Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay…
Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay (Kolaj: Evrensel)
14-28 Mayıs seçimlerinin artçı etkileri devam ediyor. Yenilgiyi kabul edeninden etmeyenine siyasal kurmaylıklarda yaygın bir moralsizlik gözleniyor. Hızla tarih olan ‘Millet İttifakı’ üyesi partiler içinde istifalar ardı ardına geliyor. Beklenmedik bir aceleyle yükseltilen muhalefet bayrakları, CHP genel başkanlığı tartışmasını TV kanallarının ana gündem maddesi haline getirdi. HDP ve YSP’nin parti meclisleri, malumu ilan ederek seçimlerdeki karar ve tercihlerden dolayı aşınmalar meydana geldiğini ve “bürokratik ve merkezi bir anlayıştan esaslı bir kopuşla yeniden ve birlikte” örgütlenilmesi gerektiğini açıkladı.
Muhalefet içine kapanmış ve kendi sorunlarıyla meşgulken, siyasal mücadelenin çerçevesi hızla güncelleniyor ve ne yazık ki bu arada sol siyasetin -güçlü olmasa bile- saygın kalabilmesinin fırsatları ardı ardına kaçırılıyor.
* * *
Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay … Ortak özellikleri; avukat, tutuklu ve haksızlığa uğramış olanların savunucusu olmaları. Bu ortak özellikleri paylaşan pek çok başka hukukçu gibi, avukat kimliklerinin ötesine geçen eylem ve söylemleriyle tanınan Demirtaş, Kozağaçlı ve Atalay, ‘tutukluluk halleri’yle ‘tek adam rejimi’nin temel işleyiş dinamiklerine ayna tutma, ‘turnusol kağıdı’ olma işlevini üstleniyor.
Selahattin Demirtaş kasım 2016’dan bugüne cezaevinde. Yedi yıla yakın bir süredir tutuklu bulunan Selçuk Kozağaçlı mesleki faaliyetleri nedeniyle 22 avukat arkadaşıyla birlikte yargılandığı davada 13 yıl hapis cezasına mahkum edildi, temyiz süreci devam ediyor. Can Atalay, hakkındaki suçlamalara ilişkin yargılanması devam ederken TİP’ten milletvekili seçildi. Anayasa’nın açık hükmüne rağmen tahliye edilmeyip görevine başlamasına engel olunuyor.
Anayasa, TBMM İçtüzük’ü, Türk Ceza Kanunu, Avukatlık Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve diğer ilgili mevzuat, ‘tek adam’ın iki dudağı arasından çıkacak sözcüklere göre anlam kazanıyor/uygulanıyor.
Şeriatçı terör örgütünün askeri kanat sorumlusu olduğu ve evinin bodrumunda cesetler bulunduğu gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilen 71 yaşındaki şahıs, ‘kocama hali’ gerekçesiyle tam da seçim öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından affedilmişti.
Seçim sonuçlarının belli olduğu gece ise Saray bahçesinde toplananlara hitap eden Erdoğan, bu defa başka bir tutuklu için şu sözleri söyledi: “Diyarbakır’da 51 Kürt kardeşimizin ölümüne neden olan, bu terörist Selo’dur…”
‘Selo’ denilerek, küçümseme ile kastedilen Selahattin Demirtaş’tı. Erdoğan, bir yurttaşı, parti başkanını ve avukatı, ‘terörist’ olmakla ve dahası 51 cinayetle suçluyor ve kendi iktidarlarında serbest bırakılmayacağını söylüyordu. Ceza(!) ise hitap edilen kitle tarafından belirlenmişti: “Selo’ya idam!”
Anayasa’daki tanıma göre ‘demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti’ olan, olması gereken ülkemizde bu akıl almaz gelişmeye ilk tepki Selahattin Demirtaş’tan geldi: “Siz benim ceketimi bile asamazsınız' diyeceğim ama buna bile değmezsiniz…”
Sonra ne mi oldu? Sonrasını Başak Demirtaş’ın sözleriyle aktaralım: “Bence tüm siyasetçilerin tepki vermesi gerekiyordu. Sayın Kılıçdaroğlu sustu, HDP eş başkanları sustu, ittifakımızdaki partiler sustu. Kimse tepki vermedi ve bu maalesef normalleştirildi…”
* * *
Can Atalay, Hatay seçmenlerinin oyu ile milletvekili seçildi. Yargılama sürecinin milletvekilliği sona erene kadar dondurulması, en fazla birkaç saat sürecek işlemler ertesinde serbest kalması ve milletvekilliği görevine başlaması gerekiyordu. Bu satırlar kaleme alındığında henüz serbest bırakılmamıştı. Olması gerektiği gibi, başta partisi olmak üzere birçok kişi ve kurum bu haksız-hukuksuz alıkoymaya tepki gösterdi. Ancak seçilmiş Milletvekili Can Atalay üzerinden tüm ülke yurttaşlarına gönderilen uğursuz mesajın kabul edilemezliği yeterince dile getirilmedi. Yasama, yürütme, yargı ve dahası infaz savcılığı makamını tek kişide toplayan rejimin, bu uygulamasıyla herkesi, hepimizi tehdit ettiği görülmedi.
Uzun tutukluluk süreleriyle mağdur edilen Selçuk Kozağaçlı ve infaz süreleri geldiği halde serbest bırakılmayan tutuklular ise unutulmaya terk edilmiş görünüyor.
* * *
Selçuk Kozağaçlı mahpusluğunun 2000’inci gününde yazdığı ‘Tespih’ başlıklı yazısında tespihinin boncuklarından birine ‘vefa’yı iliştirmişti:
“On sekizinci boncuk yeniden Vefa:
Bu güzel mesleği benden önce, benimle birlikte -umarım- benden sonra da hakkıyla yaparken tutsak düşen, meslekten çıkarılan, yoksulluk çeken avukatlara ve sadece onlara değil; çaresiz kalarak hayallerini unutup berbat koşullarda asgari ücretli işçi avukatlıkla yaşamlarını sürdürmeye çalışan bütün meslektaşlarıma duyduğum vefa borcunu hep omzumda hissettiğimden, bu meslek için bir şeyler yapmaya çalıştığımdan hapisteyim.”
Hak ve özgürlük mücadelesini sürdürenlerin bu üç isme ve benzerlerine “Büyük siyaset yapmak” adına ertelemeden gösterecekleri ‘eylem halindeki vefa’ halkın iradesini ve adaletini yakınlaştıracaktır.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50