Sanata siyaset bulaştırma zamanı!

Melek Mosso (Fotoğraf: DHA), Merve Dizdar (Fotoğraf: AA)
Melek Mosso ve Merve Dizdar’ın ödül konuşmalarının ardından hedef gösterilmeleri, Amed Şehir Tiyatrosu oyuncularının gözaltına alınması, İzmir’de 12 müzisyenin örgüt propagandası yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alınması, Tekirdağ Süleymanpaşa Belediyesinin davet ettiği Müfit Can Saçıntı’nın gösterisinin ‘sosyal medya paylaşımları’ gerekçesiyle iptal edilmesi, Gülşen’in on ay hapis cezası alması, BEKSAV’ın “Pride” filmi gösteriminin polis tarafından engellenmesi ve katılımcıların gözaltına alınması…
Bütün bunlar kültür-sanat alanına dair yakın dönemde yaşananlardan bir çırpıda sayabileceklerimiz. Daha fazlası da var kuşkusuz… İktidardan “Sanki daha mı bir ılımlı kapsayıcı olacak bu sefer” elektriği alanlar bir kez daha yanılmışa benziyor. Hatta bu gelişmelerden, geçmişin pratiklerinden ve iktidarın inşa ettiği yeni ittifaktan yola çıkarak söyleyebiliriz ki “En kötüsü bitti, şimdi daha kötüsü geliyor”.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi geride bıraktığı yüz yıl boyunca ‘Sanat ve sanatçı ile uğraşmayı bir görev bilmiştir’ denilebilir. Özellikle de kriz anlarında faturanın sanat icra eden, yaratan, eli kalem tutanlara kesilmesi bir devlet geleneğidir. En nihayetinde cumhuriyet daha beş yaşına girmeden memleketin en büyük iki şairinden Mehmet Akif Ersoy gönüllü olarak kendini Mısır’a sürmüş, Nâzım Hikmet ise hakkındaki 15 yıllık hüküm nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Bu gelenek yıllar boyunca devam etti. Bütün darbelerde kapısı ilk çalınan aydın ve sanatçılar oldu.
Ancak bugünün ayırt edici özellikleri var. AKP iktidarı daha ilk yıllarından itibaren sanatı bir mücadele ve iktidar alanı olarak gördüğü için yalnızca ‘devlet hassasiyetleri’yle değil, kendi ideolojik hattıyla da bu alana baktı. Geçmişte ‘devlet aklı’ tarafından belirlenen ‘bölücü, yıkıcı, irticai vb.’ tanımlarla ifade edilen bir ‘kesime’ karşı ama asıl olarak sol fikirlerin toplum içinde yaygınlaşmasının önüne geçmeye dair bir politika söz konusuydu. Oysa AKP rejimi, tıpkı siyasette olduğu gibi kendisinden olmayan herkesi rahatlıkla hedefe koyabiliyor. Örneğin, dinsel gericiliği topluma dayatmak için bir aparat olarak kullandıkları ve dillerinden düşürmedikleri LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemini ele alalım. İktidarın saraylarında, iftar sofralarında, konserlerinde LGBTİ+ ‘sanatçılar’ da görüyoruz. Ama iktidara koşulsuz destek oldukları sürece ‘düşman’ olarak kodlanmıyorlar. Bu yüzden AKP’nin kültür sanat alanını ele alış biçimi, Gülşen ile Kürt tiyatrocuları, Merve Dizdar ile Melek Mosso’yu, İhsan Eliaçık ile Yavuz Ekinci’yi aynı çizgide bir araya getirebiliyor.
Çünkü rejim, kültür sanatı da siyasal mücadelenin bir alanı olarak görüyor. Siyasal fikrini, dünya görüşünü topluma kabul ettirmek, rıza yoksa da zorla dikte etmek için her alan gibi bu sahayı da kullanıyor. Bu yüzden Merve Dizdar’ın konuşmasını kadınlara adaması ‘sorun’ haline getirilebiliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı, iktidar bileşenlerinden bazılarının kadınları eve tıkmanın, onları koruyan kanun maddelerini kaldırmanın peşine düştüğü bir dönemde hak aramaya dair her türden serzeniş karşı taraf için siyasal bir tehdide dönüşüyor çünkü.
Yani iktidar cephesi açısından düşünüldüğünde bu yazıda bahsi geçen ve geçemeyen kültür sanata yönelik yakın dönemdeki bütün saldırılar özellikle de seçimden sonra billurlaşmış dinci, gerici fikrin siyaseten vücut bulmuş halinden başka bir şey değildir. Bunu böyle kabul etmek mücadele hattını güçlendirmek için elzem hale geliyor.
Gelelim bu tarafa. Özellikle de ‘sanat/ piyasa’ ilişkisinin ayrılmaz bir biçimde birbirinin içine girdiği son 30-40 yılda tekrarlana tekrarlana bir klişe haline gelen “Sanata siyaset karıştırmama” hassasiyetinin geçerliliğini yitirdiğini görmek sevindirici. Çünkü siz siyasete karışmasanız bile, bir ödül töreninde yaptığınız ‘basit’ bir konuşma bile siyasallaştırılabiliyor. Dolayısıyla iktidar cephesinin her türden eleştiriyi hızla siyasallaştırdığı bir ortamda, sanatı siyasetten azade kılmanın olanağı zaten yok. Aksine tam olarak sanata siyaset bulaştırmanın vaktidir. Bunu yaparken de bir arada durmanın, dayanışmanın olanaklarına yaratmak; meslek örgütlerini güçlendirmek yeni yapılar, direniş alanları inşa etmek giderek mecburiyet haline geliyor.
İktidarın kültür sanat alanını bu kadar siyasallaştırdığı bir ortamda, yaratma hakkını savunmak için aynı kararlılıkla özgürlükleri talep eden siyasal bir hat inşa etmekten başka çare yok.
Evrensel'i Takip Et