14 Haziran 2023 04:44

Sıladan ölmek ve sılayı öldürmek

tellerin arkasından bakan insanlar

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde iki Fransız arkadaşıma sılanın ne demek olduğunu açıklıyordum. Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlüğüne göre sıla, “Gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer” anlamına geliyor. Bu tanım üzerine tartışırken, laf lafı açtı ve arkadaşım Thomas Dodman’ın 2018 yılında yayımladığı Nostalji: Öldürücü Bir Duygunun Tarihi adlı kitabını hatırlattı. Söz konusu kitapta Dodman nostaljiyi ölümcül bir hastalık olarak ele alıyor. Tıp ve psikiyatri tarihinden yola çıkarak bu duygunun tarihsel evrimini, ilk nostaljiden ölüm tanısının konduğu 1688 yılından, hastalığın sona erdiği kabul edilen Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan dönem boyunca inceliyor. Bu dönemde insanlar nostaljiden ölüyorlardı. Dodman’a göre nostalji, 17. yüzyılda tıpkı tifüs gibi bir hastalık olarak ortaya çıktı. Yazar kitapta nostaljiyi somutlaştırıp sıla, yani yurt özlemi olarak ele ele alıyor ve yakıcı bir evine dönme isteği olarak tanımlıyor. Dolayısıyla da o dönemde sıla askerlerin, kölelerin ve göçmen işçilerin yakalandığı bir hastalıktı. Yeni kıtaların keşfi, sömürgecilik ve emperyalist savaşlar nedeniyle yurdundan ayrılanların hastalığı…

Dodman’a göre sıla, 20. yüzyılın başlarından itibaren kapitalizmin de etkisiyle bir hastalık olmaktan çıktı, insan türüne özgü iyi huylu bir duyguya dönüştü. Gerçekten de sıla artık öldürmeyen bir duygu mu? Yoksa bu öldürücü özelliğini sadece Batı toplumlarında mı yitirdi? Ya da kuşaktan kuşağa etkisi farklılaşan bir duygu mu? Bu sorular hâlâ üzerinde düşünülmeyi hak eden önemli meselelere işaret ediyor. Örneğin ister ekonomik ister politik nedenlerle gitmiş olsunlar, Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin her yıl, her fırsatta Türkiye’ye gelmesi, Türkiye ile olan güçlü bağları bu duygunun bazı toplumlarda öldürücü olmasa da hâlâ yaşamları derinden biçimlendiren ve etkileyen çok güçlü bir duygu olduğunu göstermiyor mu? Hatırlıyorum da bundan yirmi yıl önce yurt dışında doktora yaparken sürekli gökyüzündeki uçaklara bakar Türkiye özlemi çekerdim. Sıla o dönemde öldürmedi ancak doktora biter bitmez Türkiye’ye dönmeme neden oldu. Biraz da serde idealizm vardı, “Ben Türkiye’deki üniversitelerde çalışacağım” dedim ve döndüm. Son birkaç yıla kadar da bu kararımdan en ufak bir pişmanlık duymamıştım. Üniversitelerin iyice rayından çıkıp birer cehenneme dönmesi ile bağlantılı olsa gerek, son yıllarda “Bugünkü aklım olsaydı dönmezdim” demeye başladım.

Özellikle son on yıldır olanağı olan yurt dışında yaşama koşullarını oluşturmaya bakıyor. 2015 ve 2016’da evini satılığa çıkarıp yurt dışından konut almaya çalışan ne çok insan vardı. Özellikle İstanbul ve Ankara’nın bazı mahallelerinde bu hareketlilik hemen fark ediliyordu. İzmir’de yaşayan üst sınıf ailelerden çocuğunu yurt dışına göndermeyen kalmadı minvalinde konuşmalar her yerde kulağımıza ilişiyordu. Bugün, özellikle seçimlerin ardından bu toplumsal hareketlilik yeniden ivme kazanmış gibi görünüyor. Hatırlıyorum da benim üniversite yıllarımda yurt dışına üniversite okumaya giden nadirdi, daha çok yüksek lisans, doktora yapmaya gidilirdi. Bugün aileler daha lise düzeyindeyken çocuklarını yurt dışına gönderiyor ve en önemlisi, gençler de gitmek istiyor. Arkadaşlarımdan çocuğunu bir Avrupa ülkesine göndermeyen neredeyse kalmadı. Yolda yürürken sağımdan solumdan “Çocuğu şuraya yerleştirdik”, “benimkiler Amerika’da, İspanya’da, vs.” tarzı konuşmalara kulak misafiri oluyorum. Ülke nüfusunun çok önemli bir bölümü artık geleceğini bu ülkede görmüyor. Çocukları buradan gitsin, iyi eğitim alsın diye bütün olanaklarını zorluyor. Çocukları imam bulunan okullarda değil, bilim etiğine sahip hocaların olduğu okullarda eğitim alsın istiyor. Türkiye’de özel okullara fahiş fiyatlar ödeyeceğine, başka bir ülkede özgür bir ortamda özgür düşünceyle tanışarak eğitim alsın diye düşünüyorlar. İçi tamamen boşaltılmış eğitim kurumlarında, en sağa sapmış, insan haklarından ve adaletten uzaklaşmış, ekonomik buhrandaki bir ülkede belirsiz bir geleceğin yarattığı kaygıdan hayatı kararmasın diye tüm bu çabalar, yoğu var etmeler… 17. yüzyılın öldüren duygusu sılanın yerini delirten ve hatta öldüren kaygı almasın diye… Gerekirse sılayı öldürsün ama kendisi yaşasın diye…

Yine öyle dönemlerden geçiyoruz ki, hiç bilmiyoruz neresi sıla bize, neresi gurbet? Murathan Mungan’a atıfla, ya dönmek, mümkün mü artık dönmek?

Rakılı akşamlar, gün batımları
Çocuk gibi ağlar yaz sarhoşları
Olmamış yaşamlar, eksik yarınlar
Hatırlatır her şey eski aşkları

Neresi sıla bize, neresi gurbet,
Yollar bize memleket…

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa