Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi?
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/238594.jpg)
Fotoğraf: Harun Özalp/AA
Seçmen tercihlerinde ekonomiye dönük kaygıların rolü çok tartışıldı. Kimi muhalif çevrelerde iş neredeyse AKP’nin ekonomi politikalarını olumlamaya kadar gitti. Oysa gerek anketler (Son dönemde biraz gevşemekle beraber) gerekse de sokak röportajları halkın çoğunluğunun iktidarın ekonomi politikalarına tepkili olduğunu buna karşılık güvenlikçi söylemlerin parti tercihlerinde daha belirleyici rol oynadığını gösteriyordu. 27 Mayıs tarihinde Evrensel gazetesinde yayımlanan Ekinsu Devrim Danış ve Murat Uysal’ın haberinde bir işçinin dilinden durum şöyle özetleniyordu:
“Markete gidiyorsun evet o alamayacağın soğan ile bakışıyorsun, gözün doluyor, sinirleniyorsun…Sonra eve gidiyorsun ve televizyonu açıp koltuğa kuruluyorsun. Terör, savaş, PKK, dış güçler… Yav diyorsun memleket ne halde sen ne haldesin. Utanıyorsun kendi derdine, alamadığın soğanın üzüntüsüne düştüğün için. Büyük düşünmem lazım diyorsun. Bunu yaratıyorlar işte sende.”
Evet hayat pahalılığı büyük şehirleri farklı taşrayı farklı vurdu, ancak toplum genelinde ekonomiye dönük endişe ve tepki vardı. Ne var ki, ülkenin iç ve dış güvenliğine dair pompalanan korku ortamı ağır bastı. Muhalefetin en büyük yanlışı parti devletinin propaganda gücünü hafife almasıydı.
Seçimin ardından makyajlanan ekonominin gerçek yüzünün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacağını, Erdoğan’ın kazanması halinde mevcut politikalardan geri adım atmasının bir zorunluluk haline geldiğini vurgulamıştık. Erdoğan seçim gecesi düşük faiz vurgusunu yenilemesine rağmen “Türkiye ekonomi modeli”nin üstünü çizmekte vakit kaybetmedi. Yakın zamana değin iktidara yakın çevreler uluslararası sermaye çevrelerine yakınlığıyla eleştirilen Mehmet Şimşek bir kez daha Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğunu devraldı. İşin ironik tarafı ise Şimşek’ten beklentinin uluslararası fonları ülkeye çekmek olması. Benzer nedenle ABD’de finans sektöründe görev almış Gaye Erkan’ın da Merkez Bankasının başına getirileceği konuşuluyor. Ancak ikilinin işi oldukça zor. İsterseniz kısaca makro göstergeleri bir hatırlayalım.
Orta vadeli programa (OVP) göre 2023 yılı cari açık hedefi 22 milyar dolardı. İlk çeyrekte 23.6 milyar dolar seviyesinde bir açık oluştu. 12 aylık cari açık ise 54 milyar dolar seviyesinde. Ancak iş burada da kalmıyor. Mart sonu itibarıyla, orijinal vadesine bakılmaksızın vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç stoku, 203 milyar dolar düzeyinde. Bu miktarın 68 milyar doları finansal olmayan özel sektör kuruluşlarına ait. Buna karşılık Merkez Bankasının swap hariç net rezervleri ise 60 milyar dolar ekside. Dolayısıyla Merkez Bankası piyasaların döviz ihtiyacını karşılama yetisini önemli ölçüde yitirmiş durumda. Bu denli büyük bir döviz açığı söz konusuyken bu ihtiyacı fonlayacak döviz likiditesine “rejim dostu ülkelerden” taşınan fonlarla ulaşılamayacağı da aşikar. Bu nedenle hükümet geçmiş tüm söylemlerden geri adım atarak uluslararası piyasalara ulaşmaya çalışıyor.
Bütçe açığı ise ilk dört ay itibariyle 382.5 milyar TL seviyesine tırmanarak yıl sonu hedefinin yüzde 58’ine ulaştı. Önümüzdeki aylarda yükselen faizler ile birlikte kamunun faiz yükü artacak, yavaşlayan büyüme nedeniyle vergi gelirleri baskılanacaktır. Kurdaki sert tırmanışın kur korumalı mevduat (KKM) ve dış borç ödemeleri nedeniyle hazineye getireceği ek yük ve depremin bilançosunu da hesaba kattığımızda yılın ikinci yarısında ek bütçe ihtiyacı ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Mali disiplin konusundaki adımların faturası bir kez daha emekçilere çıkacak ve ücretler enflasyona ezdirilecektir.
KKM’den çıkış ise bu noktada kolay değil. TL’ye dönük güvensizliğin derinleşmesiyle birlikte mart ayından bu yana KKM’de biriken mevduatın toplam büyüklüğü yüzde 50 oranında artarak 125 milyar dolara ulaştı. KKM uygulamasının sona erdirilmesi halinde oluşacak döviz talebi piyasayı büyük çıkmaza sürükleyecektir. Önce kurun ve faizlerin TL mevduatı cazip hale getirecek seviyeye yükselmesi, gelmesi ve kur istikrarına dönük güvenin sağlanması gerekiyor. Ancak bu noktadan sonra, KKM hacmindeki erimeye paralel olarak uygulamanın sona erdirilmesi mümkün olacaktır.
Mehmet Şimşek’in işi kolay değil. Yabancı yatırımcının hükümete ve TL’ye dönük güveninin en düşük olduğu süreçten geçiyoruz. Kendisi fon yöneticilerine ne teminatı verirse versin ekonominin asıl patronunun “Türkiye ekonomik modeli”nin mucidi Erdoğan olduğu bir gerçek. 10 ay sonra yaklaşan yerel seçimler nedeniyle Erdoğan’ın uygulanacak kemer sıkma politikalarının sosyal maliyetine ne kadar tahammül göstereceği büyük soru işareti. Şimşek bugün ekonominin başına kurtarıcı olarak getirildi ancak yeni yılı görmeden bileti kesilir ve iktidara yakın çevreler tarafından daha önce olduğu gibi günah keçisi ilan edilirse şaşırtıcı olmaz.
Emekçiler cephesinde ise işlerin daha da zorlaşacağı bir döneme giriyoruz. Devreye sokulacak istikrar tedbirleri karşısında reel ücret ve hak kayıplarını sınırlandıracak bir ortak mücadele hattının oluşturulması son derece önemli. Sendikaların önemli ölçüde altının boşaltıldığı ve siyasi iktidara eklemlendikleri bir dönemde sol partilere ve bağımsız emek örgütlerine büyük görev düşüyor. Türkiye solu seçim ardından hız kazanan iç hesaplaşmaları hızla neticelendirip yeni dönemin dayattığı zorluklar ve yarattığı olanaklar çerçevesinde geniş toplum kesimleriyle bağ kurmanın yollarını bulmak zorundadır.
Evrensel'i Takip Et