Emekçi halkın yolu

Fotoğraf: Aliye Ceylan/Evrensel

Seçimler geride kaldı ama sonuçlara ilişkin tartışmalar sürüyor. Bu tartışmalarda büyük bir hayal kırıklığı ile yapılan tepkisel değerlendirmelerden, nesnel durumu tahlil etmek adına “yani” keşfedilen gerekçelere kadar bir dizi yaklaşım görülüyor. Örneğin bu “keşiflerden” birisi de şu, deniyor ki: ‘Sosyoekonomik durumlarıyla seçmen davranışı arasındaki pozitif ilişki bozuldu.’ Bu “pozitif ilişkiye” geçmişten somut bir örnek verilmese de niyet olarak olumlu bir yaklaşım söz konusu olsa da bu yanlış bir değerlendirmedir. Yaşamlarının her anında hak ve talepleri için mücadele etmek zorunda olan halkı, yani işçi ve emekçileri, seçimden seçime oy kullanan, sonra da köşesine çekilen pasif “seçmen” kategorisine indiren anlayışı şimdilik bir yana bırakalım ve söylenenin içeriğine biraz yakından bakalım.

Önce bazı çevrelerde genel bir kabul gören bir değerlendirme ile başlayalım: Ülkede yüzde 65’e, yüzde 35’lik bir “bölünme” olduğuna ilişkin yaygın bir tespit var ve bu azımsanmayacak oranda kabul görüyor. Buna göre deniyor ki: ‘halkın yüzde 65’i muhafazakar-milliyetçi kesimde, yüzde 35’i ise ilerici, laik kesimdedir.’ Bu bugüne kadar gerçekleşmiş olan seçimlerden sonra ortaya çıkan tablo üzerinden yapılmış bir değerlendirmedir ve kuşkusuz yanlış bir yaklaşımdır. Ama bunu doğru kabul edenlerin ardından dönüp son seçimlerde sosyoekonomik durumla, seçmen davranışı arasındaki pozitif ilişkinin bozulduğunu ileri sürmeleri tam bir tutarsızlıktır. Aksine bu oran 48’e, 52 olarak değişti deyip biraz teselli bulmaları gerekmez miydi? Kuşkusuz sınıf ilişkileri açısından bakıldığında gerçek bu değildir.

Bu ülke halkının yüzde 90’ından fazlası işçi ve emekçidir ve geçimini kendi namuslu emeğiyle sağlamaktadır. Seçim dönemlerinde burjuva düzen partileri çeşitli vaatlerle bu halkın karşısına çıkmakta, o an için politik çıkarları neyi gerektiriyorsa seçim kampanyalarını onun üzerine kurmaktadırlar. Ama bu kampanyalar istisnasız demagoji ve yalana dayanmakta, halkın tüm değerleri, özlemleri, talepleri istismar konusu olmaktadır. Eğer seçimlere katılan sosyalist, devrimci vb. bir parti varsa işçi ve emekçiler gerçekleri, -propaganda olanakları vb. dikkate alındığında- o da çok sınırlı olarak bu partilerden duymaktadırlar.

Seçim kazanmış burjuva düzen partilerinin iktidar olmaları durumunda söylediklerinin, vadettiklerinin tam tersine yaptıkları tecrübelerle sabittir. Ama bunların “başarı ve başarısızlıkları” sadece ülke içindeki değil, dış koşulların da etkili olduğu kapitalizmin o dönemdeki istikrarına veya istikrarsızlığına bağlıdır. Özellikle bunalım ve kriz dönemlerinde faşist parti ve akımlara büyük sermaye tarafından yol verilir ve bunlar her türlü demagoji ve yalanla kitleleri peşlerine takabilirler. Komünist, sosyalist, antifaşist vb. partilerin işçi ve emekçi halk içerisinde bu durumu tersine çevirecek bir örgütlülüğü ve etkisi yoksa, ya da gerekli birliktelikleri sağlayamamışlarsa ortaya çıkan tablo tam olarak halkın çıkarlarının karşısında olan bir tablodur. Geçmişte Almanya’dan, İtalya’ya ve bugün Macaristan’dan Hindistan’a, Türkiye’ye vb. bunun örnekleri çoktur.  

Bu tarihsel tecrübelerden ve gerçeklerden ortaya çıkacak temel sonuç: Peşinen belirlenmiş bir “seçmen davranışının” olmadığı, kitlelerin kendiliğinden kendi bağımsız çıkarlarını temel alan “pozitif” bir politik bilince sahip olmadıklarıdır. Bunun nedeni şudur: İşçi ve emekçilerin politik olaylar karşısındaki tutumunu belirleyen onların bilinç seviyesi ve örgütlenme düzeyidir. İşçi sınıfının ve emekçi yığınların bağımsız politik çıkarlarını merkeze alan ve doğrudan onların örgütlenmesine ve desteğine sahip parti ve akımlar istikrarlı ve kararlı olarak sınıfın ve emekçi kitlelerin günlük mücadelesinin içinde olmayı, üretim ve yerleşim alanlarında örgütlenme yeteneğini göstermeyi, onları gerektiğinde harekete geçirebilecek yeteneğe sahip olmayı başarabildiklerinde, işçi ve emekçi kitleler kendi bağımsız çıkarlarını istikrarlı bir biçimde savunabilmektedirler. Bunun yeterli düzeyde olmadığı, eksik olduğu ya da olmadığı koşullarda zaman zaman kendiliğinden patlamalar bile görülse bunlar bir biçimde yatışmakta, burjuva düzen partilerinin, faşist ve gerici partilerin onları zehirlemelerinin önüne geçilememektedir.

Bazı durumlarda işçi ve emekçilerin ideolojik-politik öncüsünün, politik koşulların zorlamasıyla demokrasi, özgürlükler, hak ve talepler için gerçekleşen seçim anlaşmalarını desteklemesi gerekebilir. Böylesi durumlarda dikkat edilmesi gereken işçi ve emekçi kitlelere durumu tüm gerçekliği ile açıklamak onlar arasında zararlı hayaller yayacak bir tutumdan uzak durmaktır. Son seçimlerde, halkın ne kadarına ulaştığı tartışmalı olmakla birlikte, Millet İttifakının kazanması durumunda politik olarak halkın bir nefes alma molası kazanacağı, ama onun ekonomik programının işçi ve emekçi halkın çıkarlarının tam karşısında olduğunu söylemek bu duruma olumlu bir örnektir. Nitekim Erdoğan iktidarı ekonomi yönetiminde attığı tek bir adımla -Şimşek yönetimi-nin bu alanda ileri sürdüğü “alternatifi” muhalefetin elinden almış, gerçek içeriğine kavuşturarak uygulama adımlarını atmaya başlamıştır!

Şimdi işçi ve emekçi halkın önünde zorluklarla dolu bir mücadele dönemi açılmış durumdadır. İşçi sınıfı ve emekçi halk hem kendi yanılgılarından ve yanılsamalarından kurtulma, eski politik ve ideolojik tutumlarıyla hesaplaşma, hem de bu iktidara karşı tam karşı cepheden mücadele etme olanağına kavuşuyor. Kuşkusuz bunlar kendiliğinden olmayacak. İşçi sınıfı ve emekçi halkın en fedakar ve kararlı öncüleri bu mücadelenin güç merkezi olarak hareket etmeyi, işçi ve emekçi halkı örgütlemeyi başarabilmeyi, onların girdiği her mücadeleyi yönetme becerisine ve yeteneğine sahip olmayı başarmak durumundadır. Bunun başarılması durumunda, bugün olduğu kabul edilen oranlarla, hayallerdeki bir “pozitif ilişkiyle“açıklama getirilen ideolojik bölünmelerin geçersiz olduğu, gerçekte sınıf çelişkileri üzerinden bir bölünmenin emekçilerin davranışına yön verdiği  görülecektir. İşçi ve emekçi halkın yolu, uzun ve zorlu ama sonu yeni bir dünyayı kurmaya varan aydınlık bir yoldur.                

             

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, bir süredir beklenen mesajı, DEM Parti İmralı heyeti aracılığıyla duyuruldu. Öcalan, “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” çağrısı yaptı. Açıklamada Suriye’deki Kürtlerin siyasi ve askeri durumuyla ilgili bir ifade yer almadı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
CHP'li belediyelere silkeleme ve sabah dörtte operasyonlar yapılırken AKP'li Sincan Belediyesine Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 30 milyonluk bağış yapıldığı iddia edildi.

Evrensel'i Takip Et