04 Haziran 2023 05:00

Geçti bizden saklambaç

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Eypio’nun sevdiğim şarkılarından birini dinliyorum günlerdir:

“Korkuyorum hayattanVe buna fazla dayanmamÇocukken mesuldüm bi’ tekDizimdeki yaramdan...”

Sorumluluğumuz çok, tecrübenin getirdiği korku da başka.

Melankoliyle nostaljiye sarılmamız sadece çocuklukta dizimizdeki yaradan başla mesuliyetimiz olmamasından değil, o loş geçmişin bile gelecekten aydınlık kalmasından.

Korkuların üzerine sürüyoruz kendimizi, cesaretin tanımı bu.

Çocukken kan aktığında yaralarımızdan ya da acı gözümüzden yaş getirdiğinde “acımadı ki” deyip devam edebilendi cesur olan.

Biz büyüdük ve acıdı bu sefer açıkçası, onca cesarete rağmen.

“Hayat bi’ maç gibi soktu bizi hep kampaMum kokardı ev elektrik yok yak lambaŞimdi var ama hiç’ bi bok yok ekrandaİnandın ama gördün reklamda

Acıdı çünkü biz de halktık, aynı yoksulluğu, yoksunluğu yaşadığımızı, hepimizin gözlerinin açık olduğunu sandık. Kampanyalar, yandaş medya haberleri, sosyal medya reklamları, camii vaazları ne derse desin, yalanın pervasızlığı o kadar absürt ki, dedik gerçeği görmemek akla ziyandır.

Biz sevgi dilinin, ortak bir yaşamın, anlayışın, uzlaşının kazanabileceğine, gücümüzün sandıklara yeteceğine, emeğimizin karşılıksız, umudumuzun yerde kalmayacağına inandık.

Dilimizde tüy bitmişti anlatmaktan, sohbetlerimizin seçim ve ekonomi dışı gündemi yoktu, adliyeler, meydanlar, emniyet, cezaevi yollarını, sokakları “hukuksuzdur” diye diye arşınlamaktan yorgunduk.

Bir zafer, bir nefes olacaktı. Belki birkaç gün gözlerimiz uykuya rahat dalacaktı.

Olmadı.

Sanki kar boran havada bir yolculuğa çıkmışız, uykusuz kalmışız, kara batmış araç da ellerimizde çıkarmışız, tek teker şarampole kaymış, oradan da yırtmışız, yağmur silecekleri dinlememiş, bir şekil idare etmişiz, siste lambalar çalışmamış yine de camdan kolumuzu çıkarıp fener tutup ilerlemişiz, öyle bir yolculuk sonu vardığımız yerde çevirmişler yolumuzu, iki lokma çorba bile içmemize izin vermeden kentte, geri çeviriyorlar bizi. Üstelik bu sefer heyelan da var dönüş yolunda. Hem de onca yolun yorgunluğu ve uykusuzluğu üzerine.

Bu durumda ihtiyaç aracın içinde birbirimize bağırmak değil. Gidilecek yol uzun.

Olumsuz sonucun teşhis edeni çok olur. En iyi teşhisi yapan yenilgideki payını üstünden atmış hisseder.

21 yıldır iktidar tarafından hor görülüp aşağılanıyoruz. İnsanız, aşağılanma hissinden kurtuluş yoludur “Ben demiştim.” demek. Diyor da herkes. Ama ne yazık ki dermana katkısı yoktur.

Tespiti bu yüzden öngöremediklerim üzerinden kurmanın daha çözüm odaklı olacağını düşündüm.

Çocukluğumun Türkçe kitaplarında “Okuduğumuzu Anlayalım” köşesi olurdu. 

Bu seçimi okuduğumda şunları anladım:

Mücadele etmemiz gereken şey sadece bir iktidar değil, iktidarın politikaları sayesinde kör-sağır olmuş, düşmanlaşmış, öfkeyle köpüren bir toplumun çürüyüşü var karşımızda. Kutlamalarda çocuklar ölüyor, insaf diz çöküyor, vicdan bitiyor, yardımlar kesiliyor, müstahaklar, oh olsunlar havada uçuşuyor ve halklar kurban istiyor. İktidarlar değişir, ekonomi toparlanır, hukuk işler, adalet çalışır ama toplumsal çürüme nesilleri harcar. Halka küsülmez, memlekete hiç küsülmez. Bunun üzerine mesai harcamak gerekecek. 

Bütün iletişim araçları; yandaş medya kanalları, gazeteler, radyolar, billboardlar, toplu taşımadaki tutmaçlara kadar hatta camilerdeki vaazlara varasıya iktidar elinde iken, kalan sosyal medyada kampanya yapmaya çalışmak yadırganacak durum değildi. Ama buna reklam bütçesi ayırmayıp yankı odasına seslenmek boş bir tatmin oldu. Saha boştu. Bunun yerine büyük tırlarda led ekranlar 2 ay boyunca köy köy, kasaba kasaba gezse yeğdi. Ayrıca sosyal medya iktidara, muhalif kanadı kendi içinde nasıl bölebileceğine, yılgınlığa sevk edebileceğine dair çok tüyo verdi. Çünkü tüm tartışmalar orada açıldı, büyüdü. Bazen olası çıkış kapıları, iktidara iş kalmadan asıl hedefi örtecek kadar sözün şehvetinin, etkileşim tutkusunun kurbanı oldu. Dijital okur yazarlık müfredatta yok. Sosyal medya için etkili kanaat önderleriyle “yapıcı” akımlar üzerine çalışmak gerek. Münazara tekniklerini, nezaketi, tez-antitez ile konuşabilmeyi, “Bilmiyorum, haklısın, haklı olabilirsin, ikna olabilirim, ikna olamadım, üzerine düşüneceğim, dinlemek isterim...” gibi cümlelerin erdemi üzerine düşünelim. Bu dili gecikmeden bir kampanyaya, kampanyalara dönüştürelim. Dijital zorbalık yıldırıcı oluyor, çürümeyi hızlandırıyor.

Muhalefet için kendini seçmene anlatma dönemi geride kaldı. Sokaktaki muhalifle iktidar yanlıları sohbeti çoktan kesti, karşıt görüş düşmanlığı had safhada. Siyasi muhalefet bir söylese iktidar bin duyuruyor sesini.Kendini anlatmaktan çok ulaşılabilen, dinleyen olmalı. Olası hızlı çareleri hayata geçiren, olması gerekeni anlatılan dert üzerinden ifade eden ve hep “bizden” duygusunu hissettiren olmalı. Bu da ancak birebir ilişkiler ile olur.

Meclisin işlevsizliğinin tavan yapmasını beklediğimiz dönemde Meclisin kürsüsünde farklı kesimlerin yer bulabilmesini sağlamak, Meclisi en azından kürsü üzerinden direkt halka, bir nevi doğrudan demokrasi simülasyonuna çevirmek işe yarayabilir.

Örgütlü mücadele, seçim ikinci tura kalınca panik olan eğitimli orta sınıfa kaldı. Sanatçı, beyaz yaka, akademisyen, yazılımcılar, tasarımcılar, göçmüş bulunan ama dönme umudu taşıyan ve ekseriyetle kadınlar on beş gün içinde hızla örgütlenip yetişebildiği yerde sokak sokak gezdi, sandıklarda görev aldı. Birkaç sosyalist parti dışında iktidara muhalif kanatta son yıllarda hiçbir parti üye kazanmak adına kampanya yapmadı, örgütlenme çalışması başlatmadı, yerelde fark yaratmak dediğimizde aldığımız yanıt hep “bizim belediyelerimizde...” diye başladı. Sanki yerel örgütlenme belediyeden ibaretmişçesine. 

Örgütlenmenin ne olduğunu unutmuş bir siyasi muhalefet vardı muhalif en güçlü ittifakta. Şimdiden sonra yapılması gereken yerelde örgütlenmek ve tüm bu örgütleri sürekli merkezden beslemek.

Kadın, gençlik gibi klişe kollardan çıkıp iklim, LGBTİ+, bilim, eğitim, sosyal haklar gibi alt örgütlenmeleri oluşturup yeni parti temsiliyeti olan sözcüleri ön plana çıkarmak, yerelin kendi sözcülerini, kendi liderlerini yaratmasına izin vermek. Bu liderleri düzenli buluşturmak ve görünür kılmak. 

Toplumun birçok kesiminde kendisini bir partiye üyesi olacak kadar yakın hissetmeme, güvensizlik hali var. Burada 10. yılında Gezi ruhuna sarılalım. Herkes apartmanı, mahallesi için bir grup oluşturabilir. Bu gruplarda siyasi temsiliyeti olanlar da yaklaşımları ile fark yaratacaktır. Bir tamirci gerektirdiğinde, kedisi evden kaçtığında, gece kapısının önüne gezen birinden şüphelendiğinde, kargosunu teslim alacak biri gerektiğinde kime gidiyorsa insanlar, yeniden bir seçim organizasyonu yapıldığında da o grupta yer alırlar. Dayanışma yataydır diyoruz, eşitler arasında. Hayır-hasenat gibi üstenci değil. Ancak dayanışma için en kritik anları beklemeye gerek yok. Birlikte güçlü hissetmek, bu yalnızlık duygusunu kırmak için, fayda üretip fayda görebilmek için günlük yaşama direkt etki edecek kendi örgütlenmelerimizi başlatmalıyız. Sosyal medya bizim gerçek mahallemiz değil, bizim mahallemiz bakkal, terzi, elektrikçi, komşu, kapıcı, tezgahtar, belediye işçisi, kafede selamlaştığımız insanlar. Her seçimde sıfırdan kitleselleşmeye çalışmak zorunda kalmak yerine, kendi küçük gruplarımızla her duruma hazır olmak bir güçtür.

Yılgınlık, umutsuzluk ve çaresizlikten çıkmanın yolu bir işin dahilinde olmak.

Tüm muhalefetin artık gençliğe seslenişten çıkıp gençlik hareketi yaratması gerekiyor. Tiktok’a girerek, rap müzik kullanarak, bedava internet paketleri ile gençliğe ulaşma çabasından çıkılmalı.

’70’lerin ’90’ların sosyalist gençlik hareketinin elinin kolunun uzanabildiği yerleri düşününce bu dönemin gençlerine kreşe giden çocuk muamelesi yapmak abes.

Bir amaç arıyorlar, fark yaratmak, görünür işler çıkarmak, kalabalık ve dışarıda olabilmek iyi hedefler.

Gençlik hareketleri kırsala gidebilir, tatillerinin bir haftasını ayırıp devletin umursamadığı bir köyün okulunun tadilatında çalışıp bölgenin ezberlerini bozabilir, bir park inşa edebilir, bir kültür merkezi, bir kütüphane açabilir. Zor durumdaki çiftçinin hasadına destek olabilir. Sulama kanalını çizebilir, parsellerin haritasını çıkarabilir, damlama yöntemi anlatabilir, ağaç aşılayabilir, hayvanlara bakabilir. Çocuklara düzenli mektup gönderebilir, düzenli şekilde aileleri arayıp hatır sorabilir, derslerine uzaktan destek olabilir, ağabeylik-ablalık yapabilir, feyz olabilir, seyyar sinema, gezgin tiyatro ile enerjisini taşıyıp algıları değiştirebilir. Hayatın ne olduğunu hatırlatır, bir bağı yeniden kurabilir. Bu rejimin bize unutturduğu devrimci bir hareket olur. Belli ki sistemden kurtuluşun da devrimci adımlar atmaktan başka yolu yoktur. Ayrıca gençlik için amaçsızlıktan bir kurtuluş, göstermelik stajlardan daha iyi bir öz geçmiş olur.

Beyaz yaka da bunları kale almalı, sınıfının artık farkına varmalı. Tüm beyaz yaka çalışanlarının göç edebileceği bir dünya yok. Sınırlar bize kapanıyor artık. Değişimin parçası olmaya çalışmak, bir şekilde çıkıp bambaşka bir ülkede sıfırdan başlamaya çalışmaktan daha anlamlı. Elimizde günü geldiğinde üretimi ve hizmet sektörünü durdurabilecek bir emek örgütlülüğü için kimse yetkiyi başkasına havale edip mevcut sendikalardan beklentiye girip yakınmakla zaman kaybetmesin dilerim.

Kadın hareketi bu süreçte iktidarın kadın politikalarına karşı belli ki çok çalışmak zorunda kalacak. Hareketi de güçlendirmek ve belki de eylemlik güçleri ile örgütlenme güçlerini ayırmak gerekecek. Zaten saha tecrübesi olan kadın hareketi bu dayanışma ve destek halini yerellerde bir sosyal ağ yaratmaya yönlendirebilir. Sadece mücadele için değil, bazen birlikte iyi vakit geçirmek, dertleşebilmek, tabulardan uzak kadın kadına gülüşebilmek ve bu sohbetleri işin başına taşımak; salça yapıp satanın domatesleri sıkarken yanında olabilmek, örgü örenin çilesini yumağa çevirmek gibi günlük hayatın içinde daha geniş kapsamlı mahalli yerlerin açılmasına siyasi muhalefetin de destek vermesi gerek.

Denk koşullarda olmayan, kara propaganda ile kirletilen seçim atmosferinde, alınan yüzdeyi küçümsemek, yenilgilerin daniskası ilan etmek ve bu yenilgiye kurbanlar aramanın kampanyanın zeminini kaybetmesi gibi bir riski de var. Ortaya atılan barışçıl, uzlaşmacı, kimlik siyasetinden uzak, nezaket dilini başarısızlığın parçası görmemeli. Bu zemini kaybedersek kazanılacak zafer ancak rejimin taklidini inşa etmek olur. Artık siyasetin görevi seçmeni etkileyip oyunu almak değil, toplumu dönüştürebilmek, aydınlatabilmek, kendi seçmenini yeniden inşa edebilmek olmalı.

Emek ve Özgürlük İttifakı içinde TİP ve Yeşiller Sol arası yaşanan tek liste tartışmasının kapladığı alan, söz konusu olan vekil sayısından daha fazlasını kaybettirdi. Oysa uygulanan bir orta yoldu, iki tarafın da birincil tercihi değildi. Bu noktada yukarıdaki münazara ve üslup kısmını yeniden hatırlatmak gerekecek. Haklı çıkma kaygısını fayda yaratma çabası, bakış açısı sunma, objektif dinleyebilme, karşılıklı saygı ve ortak karara uyum ile değiştirmek gerek. Bu yollar belli ki birlikte yürünecek. Hatta daha birleşik bir güçle yürünmesi gerekecek. Mesafeli mücadele, safları seyrek bırakır.

İktidar her şeyi harika başarmış ve muhalefet yekten kaybetmiş hissinden kurtulmak gerek. İstikrar söylemi yerini birbirine tezatların apar topar bir araya getirildiği bir Cumhur İttifakına bıraktı, bu da derme çatma bir koalisyondur. Mecliste blok oylar olmayabilir. Aynı durum Millet İttifakı için de kısmen benzer. Dolayısıyla Meclis mesaisi önem kazanacak. Muhalefet vekillerinin alandaki mücadeleden düşüp Meclisteki mesailerine ağırlık vermesi gerekecek. Ancak sahanın da boş kalmaması gerek.  Bu yüzden her siyasi oluşum, alanda olduğunu hissettirecek kadrolara, sözcülere ağırlık vermek durumunda.

Bedel ödeyenlere saygıyı ezdirmememiz gerek. Bunca insan yıllardır cezaevlerinde dik dururken, korkusuzca hakikat savunurken, işsizliğe direnir, sürgünde ayakta kalmaya çalışırken, bir cümlelerinde, bir yaklaşımlarında silindiklerine, hakarete uğradıklarına, alay edildiklerine şahit olmak, korkusunun üzerine gidenlerin cesaretini kırar. Hiç kimse herkesin doğrusunu aynı anda taşıyamaz. Anlamaya çalışmanın erdemini hatırlatmak gerek. Açık görüşlülük, empati, dinleyebilmek, tartışabilmek ve tamamında saygıyı ve saygınlığı koruyabilmek önemli değerler. Aksi davranışlar, dışarıdan bakıldığında muhalif kanadın toplamdaki saygınlığını da zedeliyor. Elimizde zaten güç sayılı, en azından saygınlığı ve bedel ödemedeki cesareti kaptırmayalım.

Daha üzerine konuşulacak çok başlık çıkacak, iş ki bu sefer konuşarak yeterinden fazla zaman kaybetmeden harekete geçecek gücü kendimizde bulalım.

Eypio diyor ki fonda:

Küçükken kolay hayattan hem de saklanmakYıkılma kalk geçti bizden saklambaçKüçükken kolaydı bi’ yalanla aklanmak”

Yalanla aklanamayız, hepimiz teker teker en haklı olamayız, sonuçtan kendimizi sıyıramayız. Tam karşımızda hakikat: Yeterince güçlü ve birlikte değildik. Önce öz eleştiri sonra eleştiri, önce iğne, sonra çuvaldız.

Yıkılmayacağız.

Biz bu yola kazanmanın şehvetiyle değil, insanca bir yaşam arzusuyla girdik. Haktan, adaletten ve eşitlikten yana dün neredeysek bugün de orada olacağız.

Şehvet söner, arzu baki, mücadele daim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa