda bekliyor. Seçimleri kazanmış olsa da iktidar böylesi bir zorlu süreçten “başarı” ile çıkabilmek için toplumsal muhalefeti etkisizleştirmeye ve bu amaçla siyaseti dizayn etmeye ihtiyaç duyuyor.
İBB Başkanı İmamoğlu ile ilgili 2 yıl 7 aylık hapis cezası zaten siyasi hesap ve yönlendirmeler üzerinden verilmişti. İşte şimdi de bu ceza siyasi dizayn için bir araca dönüştürülmeye çalışılıyor. Kürt siyasetine karşı siyasi operasyonun bir parçası olarak Erdoğan’ın talimatıyla açılan Kobanê davası başta olmak üzere birçok konuda iktidarın talimatıyla çalışan yargı organlarının, MHP’den gelen talebi geri çevirmeyerek bu kez Kılıçdaroğlu için harekete geçeceğini tahmin etmek zor değil.
Burada artık iktidarın emrine girmiş yargı organlarından hukuk beklenmeyeceğine göre, CHP’nin toplumsal muhalefeti geriye itip “Mahkemelerde hesaplaşma” gibi bir yanılgıya girmesinin muhalefetin ezilmesine davetiye çıkarmak anlamına geleceğini de şimdiden söylemek gerekiyor. O yüzden bu saldırganlığı püskürtmenin yolu, toplumun yarısının bu rejime itirazlarını görünür kılmaktan, muhalefeti halk içinde sokakta örgütlemekten geçiyor. Başka bir deyişle iktidarın saldırılarının sınırlarını ve yargıdan çıkacak kararları, iktidar ve muhalefet arasındaki güç ilişkileri belirleyecek ve muhalefetin gücü de halkın demokratik tepkisini ne kadar örgütleyebileceğine bağlı olacaktır. On yıl sonra bile iktidarın Gezi/haziran direnişinden duyduğu korku, muhalefetin nasıl bir yol izlemesi gerektiği sorusu bakımından yol göstericidir. İktidar, halkın/sokağın gücünden korktuğu için bunu ne kadar yasa dışı göstermeye çalışırsa çalışsın, halkın rejime tepkisinin örgütlenmesi muhalefetin en demokratik hakkı ve görevidir.
Devrimci-demokratik halk muhalefetinin durumu, çıkarması gereken dersler ve alması gereken tutum başlı başına bir tartışma konusudur. Ancak burada özellikle demokratik Kürt hareketi üzerinden sürdürülen tartışmalardan başlayarak birkaç noktaya dikkat çekmek yararlı olacaktır.
Yeşil Sol Partinin seçimlerde hedeflenen başarıyı elde edememesi, pusuda bekleyenleri heyecanlandırmışa benziyor. Kuşkusuz seçim sürecindeki yanlış ve eksikliklerin eleştirilmesi anlaşılır bir durumdur. Ancak bazı dar-milliyetçi çevreler başta olmak üzere fırsat kollayan güçler, başarı ya da başarısızlığı sadece seçim üzerinden değerlendirerek mücadelesini seçimlerle sınırlamayan ve halk güçlerinin demokratik seçeneğini oluşturmak için kurulan ‘Emek ve Özgürlük İttifakını hedef alıyorlar. Oysa seçim süreçleri her ne kadar güç ve desteğin sınandığı süreçler olsa da bu değerlendirmeleri yapanlar Kürt özgürlük hareketinin ve sol-sosyalist partilerin varlık nedenlerinin seçimler olmadığını ve güçlerini sandıktan değil, halkın örgütlü gücünden aldıklarını ve her koşulda bunun belirleyici olduğunu unutmuşa benziyorlar. Bu nedenle Kürt hareketi ve demokrasi güçleri bugün seçim sonuçları kadar neden seçim sonuçlarına odaklı bir politikanın merkeze koyulduğunu ve bu süreçte halkın örgütlü gücünün geri plana itildiğini de tartışmalıdır. Selahattin Demirtaş’ın son günlerdeki açıklama ve değerlendirmelerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Şunu da belirtmek gerekir ki; bugün karşı karşıya bulunduğumuz saldırganlık, kendisini “sosyalistlerin birliği”yle sınırlayan ‘Sosyalist Güç Birliğinin tutumunu dünden daha tartışmalı hale getirmiş bulunuyor. Yeni dönem bütün ilerici, devrimci ve sosyalist güçlere; insanca çalışma ve yaşam, demokrasi ve barış, bağımsızlık ve laiklik talepleri etrafında halk güçlerinin en geniş birliğinin kurulması görevini yüklüyor.
İktidarın siyaseti dizayn etme, toplumsal muhalefeti dağıtma girişimi, ancak halkın örgütlü gücü ve mücadelesiyle dağıtılabilir. Türkiye halkları Talibancılıktan Türk-İslamcı faşizme en gerici ve saldırgan güçlerin iktidarı tarafından kendisine giydirilmeye çalışılan elbiseyi parçalayacak mücadele birikimi ve gücüne sahiptir. Yeter ki, toplumun yarısının desteğine sahip olan muhalefet, yaşananlardan doğru dersler çıkarıp bu gücü harekete geçirebilecek politikalar uygulayabilsin.
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34