"Yenildik" ve "Yanıldım" diyebilmek…
Fotoğraf: Sergen Sezgin/AA
2023 yılı milletvekilliği ve iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden biri oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi, kuruluşundan itibaren uluslararası düzeyde “demokratikleşme taraftarları”nın, başka bir söyleyişle ‘neoliberaller’in aktif desteğine sahipti. Ancak süreci yakından takip eden yerli-yabancı akademisyenler ve yurt dışındaki tarafsız gözlemciler, son yıllarda otoriterleşip yüzünü faşizme dönmesiyle yıpranan Erdoğan iktidarının, bu seçimde sona ereceğini tahmin ediyordu. Sosyalistleri de içeren bir biçimde muhalefetin ezici çoğunluğu Erdoğan’ın gidişini ilan etmişti bile.
Oyların dağılımı “iyimser” muhalif çoğunluğun beklediği gibi olmadı.
Ekonomik, sosyal, siyasal alanda bugün şikayet edilen ne varsa önümüzdeki dönemde katlanarak çoğalacak. Özellikle Sinan Ateş cinayetinden sonra çökeceğine kesin gözüyle bakılan ve seçim sürecinde her zamankinden daha radikal bir söylem kullanan Milliyetçi Hareket Partisinin oy oranı ve iktidar nezdindeki itibarı, önümüzdeki dönemde baskının nerelere kadar uzanabileceğinin işaretini veriyor. Buna ek olarak Hür Dava Partisi ve Yeniden Refah Partisi gibi, radikal İslamcı gündemlerini saklamadan siyaset yapan çizgilerin iktidara eklemlenmesi son derece karanlık ihtimalleri barındıran bir tabloyu gündeme getirmiş bulunuyor.
* * *
Geçtiğimiz hafta boyunca seçim sonuçları pek çok değerlendirmenin konusu oldu. “Cehennemin kapılarını açan” bir seçim sonrasında öncelikle seçim sonuçlarının detaylarıyla anlaşılması, sonra soğukkanlılıkla değerlendirilmesi ve en sonunda sürecin gerektirdiği siyasal adımların ne olacağı ve hangi yapılar tarafından atılabileceği üzerine düşünülmesi gerekirdi. Ancak soğukkanlı, aklıselim değerlendirmeler yerine, hiddet dolu, gerçeği kabullenmeyen, anlamaktan çok inkara yol veren yorumlar ön plana çıktı. Yöntemsiz, yaşananlardan süzülen olgusal gerçekliği dilediği yerden büken ‘Ben demiştim’ci fırsatçılıklar, içi boş değerlendirme ve öz eleştiri karikatürlerine sıkça rastlandı. Öte yandan, sosyal medyadan savrulan sabun köpükleri gündemi kapladı. Sonuç olarak seçim sonuçlarını hangi açıdan, hangi veri kaynağı üzerinden, hangi amaçla değerlendirdiği belli olmayan yorumların yarattığı kargaşa haftaya egemen oldu.
Bu noktada, değinilen yöntemsizlik ve dağınıklığın altının çizilmesinin akademik bir kaygıya dayanmayıp, üreteceği siyasal sonuçlardan endişe duyulduğunun belirtilmesinde fayda var. Örneğin “Aslında biz kaybetmedik, sonradan vatandaş yapılanlar seçimi kaybettirdi”, “Seçim güvenliği yoktu, hileyle kazandılar” yakınmalarının hemen arkasından gelmesi gereken bireysel ve kurumsal öz eleştiri cümleleri eksik kaldı. Böylesine bir eksikliğin siyasal özneyi komplo teorileri karşısında edilgen kılma, siyasetten uzaklaştırma potansiyeli görülemedi. İlk anda akla gelen aciz cümlelerin kısa süreli konforu “Peki, biz neyi eksik/yanlış yaptık” sorusunu sorma cesaretine tercih edildi. Ya da “Ekonomiyi bu haliyle yönetmeleri zaten mümkün değil, bu bir Pirus Zaferi’dir” diyenlerin, Erdoğan rejiminin kural tanımazlığını ne kadar küçümsedikleri, bugüne kadar tanık olunan ‘Ben yaptım oldu’ anlayışıyla yürütülen tek adam rejimini sanki demokratik bir ülkede yaşıyormuşuz gibi değerlendirdikleri ortaya çıktı. Oysa en azından son üç yılda Erdoğan rejiminin yakın ilişki ve hatta kader birliği içinde olduğu ülkelerle yaptığı kayıt dışı sıcak para transferi, konut satışı karşılığı pasaport verilmesi ve yüksek miktarda borç ertelemesi gibi norm dışı ekonomik uygulamaların, felaketi erteleme ve bedeli emekçilere ödetme kapasitesi gözden ırak tutuldu. Sonuç olarak, seçimden bu yana geçen bir hafta boyunca yapılan değerlendirmelerin bir bölümüne hakim olan dil, artık yeni bir aşamaya geçildiğinden habersiz ve yeni bir arayışın önünü tıkayacak kadar eksikliydi.
Hafta boyunca karşılıksız kalan önemli bir diğer beklenti istifalar konusunda yaşandı. Yıpranmış siyasetçilerin üzerlerine düşen ve siyasal yeniden başlangıçların olmazsa olmazı olan istifalar bir türlü gelmedi. Parti yöneticiliğinin neredeyse bir ‘meslek’ haline dönüştüğü istifa özürlü siyasal iklimimizde, yeni arayış ve kadroların önünü açacak istifa kararları sol/sosyalist partilerde de sahiplerini bekliyor. Parti tüzüklerinde yer verilen ‘Seçenlerin, seçtiklerini geri çağırma-görevden alma hakkı’nın kullanılması yolunun açık tutulması gerekiyor.
Bunca yıpranmış bir iktidarın görev süresini uzatan seçim sonuçları elbette dünyanın sonu değil ve mücadele sürecek. Ancak mücadeleyi yapılan yanlışlardan öğrenerek hızla örgütlemenin yolunu açabilmek için lafı dolaştırmadan ‘yenildik’ ve ‘yanıldım’ diyebilmek büyük önem taşıyor.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50