Dış politikada Hakan Fidan’ın şifreleri

Fotoğraf: DHA (Arşiv)
Erdoğan’ın yeni Cumhurbaşkanlığı Kabinesinde en çok dikkat çeken hamlelerinden biri 2010’dan bu yana MİT Müsteşarlığı/Başkanlığı görevini yürüten Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı görevine getirilmesi oldu. ‘Tek adam’ın bütün karar alma süreçlerinde böylesine belirleyici olduğu bir sistemde isimlerin fazla önemli olmadığı düşünülebilir. Ancak Fidan gibi Erdoğan’ın “sır küpüm” dediği ve MİT’in dış politikada “proaktif” bir rol almasının mimarlarından birinin Dışişleri Bakanlığına getirilmesinin yeni dönemde iktidarın dış politikadaki hedef ve yönelimlerinin anlaşılması bakımından önemli veriler sunduğuna da şüphe yok.
Neydi "proaktif" dış politika?
MİT’in 80. kuruluş yıl dönümünde (2007) ilan ettiği proaktif dış politikayı; Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Kafkasya gibi paylaşım mücadelesinin devam ettiği bölgelerde Türkiye egemen sınıflarının çıkarları temelinde yeni koşullar oluşturmak ya da koşulların seyrini değiştirmek için müdahalelerde bulunmak biçiminde tanımlayabiliriz. 2009’da MİT Müsteşar Yardımcılığı görevine atanan Fidan, 2010’da MİT Müsteşarı oldu ve o tarihten bu yana MİT’in proaktif dış politika bağlamında yaptığı müdahalelerin, gerçekleştirdiği operasyonların başında yer aldı.
Erdoğan, 2020’de MİT’in İstanbul hizmet binasının açılışında Suriye, Irak ve Libya başta olmak üzere “MİT’in pek çok yerde canla başla çalışması”ndan övgüyle söz etmiş “Çatışma bölgelerinde elde ettiğimiz kazanımlar, diplomatik alanda ülkemizin masaya daha güçlü oturmasını, milli menfaatlerimizi daha etkili savunabilmemizi sağlıyor” demişti.
Peki, neydi bu Erdoğan’ın övgüyle söz ettiği ve “milli menfaatlerimizi” savunduğunu iddia ettiği müdahaleler?
MİT’in dünyada ses uyandıran ilk müdahalesi, Gazze’ye “yardım filosu” gönderilmesi ve bu filoda yer alan Mavi Marmara vapurunun İsrail askerlerinin saldırısına uğramasıydı.
O dönem iktidarın ortağı olan Gülenciler (FETÖ) ABD ve İsrail’in tepkisini çeken bu eylemi MİT’e operasyon çekmek için bir fırsata çevirmeye çalışmış ve bunun için PKK ile Oslo’da yapılan görüşmeleri basına sızdırmıştı.
Bu gizli görüşmelerin sızdırılması, MİT’in bir başka başarısızlığı olmuştu.
Erdoğan iktidarının Irak’ta desteklediği Irak İslam Partisi lideri Tarık el Haşimi, ülkesinde birçok bombalı saldırı ve katliamdan suçlu bulunup idam cezasına çarptırılınca MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilmişti.
MİT, 10 yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi ciddi problem ve tehditlerle yüz yüze bırakan Suriye rejimini devirmeye yönelik müdahalelerinin de en başında yer aldı ve almaya devam ediyor.
Erdoğan’ın 2013’te gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde Obama, Fidan’a işaret edip “Biz sizin Suriye’deki radikallerle neler yaptığınızı biliyoruz” demişti. MİT’in Suriye’de iş birliği yapılan cihatçılara gönderdiği silah dolu tırlar ve SADAT’ın el Nusra’ya gönderdiği silahlar ifşa olunca Obama’nın bildiğini biz de öğrenmiştik.
Daha sonra proaktif dış politikanın araçlarından biri olarak kurulan “özel” bir savaş örgütü olan SADAT’ın Kurucusu Adnan Tanrıverdi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olmuş, 23 Ocak 2018’de Afrin operasyonu konusunda yapılan “güvenlik zirvesi”nde Tanrıverdi’nin Fidan ile verdiği poz, MİT-SADAT iş birliğinin fotoğrafı olarak tarihe geçmişti.
MİT’in “başarı” karnesinden söz ederken yeni kabinede Milli Savunma Bakanı olarak görevlendirilen Yaşar Güler’in de içinde yer aldığı toplantının ses kaydının yine FETÖ’cüler tarafından sızdırılmasını da unutmamak gerekiyor. Bu ses kaydında Fidan’a ait olduğu iddia edilen ses Suriye’ye 2 bine yakın tır gönderildiğinden söz ediyor ve müdahaleye gerekçe üretmek için “Öbür tarafa 4 adam gönderirim, 8 tane füze attırırım” diyordu.
Haziran 2014’te IŞİD’in Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğunda görevli 49 kişiyi rehin almasına seyirci kalınması sonrasında yaşanan tartışmaların merkezinde yine MİT vardı.
Burada MİT’in Libya ve Dağlık Karabağ’daki rolüne ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Çünkü MİT’in SADAT’ın da rol üstlendiği Libya müdahalesi, Trablus’un kapısına dayanan Halife Hafter güçlerinin (Rusya’nın SADAT’ı olan Wagner tarafından destekleniyordu) geriletilmesinde etkili oldu. Ancak bu müdahale Türkiye’nin “oyun kurucu güç” olduğu propagandasına dayanak yapılmaya çalışılsa da gerçekte bu müdahale Libya’da çatışma halindeki güçler arasında bir denge durumu yarattı ve ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin devreye girmesi için uygun koşulları sağladı.
Dağlık Karabağ savaşında üstlenilen rol ise Ermenistan’ın yüzünü Batı’ya dönen Paşinyan yönetiminin sıkıştırılmasına yol açtı ve bu kez Rusya’nın işini kolaylaştırdı.
Bugünkü tek adam rejiminin kurulmasında dönüm noktası olan 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle ilgili tartışmaların da odağında MİT yer almıştı. Çünkü o dönem orduda görevli bir binbaşı, MİT’e giderek darbe girişimini ihbar etmiş ama MİT, darbe girişimini engelleme yönünde herhangi bir adım atmamıştı.
MİT’in seyirci kaldığı ve ülke siyasetine yön veren tek gelişme darbe girişimi de değildi. MİT bu saldırıları engelleyecek istihbarat kaynaklarına sahip olduğu halde Diyarbakır, Suruç, Ankara (10 Ekim), Reina, Gaziantep gibi IŞİD’in göstere göstere yaptığı katliamlara da seyirci kalınmıştı. Bu dönemde yaratılan terör ve korku iklimi, 7 Haziran’da tek başına iktidar olma çoğunluğunu kaybeden AKP’nin 1 Kasım 2015 seçimlerinde yeniden tek başına iktidar olmasının yolunu açmıştı.
Görüldüğü gibi Erdoğan’ın “Milli menfaatleri savunmak” adına övgüyle söz ettiği müdahaleler aslında halka büyük bedeller ödettirmekle kalmadı, ülkeyi ciddi tehditlerle de yüz yüze bırakan sonuçlara yol açtı. Ancak Erdoğan ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericilik “milli menfaatler”den bölgemizde emperyalistler arasında devam eden egemenlik mücadelelerinden kendilerinin pay kapmalarını anlıyorlar; bunun için de ülkeyi, halklarımızı yeni tehditlerle karşı karşıya bırakmakta sakınca görmüyorlar.
Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarı olarak karnesi, onun bakanlığı döneminde Erdoğan rejiminin dış politikasındaki temel yönelimin ne olacağı sorusunun da yanıtını veriyor. Her ne kadar İsrail, Mısır, BAE, S. Arabistan ve en son Suriye’de gördüğümüz gibi her sıkıştığında yeni tavizler vermek zorunda kalsa da Erdoğan yönetimi Fidan döneminde de yayılmacı emelleri ve kader birliği yaptığı küçük bir azınlığın çıkarları doğrultusunda müdahale politikasını sürdüreceğinin işaretlerini veriyor.
İç ve dış politikanın böylesine iç içe geçtiği bir süreçte içerideki baskı rejimini dışarıda, ülke ve bölge için bir tehdit oluşturan cihatçı grupların da kullanıldığı müdahale politikaları tamamlıyor. Bu nedenle önümüzdeki yeni ve zorlu dönemde ülkedeki demokrasi mücadelesi kaçınılmaz bir biçimde bölgede barış mücadelesine bağlanıyor. Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı, CHP başta olmak üzere bölgedeki savaşçı politikalar karşısında tutarsız bir tutum takınıp iktidarın işini kolaylaştıran burjuva muhalefet için de uyarıcı olmalıdır.
Evrensel'i Takip Et