14 Haziran 2023 04:45

15-16 Haziran 53 yıl önceden bugünün işçilerine hangi çağrıyı yapmaktadır?

Fotoğraf: DİSK arşivi

Paylaş

Yarın 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin yıl dönümü.

1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde İstanbul ve Kocaeli işçileri, Adapazarı’dan İstanbul’a kentlerin sokakları ve meydanlarından taşarak, şehirler arası yolları da doldurarak sendikalaşma haklarının gasbedilmesine izin vermeyeceklerini ortaya koydular.

15-16 Haziran günlerinde işçiler, iktidarın işçi sınıfının kazanılmış sendikal haklarını yok sayan ve iş kolu barajını yüzde 33 olarak belirleyerek pratikte DİSK’e bağlı sendikaları yetkisiz hale getirmeyi amaçlayan yasanın iptal edilmesi için yürümüş, önüne çıkan güvenlik güçlerini, sendika bürokrasisini, coşkun bir selin önündeki tüm engelleri yıkması gibi yıkarak mücadele kararlılığını göstermiştir.

Evet, 15-16 Haziran günlerini işçi sınıfının mücadelesinin simgesi yapan işçilerin örgütlendikleri sendikalarını yetkisizleştiren yasanın itirazlar üzerine iptal edilmesidir. Ama 15-16 Haziran sadece o iki gündeki görkemli eylemle değil, 1963 yılında daha ortada grev ve sendika yasaları çıkmadan 39 gün süren Kavel işçilerinin grevinden başlayarak sonraki 7 yıl boyunca Türkiye işçi sınıfını tarih sahnesine çıkararak “Ben de varım” demesinin de simgesidir.

Çünkü bu yıllar, Kavel greviyle başlayan, 1967’de DİSK’in kurulmasıyla yeni ve önemli bir dayanağa sahip olan uyanış içindeki işçilerin dayanışma grevlerinden çeşitli türden gösterilere, direnişlere, fabrika işgallerine varan eylemlere başvurduğu yıllardır.

15-16 HAZİRAN’I BUGÜN DE ÖNEMLİ YAPAN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Bu 7 yıllık mücadeleyi bugün 53 yıldır yeniden yeniden anımsamamızı gerektiren, ileri işçiler, mücadeleci sendikacılar için artık özümsenmiş bir ders olması gereken, bu köşede de her vesileyle öne çıkarılan özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  1. İşçilerin ana kitlesinin iş yerinde örgütlenerek; taleplerin belirlenmesi ve kararların alınmasında, bu kararların arkasında durulmasında inisiyatif almaları.
  2. Kendilerinden önce mücadele etmiş fabrikalardaki öncü işçilerle fabrikasını işgal etmiş öncü işçilerle bağlantı içinde, onların deneyimlerinden yararlanarak ve onların desteğini de alarak eyleme geçmeleri.
  3. Sendika bürokrasisine karşı sendika içi demokrasiyi öne çıkaran sendikacının rolünü kendilerinin önüne geçirmeyen, hatta resmi işlemlerle sınırlayan, fabrika içindeki komitenin rolünü öne çıkaran bir tutumun esas alınması.
  4. İşçilerin eyleme geçmeden önce hangi sendikadan olduğuna, sendikalı olup olmadığına bakmadan havzadaki her fabrikadaki işçilerin yanı sıra mücadelelerine destek verebilecek her türden emek dostu çevrenin desteğini alacak girişimleri yapmak.
  5. Görünüşte dönemin mücadelesi Türk-İş’e bağlı bir sendikadan DİSK’e bağlı bir sendikaya geçiş gibi görünse de gerçekte, işçiler arasında “sarı sendikacılık”, “iş birlikçi sendikacılık” olarak ifade edilen, resmiyette ise ”partiler üstü sendikacılık”, “siyaset dışı sendikacılık” olarak adlandırılan Türk-İş’in bürokratik ve iş birlikçi anlayışına karşı sınıf mücadeleci bir sendikacılık çizgisine geçme (Dönemin işçi önderleri giriştikleri mücadeleyi böyle açıklıyorlardı) olarak tarif edilen sendikacılık anlayışının mücadeleye katılan işçiler arasında egemen hale gelmesi.

İşte 15-16 Haziran’ı 15-16 Haziran yapan, bugün işçi sınıfı mücadelesi denildiğinde de ilk aklımıza gelen özellikleri bunlardır.

İİSŞP ‘15-16 HAZİRAN’ DİYOR AMA TÜRK-İŞ’İN AKLI ‘PATRONLAR NE DİYECEK’TE!

Bugün de ileri işçiler ve mücadeleci sendikacılar, işçilerin inisiyatif aldıkları bir mücadeleci sendikacılık anlayışından söz ettiklerinde bunun 15-16 Haziran’da da zirveleşen 1963-1970 yıllarındaki mücadelenin başlıca özellikleri olduğunu görüyoruz. Tabii güncelleşmiş ve günün özgün sorunlarının aşılmasına, karşılaşan yeni sorunların ve avantajların oluşturduğu özellikleri de ekleyerek!

Nitekim İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu (İİSŞP) asgari ücretle ilgili taleplerini dile getirdikten sonra 15-16 Haziran’ın yıl dönümüyle ilgili olarak şunları söyledi: “15-16 Haziran 1970 işçi direnişi, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişlerinden biriydi. İşçilerin sendika farkı gözetmeksizin bir araya geldiklerinde ortaya çıkan gücün somut kanıtıydı. Bu nedenle, İİSŞP olarak diyoruz ki işçilerin insanca yaşaması tek elden belirlenen asgari ücret kararını bekleyerek değil, sendikalaşmasıyla, örgütlenmesiyle ve böylece kendi kaderini kendisinin tayin etmesiyle mümkündür. 15-16 Haziran direnişinin mirasına sahip çıkmalı, geleceğimiz için örgütlü mücadele etmeliyiz!”

İİSŞP böyle diyor ama dün toplanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu (AÜTK) öncesinde patron sözcüleri asgari ücretle ilgili kendi tutumlarını açıklayarak komisyon daha toplanmadan kendi çıtasını ortaya koydu. Türk-İş ise önceki AÜTK’da olduğu gibi yine sus pus! Neymiş, asgari ücret öyle afaki olarak belirlenmezmiş, alınabilecek bir asgari ücret talebi istenebilirmiş! Bu yüzden de önce patronlar ve Çalışma Bakanlığı tavrını açıklamalıymış; Türk-İş ancak o zaman alınabilecek asgari ücreti talep edebilirmiş!

SEÇİM RÜŞVETİ DÖNEMİ GERİDE KALDI, SIRA ‘ACI REÇETE’Yİ UYGULAMAKTA!

Ama Türk-İş, bırakalım 15-16 Haziran mücadelesinin bugün işçilere 53 yıl önceden verdiği mesajı hatırlamayı, bir önceki asgari ücret pazarlığında asgari ücret daha işçinin cebine girmeden eriyip gitmesinden hiç ders almamış ki ayını “taktiği” uygulayarak, bakanlık ve patron temsilcilerinin komisyona ve kamuoyuna ayar vermesine çanak tutan tutumlarını sürdürecek görünüyorlar.

Nitekim TİSK Başkanı Özgür Burak Akkol, Eski Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in asgari ücretin 500 dolar civarında olması gerektiği yönündeki yaklaşımına ve ‘Asgari ücretin artan döviz kuru üzerinden değerlendirilmesine’ karşı çıktı. Akkol, “Asgari ücrette işveren desteğinin artırılarak devam etmesi gerektiğini” söylemeyi de ihmal etmedi ki patronlar asgari ücretin 350 doların üstüne çıkmamasını istiyorlar.

Kaldı ki sorun sadece asgari ücret de değil. Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilme nedeninin Türkiye’nin adı konmamış bir IMF programını uygulaması olduğu dikkate alındığında, önümüzdeki dönemin “çok acı bir reçete”nin uygulanacağı dönem olacağı anlaşılmaktadır. Belki yaklaşan yerel seçimler nedeniyle reçetedeki bazı ilaçlar şekere bulanarak devreye sokulacaktır. Ama ilaçların şekere bulanması ilaçların acısının azalacağı anlamına gelmeyecektir.

Bu da 15-16 Haziran’ın 53 yıl önceden işçi sınıfına bıraktığı mirasın (yaptığı çağrının) anlamını daha da önemlisi çağrının gerektirdiği mücadele hattına girmesi için yapılması gerekenlerin önemini artırmaktadır. Aksi halde sermaye ve onun tek adam rejimi ağır sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmak için halka en acı ilaçları içirmekten imtina etmeyecektir!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa