Aslında…
Fotoğraf: Pixabay
Cümleleri birbirine bağlayan bağlaçlar düşünme biçimimiz, sıkışıklığımız, kendimizi ifade etmemiz ya da edemememiz hakkında çok şey söylüyor. Bazı dönemlerde bazı bağlaçlar diğerlerinden daha popüler oluyor. Bundan beş-altı sene önce “dolayısıyla” çok popülerdi. Ben de çok sık kullanır, hatta bu nedenle uyarı da alırdım. Şu sıra televizyonda, dinlediğimiz podcast’lerde ya da günlük konuşmalarda sürekli kulağıma çalınan bir başka bağlaç var: “Aslında”. Herkes ne kadar çok “aslında” diyor, farkında mısınız? “Dolayısıyla” cümleler arasında bir neden sonuç ilişkisi kuruyor, örneğin “AKP 2007 yılında kapatma davası, 27 Nisan Muhtırası süreçlerinin peşi sıra siyasal alanda yaşadığı sıkışmışlıktan çıkış yolunu medyayı yeniden dizayn etmekte buldu, dolayısıyla TMSF’nin elindeki medya kuruluşları iktidara yakın sermayedarlara satıldı”. Bu cümleyi bir de şöyle kuralım: “AKP 2007’de siyasal alanda sıkışmıştı aslına bunun medyayı kontrol edememekle alakası olduğunu düşündüğü için TMSF elindeki gazete ve televizyonları kendisine yakın sermayedarlara aldırdı.” İlk cümledeki neden-sonuç ilişkisi yapısal bir soruna işaret ediyor. İkinci cümlede ise bir fail var. Ve o fail sattırabiliyor, aldırabiliyor. Biz edilgeniz, o sermayeye hâkim. Biz “aslında” ne olduğunu biliyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor…
Bugün neden ‘dolayısıyla’ yerine ‘aslında’yı tercih ediyoruz? Neden ve sonuç arasında bağ mı koptu? Bugün yaşadığımız olguların nedenlerini açıklayamıyor muyuz? Dilbilim uzmanlık alanım değil ama ‘aslında’, ‘esasen’, ‘doğrusu’ benzer anlamlar taşıyan bağlaçlar ve sanki doğruya olan ihtiyacımızın bir sonucu.
“Aslında” son dönem küresel ölçekte yaşadığımız belirsizlikten ve onu yeşerten komplo teorilerinden de besleniyor. ‘Aslında Covid 19 aslında o kadar öldürücü bir virüs değildi, insanları aşılamak için küresel sermaye bunu kullandı’dan tutun da daha güncel, ‘Aslında Kılıçdaroğlu seçim kazanmak istemiyor, muhalefette kalmaktan memnun’a giden, açıklanamayan güvensizliğin ifade biçimi.
“Aslında”nın pekiştirme işlevi de var. “Aslında ben bunun böyle olacağını biliyordum…”la özetlenebilen. Şimdi kalkıp televizyonu açsanız karşınıza çıkacak muhtemelen: ‘Aslında Kılıçdaroğlu’nun böyle yapması gerekirdi’, ‘aslında o dezenformasyon kampanyasına böyle karşılık verilmeliydi’… ‘Aslında ben demiştim’… Demiş ya da dememiş bir önemi yok, kimse de araştırmıyor zaten. Kılıçdaroğlu’na desteğini esirgemeyenler “aslında”lı cümlelerle yeni pozisyonlar alıyor. Geçen hafta Faruk Bildirici ve Candan Yıldız, ‘aslında’ demeden “muhalif” medyanın seçim süreci ve sonrasında yaptığı hataları ortaya döktüler. Gerçeğin ‘bilinmeyen derin dehlizlerine’ dalmadan, gayet net ve neden sonuç ilişkisi kurarak. Yakın zamanda, iktidar cenahında “İstanbul İzmirleşiyor mu” paniğinin kaynağı İzmir’de gözlemlediğim şu, herkes televizyonları kapatmış, duymak ya da dinlemek istemiyor. Neden sonuç ilişkisi kurabilenlerde akıl yürütme ‘aday seçimleri yanlıştı’, ‘sandıklara sahip çıkılmadı’, ‘apolitik bir seçim kampanyası yürütüldü”ye odaklı ve daha sarih. Bunun bir çözümü bulunabilir. Lakin neden sonuç ilişkisini kuramayanlar da var, kendi “aslında”larına gömülmüş uzaklara dalıyor. Çünkü muhalif medyanın konuşan kafaları onlara “aslında” bir şey anlatmıyor. Sadece kendi pozisyonlarını savunuyor.
Geçen hafta çok sevdiğim meslektaşlarım Vahdet Mesut Ayan ve Emre Tansu Keten’in “Alternatif Medyanın Eleştirisi” kitabı yayınlandı. Büyük bir hevesle okurken, bir yandan ‘ah keşke seçim sonucunu bekleyip bugünü de yazsalarmış’ diye geçirdim içimden. Belki de gerek yok. Çünkü bugünü yaratan koşulların taşlarının çok önceden döşendiğini anlatmışlar zaten. “Tarihin cilvesi ya da diyalektiğin çelişki yasası diyelim, 1980 ve 1990’larda kuralsızlaştırma dediğimiz bu politikalar, sermayenin lehine işlese de aynı politikalar bir zaman sonra bu sermaye fraksiyonlarının medya alanından atılmasına da neden olacaktır” demişler, bugün de aynıyla vaki. Hatta iktidarın kontrol edemediği medyaya ilişkin de. Çünkü çıpalarını salt AKP karşıtlığı değil iktidar-sermaye ortaklığında bir sınıfsal çelişkiye sabitlemişler.
“Alternatif medya”, “muhalif medya”, bağımsız medya” tartışmalarını kuramsal olarak kapsamış ama sığ kısmını hızla yüzerek eleştiri oklarını “iktidar dışı” medyaya yönelterek girişmişler işe ve AKP’nin iktidar dışı medyayı söylem, çalışma koşulları ve ekonomik bağımlılıkları üzerinden nasıl tahakküm altına aldığını anlatmışlar. Ayan ve Keten’in editörlüğünde Uğur Mumcu Gazetecilik Vakfı tarafından yayınlanan kitapta, editörler dahil, 10 yazarın katkısı var. Dahası olabilirmiş, daha da genişletilebilirmiş ama bu koşullarda böyle bir çabaya girişmek çok değerli. Kitap, yalnızca yapılan yanlışlara odaklanmıyor, hatta en başta Tezcan Durna ve Aslı Telli Aydemir “Özgür Bir Medya için Somut Öneriler”ini cesurca tartışmaya açıyor. Nevin Yıldız’ın etiğe dair eleştirileri, Tolga Çevikel’in mevcut ekonomik sorunlara dair çözüm önerileri, Vildan Tekin’in Artı TV’nin sendikalaşma sürecinin analizi, Emre Tansu Keten’in “girişimci gazetecilik” maceralarına dair tespitleri ve Vahdet Mesut Ayan’ın Sözcü, Korkusuz ve Yeni Çağ gazetelerini incelediği göçmen düşmanlığının medya vasıtasıyla nasıl yeniden üretildiğini ortaya koyan yazıları çok önemli. Umur Bedir ve Nesrullah Hasdemir Bilim Haberciliği’ni incelerken bir taraftan da gazetecilerin bilimle ilişkisini sorguluyorlar. Bir arkadaşım gazeteciliğe dair bir tartışmada, çok iyi niyetle, ama klişe bir tabirle, “atomu parçalamıyoruz sonuçta” dedi. Evet atomu parçalamıyoruz ama anlayamadığımız, anlatamadığımız bir sosyolojik olguyu bilimden tamamen uzaklaşarak “aslında”lar parantezinde analiz etmekten de geri durmuyoruz. “Aslında” belki akademide, gazetecilikte, gündelik yaşamda saplandığımız vasatlığı örten bir bağlaç. Belki de izlediğimiz yabancı dizilerdeki çevirilerden dilimize yerleşmiş bir zarftır, kim bilir…
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50